TÇ – Fotoğraf çekerken ölümle karşılaştığınız...
CA – Defalarca...
TÇ – Peki bana bu duyguyu anlatabilir misiniz?
CA – Donarak ölmeyi 4 kere yaşadım Tüm bunları sürekli yaşıyorum. Defalarca açlık, vurgun olarak, donarak... Hangisi daha farklı bilemiyorum.
TÇ – Kendiniz ölümle karşı karşıya kaldınız. Bir de başkalarının ölüm anını yaşadınız. Bu nasıl bir duygu?
CA – Bu bana iki şey veriyor. Yaşamın ne kadar anlamlı ve ne kadar anlamsız olduğunu. Sonuçta her şey bizde başlıyor, bizde bitiyor. Önce dünyayı algılamaya ve daha sonra ifade etmeye başlıyorsunuz. Algılama çocukluk, ifade etme olgunluk çağını gösteriyor. O dönem önemli. O dönem arasında ne kadar çok yapıyı, ne kadar çok kişiyi, kurumu etkileyebiliyorsanız o kadar çok mutlu oluyorsunuz. İnsan hayatının olumlu değişiminde ne çok insanı, kurumu etkileyebiliyorsanız o kadar mutlusunuz. Bu değişimde ne kadar payınız varsa o kadar mutluyum. Ne kadar çok dünyanın oluşumunda, olumsuzluklara karşı mücadele ediyorsanız o kadar mutluyum. Ne kadar canlının hayatını değiştirebiliyorsanız, etkileyebiliyorsanız, o kadar mutluyum. Ama tam tersi de olabilir.
TÇ – Fotoğrafı da tüm bunları gerçekleştirmek için kullanıyorsunuz değil mi?
CA – Evet. Bunun özellikle hesabını verebiliyor musunuz? Merak ve arkasında kaygı... Kaygı çok önemli. Yaptığınız şeyin kaygısını duyabiliyor musunuz? Ben duyuyorum. Bunlar hep olgunlaşmanın da göstergesidir. Olgunlaşma yaşla olmaz. Yüz yaşına gelseniz olgunlaşmayabilirsiniz. Portakal suyuna renk versin diye kimyasal işlem yapılmış, ona güzel diyebiliyorsanız ve kabul ediyorsanız yüz yaşına da gelseniz olgunlaşmamışsınız demektir. Ama içindeki suyu barındıran şekeri, rengi vs. daha fazlasını, daha güzelini arama kaygısı varsa olgunluk buradadır. Ben insanım sonuçta. Her insan da bunlar vardır.
TÇ – Yoğun bilgi de önemli...
CA– İhtiyaç duyuyorsanız. Ben ihtiyaç duyuyorum.
TÇ – Bu ihtiyaç neden? Örneğin dünyayı değiştirme isteği mi? Bir de yöneticiliğiniz var.
CA – Çetin Altan’ı okuyor musunuz?
TÇ – Evet
CA – Dünyadaki kaç insan, şu içinde bulunduğumuz ortamda, şu anda nemin betondaki katmanları yavaş yavaş dağıtmasını fark eder. Çok şey var, merak edip araştırılacak. Kaç kişi merak edip araştırır. Kelebeğin kanat çırpışındaki ses tonlarını kaç kişi araştırır. Bir müzisyen yapabilir. Leonardo da Vinci’ de bununla ilgilenmiştir. Müzisyen bundan güzel bir senfoni çıkarmıştır. Leonardo’da kelebeğin kanatlarından yararlanıp, ilham alarak uçmayı sağlayan, kolaylaştıran bir alet yapmıştır. Bunlar önemli. Bununla kaç kişi ilgilenir. Bu benim sorunum değil.
TÇ – Ama sizin de sorununuz var. Sorumlu olduğunuz...
CA – Ben, Coşkun Aral, dünyanın her yerinde var olmuşumdur. Yaparım, sorumluluklarımı bilirim. Baskılar için baskı var. Ama bu beni pasifize etmiyor.
TÇ – Mesele orada.
CA – Kelebeğin kanadıyla uğraşacak insan var, ama az. Evrenin dengelerini bozma aşamasında müdahil değilim. Ama insanların daha az zarar görmelerinde etkili olmak istiyorum. Ona karşı müdahil oluyorum. Ne kadar? Elimden geldiğince. O yıkımın bende, yeni yıkımlara neden olacağını biliyorum. Yeter ki onun sağlıklı olmasını sağlamak. Soluyacağınız, olmanız ya da olmamanızın koşullarını sağlamak.
TÇ – Yöneticilerle ilgili konuşmalarınız var, eleştirel bağlamda.
CA – Mehmet Barlas’la bunu konuştuk. Medyada o kadar hoşnutsuzluk var ki. Halk öyle istiyor. Kalitesiz tüketici istiyor. Yola çukur açayım, lastik yıpransın. Lastik satayım vs. düşüncesi hakim. O yollardan rahat geçmesi için çaba sarfedin. Ama güzel bir müzik setinden müzik dinleme alışkanlığı kazandırıp para sağlayın. Yine kazançlı olursunuz fakat iyi yollardan. Kazancı başka yollardan sağlama olanağı vardır. İlle ki öldürüp bundan para kazanayım dememeli. Zaten ölecek. Yani kazancı kötüye kullanmamalı. İyilikle de kazanç sağlanır. Benim tamirciye değil güzel tasarım yapan insana ihtiyacım var. Kendi beyinleri o kadar. Ucuzcu!
TÇ – Okuma alışkanlığı olmayan bir ülkede TV programları tartışılır.
CA – Bunu denetleyen kurumlar var dünyada. Ama çocuk toplumlarda yok. Bizde de var. Fakat bizdeki denetleyicileri denetlemek gerekiyor.
TÇ – Örneğin bir kanalda bir programa kızıyor, tamamını kapatıyor. Benim haber alma özgürlüğümü engelliyor. Belki de salt o programa verilen yaptırımla daha doğru çözüm olabilir. Ama ta başından eğitimle gerçek çözüm sağlanmalı.
CA – Bunu denetleyen kurumlar ne zaman çıkar? Türkiye büyüdüğü zaman. Tabii bu yükselen binalarla olmuyor. Meslek yapan insanların sayısı artarsa, üreten, okuyan insanların sayısı artarsa büyür. Ben çok umutsuz değilim. Yavaş yavaş olacak. Bizlerin sayısının artması lazım, direnmesi lazım... Sizin gibi araştırmacı olmak lazım.
TÇ – AB ile ilgili...
CA – Avrupa’nın derdi Türkiye’yi almak falan değil...
Tüketen, üretmeden tüketen toplum. Üretmesini bilmeyen bir toplum. 60 yaşına kadar çalışıyor. Haftada salt yediğine bakıyor. Avrupa’da vergisini veriyor ama hesabını da soruyor. Bizde sormak yok.
TÇ – En büyük farklardan biri o galiba. Şimdi o fotoğraflarınız, haber fotoğraflarınız, bir duyarlılık var.
CA – Yemek yapsam çok yoğun bir tada, sunumuna yoğunlaşıyorum. Onu çok güzel yapmaya çalışıyorum... Yaptığımın en iyisini yapmak istiyorum. Her şeyi bilen değil, bileni bulan olmak istiyorum.
TÇ – Her fotoğrafınız bir öykü, bir roman. Fotoğraf çekmenizi yazmalısınız. Yazmalıyım. Fotoğraflarınızın öyküsünü öğrenmek istiyorum.
CA – Pazar günü yazıyorum. Okuyun görüşelim.
TÇ – Öyle tamamlamak lazım. Farklı bir şey hazırlamak istiyorum. Ruhunuzdakileri keşfetmek, ulaşmak istiyorum.
CA – Av, avcı olmak yazısı var.
TÇ – Ara Güler’de beni kurtaran kitapları oldu doğrusu. O zaman daha sakin olup, üzerinde ayrıntılı düşünüyorum.
CA – Yazımı okuyun, yahoo ya girin. “Dünyanın En Tehlikeli Yerleri” isimli kılavuz kitabı yaptım ben.
TÇ – Bakış açınızın evrensellik boyutu... Değerlerden bahsettiniz ama...
CA – Herkes evrensel olduğunu söylüyor. Sonuçta insansınız. İnsan olmanız. Doğasında merak ve kaygı var olan insan evrenseldir. Kozmos içinde gerekliliği var olan her şey için mücadele etmek ve kaygı duymak. Abartmadan, kendi alanında en iyi olmak. Duvar ustası ya da benim gibi fotoğrafçı olabilir.
|