Merhaba,
Bence ferahlanılan her yerde akla gelen güzel, doğru, mantıklı oluyor çoğu kez… Evet ben evime - ki evimi severim, uykuyla aram iyi olduğu içinde yatak odama bayılırım- gittiğimde günün muhasebesini yaparım, her yerde yatakta, otururken, yerken, tüm konuşmalarımı, konuşmaları, şimdi teknoloji gereği yazışmalarımı düşünürüm. Yanıtları da beraberinde gelir. Bir de suyun başında, şelalenin sesini dinlerken düşünüyorum. Hatta bazen iyice oluşturmuşsam yazacaklarımı, unutmayayım diye hemen odama dönerim…
Migrenim tutuyor bazen… Ve başı ağrıyan herkesi öyle iyi anlarım ki yaşarken… Izdırap derinleşiyor o zaman ve bunu hissediyorum aynı nedenleri ve aynı sonuçları yaşayan olarak...
Evet bir hücre buldum aynı yerde. Birinden çıkıp diğerine taşınacağım üste para vererek. Sanırım en geç gelecek hafta sonu taşınacağım. Ama ev sahibimi gözüm tuttu… İyi günler yaşayacağımı umut ediyorum.
Sabırsızlıklar, acelecilikler, az zamana çok şey sığdırma çabaları, yakın çevrede yoğun çalışmalarım nedeniyle yeterince anlaşılamamaya karşı savaş... Derken M İ G R E NNNNNNNNNNNNN.
Çalışmam kendimle kalmamı gerektiriyor... Derinliğe böyle inebiliyor insan…
Bölünmeden, dikkati dağılmadan... Açın halinden aç anlarmış değil mi?
Birde hayallerle yaşarım…
Ben de yiğidim İstanbul da oturur, dünyaya – Avrupa’ya-Uzak Doğuya hayalimde gelir giderim ya da anılarını yazanların yazılarını, şiirlerini okuyarak yaşam bulurum.
Arada biraz kitap, biraz havuz yaparım…
Yazılarım ülkemin gerçeğini taşıyor ve Sanat Eğitimcisi olarak yazılıyor. Ama resimlerim farklıdır. İşte orada insanın, insan olmanın duyumları var…
Eğer soyut - somut sentezinde figürlerim varsa bunların alnında da Türk ya da Fransız yazmıyor. bakışları, içinde taşıdığı, insan olmanın onuru, hüznü ya da sevinci… Her yerde yaşanabilecek göndermelerle dolu olarak…
Çevre sorunu salt Türkiye de değil tüm dünyada... Bu da içimde... Yerine, zamanına göre içerik taşıyor tüm yaptıklarım. Yoksa salt Sanat eğitimcisi boyutuyla Türkiye’deki sanat eğitiminin iç sorunlarıyla kalmadan bir insanın, eğilmesi gereken, yaşadığı tüm sorunsallar ya da duygulanımlar beni ilgilendiriyor ki kendimi sınırlamadan veya dayatmalara aldırmadan, Türkçenin bu denli yozlaşmasından da rahatsızlık duyarak, çevre sorunlarına eğilerek bir şeyler yapmak, değiştirmek, belki örnek olmak boyutuyla yaşıyorum... Kaldı ki Sanat kadar, Sanat Eğitimi de evrensel boyut taşır. Ama tüm bunlara karşın sanatın, bir dayatma olarak algılamasına da dayanamam doğrusu…
zaman
bazan zemin
bazan yenilik
bazan değişiklik
bazan eziklik
yapılacak çok şey var
yaşanacak çok duygu
görülecek çok yer
hayali kurulacak çok olay
yazılacak çok yazı
devam
böylesine
içindeki gömülere
dışındaki yeniliklere
beklentilere
devam.............
okyanusta yüzmeye.......
72 Kiloyum. 1.70 boy... Bacak kısmım uzun ve ince olduğu için gıdığımı saymazsak fazla kilolu göstermiyorum. Ama 67 ye insem iyi olacak kanısındayım. Hayatım boyunca zayıflığım nedeniyle rejim yapmasını bilmedim, öğrenemeyeceğimde.. Sadece öğlenleri ekmeği kestim. Yatılı okuldan gelen en önemli alışkanlığımı... Ama yemek sayısı fazla, 9 çeşitten 4 çeşit seçiyorsunuz bir de salata ilavesi var. Gel de yeme… Yıldız bahçede ki üç çeşit sanırım. Ama biraz daha pahalı…
SANTAS ın dışındaki arkadaş grubum Elektirik-Elektronikten. İyi çocuklar bazen onlarla yiyorum. Bu öğlende yanıma geldiler. Üste bir de Türk kahvesi... İyi gitti vallahi… Ama bazı yemeklerden sonra tatlı canım çeker. Üste bir de dondurma yedim bu gün…
Yazmak ve yazışmalar bana, kendime bakmayı sağlıyor. Sanırım birçok kişiye de. Bu etkileşim yeni düşünleri ve yazıları beraberinde getiriyor ve kendi hesabıma yararlanıyorum doğrusu.
Mecazi anlamda söylediklerim, kedi olmaktan öteyedir. Sevilmek gibi… İlgi gibi… Ama kedi olmak ya da kediye dokunur gibi değil… Özenmek, ama farklı boyutta… Hani derler ya yürekte yangın var… İpe un serdim… Sözcüklere farklı anlam ve farklı ilişkilendirmeler yüklemek gibi... Vazgeçtim
Paylaşmak
Paylaşamamak
Dışa dönülen, dökülenlerin karşımıza ulaşması, duyulması ya da ortada asılı kalması…
Duyumsayan kadar
duyumsanması…
Ulaşılması...
Buluşmanın kökeni
yalnızlığın yağmuru
insan insana ulaşamayanın
kediye özenmesi
ama içindeki tüm insani duygularla
asla…
hayvanları seviyorum ama uzaktan, insanları yakından...
British Müzesinde büyülenmiştim…
Eserler kadar, kalabalıktan da etkilenmiştim. Elinde bastonu sürünerek yürüyen bir dede... Kucağında bir aylık çocuğuyla genç anne... Nasıl heyecanlandığımı anlatamam… Mısır sanatını çok severim... Duygularım şaha kalkmıştı adeta........
Yaşamak şiirlerde
yaşamak fotoğraflarda
ama yaşamak gerçekte
yaşamak yüreklerde
bambaşka bir duygu........
Eyüp’te çalışırken, sabahçı sınıflarımı öğleden sonra Devlet Resim Heykel Müzesine götürürdüm… Tabii bir sürü izin vs. ile. Çocukların çoğu Eyüp’ten ilk çıkıyorlardı… Müzede dehşete düştüler… Belki tekrar gitmediler ama artık biz de eğitimin bir parçası yapmaya çalıştığımız ya da yapmak gereğine inanacağımız müzelerimiz olmalıdır, diyorum.
Bu denli acımasız olmalı? Lütfen… Tamam, Türkiye ciddi şekilde eleştirilmeli ama değiştirmek için çalışıyoruz bak… Başkaları da var üstelik
İyi ki uyumuşuz mu, diyelim! Evrensel bir yapıtın sahibi olmamalı. Güzellikler saklanırsa değeri olmaz. Paylaşıldığında anlam kazanır. Bu bakımdan British Museum veya Berlin Pergamon Müzeleri büyük ve insani bir hizmet veriyorlar. Bana göre…
BAZILARI ORALARA GİTME OLANAĞI BULUYOR YA BULAMAYANLAR O EVRENSELLİKTEN NASİBİNİ ALMAMALI MI?
AYRICA BİZ AŞIRSAYDIK KIYAMET KOPARDI… ONLAR AŞIRINCA NORMAL OLUYOR...
Ben susmalıyım
siz konuşmalısınız
konuşmak
yürekte
konuşmak şiirde
konuşmak çiçekte
konuşmak fotoğrafta
susmak ve bu konuşanları dinlemek
sabaha kadar
sonsuza kadar
eflatuna kadar
maviye kadar.........
Tarih: ……
21-05-2007
Tülay ÇELLEK
Yıldız Teknik Üniversitesi
Sanat ve Tasarım Fakültesi
Sanat Bölümü Öğretim Görevlisi
http://www.tulaycellek.com
tcellek@yildiz.edu.tr
|