Mavi bir günaydın yolluyorum sabahına
Yüreğimin sıcaklığını da gününe...
Sending a blue ‘bonjour’ to your morning,
And the warmth of my heart to your day…
Bir akrabası onun çok sessiz olduğunu söylemişti. Sessizlik nedir, ya da konuşmanın çeşidi nasıldır? Fotoğrafta sözün bir başka göstergesi değil midir? Hani sözün bittiği yerde başlayan...
Her deklanşöre basış belki de ölümsüzlüğe basışın ta kendisiydi, ibret olmanın sergilenmesi kadar. Ölümün, öldürmenin öyküsü ayıp olduğuna göre... Ölmek, sakat kalmak, psikolojik sorunlar... Masumiyetin ölümü, çocuğun ölümü. Hani sevgiyi, farklı çiçekleri, değişik dünyaları yansıtan kitapları görmeden, üstelik de savaşın sebebi olmadan ölen çocuklar... Geleceğimiz dediğimiz çocuklar... Savaşın ilkeli ya da çağdaşı olmuyor. İleri görüneni de, gerisi de bir potada birleşiyorlar. Otorite kurmanın, ölümün korkusunun başka ölümlerde yaşanarak bastırılması, savaşın çıkma nedenlerinden biri olsa gerek...
Savaşa, silaha yatırılan para eğitime yatırılsa, sanat hak eden payını alsa... Ölüm yaratıcılığı yerini, yaşam yaratıcılığına bıraksa... Coşkun Aral’ın fotoğrafları bunları düşündürüyor, hayallendiriyor ve bu hayallere yaşam verme savaşı kazandırıyor insana. Umarım bir gün, onun da dediği gibi mutluluğun fotoğrafları çekilecek...
Coşkun Aral’da görsellik, savaşın korkunç gerçeğini gözümüzün önüne tüm acımasızlığı ile seriyor. Nitekim, başlangıçta Coşkun Aral’ı ve fotoğrafını anlatmayı düşünürken savaşı anlatır oldum. Çünkü önüme serilen fotoğraflardan o kadar etkilenmiştim ki... Çevreme “kendimizi günlük sıradan sıkıntılarla üzüyoruz, bir de Coşkun Aral’ın fotoğraflarına bakın, gerçek hüzün neymiş, görün” demekten kendimi alamıyorum. Ama her yazısını okudukça, fotoğraflarının bütününe tekrar tekrar baktığımda, ölümün arasındaki yaşamı, umudu, özleyişi de görüyorum. Gazetecilik amacıyla çekilen fotoğrafları yoğunlukları, sevgisi, umudu, farklılığı olan bunları da bize insan olarak sunan Coşkun Aral da dikkatimi bu anlamda hep taze tutuyor. Onun fotoğraflarına bakarken tarihi tekrar okumak, özellikle de Uygarlık Tarihini, felsefeye bakmak , şiir söylemek gerekiyor. Daha bir coşkuyla yaşama sarılıp iyilik, güzellik adına kötülüklerle mücadele etme sorumluluğunun yoğunlaşması kaçınılmaz oluyor.
Ölümün ölümsüzlüğünü belgelemek adına ölüme atılmak, ancak bu denli önemli, nitelikli, seçilmiş anları fotoğraflamak isteğini böylesine canlı, anlamlı tutuyor. Ama yine de fotoğrafı çekilecekleri saptarken karşısındakinin mi, yoksa kendinin mi korkusu ön plana çıkıyor?
Putlara tapınmayı yasaklayan zihniyet, yeni yeni tapınmalar yaratıyor. Savaş nedeni olmayacak nedenlerle birbirini öldürüp duruyor. Bunları Coşkun Aral’ın fotoğrafları söyletiyor. Fotoğraftaki insanlar duvara asılı bir resimdeki puta dönüştürülmüş insana tapar görünümündeler. Düşündüm de taş ya da tahta olan puta tapmak bu denli zararlı olmasa gerek. Çünkü onun hırsı, korkusu yoktur zaaflarına alet edecek. İnsanları da savaşa yönlendiremezdi şahsi kazançları adına. İnsan put, ya da put insan olunca, üstelik bu put insanları sevmiyorsa zararı büyük oluyor.
Coşkun Aral’ın her fotoğrafı kadar, fotoğrafın yanında yazdığı yazılar ve alıntılar çok anlamlıydı. Elele kenetlenmiş gençleri gösteren bir fotoğraf için Albert Camus’tan bir söz, “o anın tarihçileriydik yalnızca”. Evet tarih salt sözcüklerle yazılmaz. Coşkun Aral fotoğrafı da tarih yazar. Bir başka fotoğraf... Bir çocuk büyüklerin tutkusuna alet edilmiş, oyun oynamak varken. Bu, bana yıllar önce okuduğum ve gördüğüm bir haberi anımsattı: Vietnam’daki çocuklardan resim yapmaları istenmiş. Çocukların resmi aynen şöyleymiş: Kolları, bacakları kesik vücutlar, kesik başlar... Çocuk resimleri bu mu olmalıydı? Ya da Coşkun Aral’ın fotoğrafındakiler gibi, çocukluğunu yaşayamayan çocuklar mı olmalıydı?
“Sözün Bittiği Yerde” adını taşıyan kitabından bir başka fotoğraf ve bir başka alıntı, James O’connaly’den “Bize artık sadece ölümsüz bir umut kalmıştı...” İnançları, dilleri ayrı ama yaşadıkları aynı olan insanları bir araya getirenler, Coşkun Aral’ın fotoğrafında yerini almışlar. Üstelikte estetik değerler çerçevesinde, etkileyici bir tarzda. “Kendinden olmayanları öldür. Ortasına yerleş, hükmet.” Savaşın nedenine bakınız, fotoğraflarda gördüğümüz öldürülen ne? İnsan mı, insanlık mı, insanın yarattıkları mı, uygarlık mı, sanat mı? Yanıt her şey olsa gerek... Uygarlıklar yok edilip yeniden kuruldu durmadan. Ama nereye kadar? Yaşamak için yaptığımız binaları koruyan nötron bombası ya da kimyasal silahlara ne demeli? Sadece insanı öldüren. Mermilerle delik deşik edilen evlerimiz, elimizden alınırsa nasıl dayanacak bu insan oğlu doğanın soğuna, eve girerse de, gelecek mermiye karşı. Ayrıca bu insanın eğer yaşama şansı olursa hangi psikolojiyle yaşayacağı, belki de çevresine çok zarar vereceği söz konusu olmayacak mı? Görmüyor muyuz savaşa girmiş insanların savaş bitip evlerine döndüğünde cinnet geçirip bir çok masum insanı öldürmesini. Yani savaş, salt savaş alanında bitmiyor. Yıkıntıları yaşamın içinde devam ediyor. Sonra onu suçlu bulup hapislere atıyoruz, gerçek suçlular sokaklarda dolaşırken.
Savaşta bile tercih edilenler önemlidir. Coşkun Aral’ın Time dergisine kapak olan fotoğrafına gelen tepkiler bu tercihin doğru olduğunu gösteriyor. İnsanın doğasındaki doğrular, görmesini ve seçmesini bilenler savaşın ortasında da doğruyu seçiyor, bizlere iletiyor Onun gibi.