Üzgünüm… Hem de çok… Sizi kendi iç çekişmelerim yüzünden hayal kırıklığına uğrattım. Oysa bunu asla ama asla yapmak istemezdim. Size bir özür borçluyum çünkü en başta teşekkür borçluyum. İyi ki varsınız, iyi ki ders veriyorsunuz ve iyi ki sizden ders alabiliyorum. YTÜ’ye girdiğim ilk günden beri ilk kez sizi görünce kendimi çok şanslı hissettim. Çünkü sizin sıcaklığınız, sizin yorumlarınız, öğrencilere ve ilişkilere bakış açınız, saydam gösterileriniz ve bize bir şeyler katabilmek çabanız, zaman zaman yapılan yorumlara adeta minik ve muzip bir çocuk gibi gülüşünüz her yönünüzle insanda çok güzel duygular uyandırıyorsunuz. Ama ben sizi kırdım… Çünkü kendimi aslında yetersiz buldum ben hep. Pes ettim. Korktum. Yenilmektense diskalifiye olmayı tercih ettim. Ama işte dayanamadım. Derslerinize o kadar alıştım ki, o kadar ihtiyacım vardı ki belki de o yüzden bir şeyler söyleyemiyordum. Bir fikir üretemiyordum derste. Bu şekilde bakmıştım belki hayata, ama yine de bu özelliğimi fena halde köreltmiştim. Ve kasılıyordum. Arkadaşlarım o kadar güzel fikirler üretiyorlardı ki… Ben de en az o kadar üretebilmeliydim ya da susmalıydım. Sustum o yüzden. Ta ki kimsenin aklına gelmeyen bir şey benim aklıma gelene kadar. Ama bu çok nadir olan bir şeydi. Hem gelmekten çok büyük keyif aldığım hem de bir şeyler üretememekten dolayı hüsranla eve döndüğüm bir ders olmaya başladı. Ve kaçtım. Teslim tarihini bilmiyordum, ama grafik tasarlamak işinden de kaçtım. Boş vaktim çoktu, ama aklıma bunu yapmam gerektiği geldiğinde kasılıp başka zaman yaparım diye erteliyordum. Erteledim… Erteledim… Sonunda bir Cuma sabahı, uyandığım, kalkıp giyindiğim halde çıkamadım evden. Ama gözüm sürekli saatteydi. Acaba şimdi çıksam yetişebilir miyim???!! Çok istiyorum gitmek… Üstelik haklı bir gururum vardı, kimsenin gelmediği o hafta ben gelmiştim. Ben hep erkenden gelmiştim. Çünkü sizi, çünkü dersi çok seviyorum. Gitmeliyim dedim. Ama “fasulye” olmak istemiyorum dedi içimden bir ses. Herkes orada bir şeyler söylerken hayran hayran izlemekten başka şeyler bekliyordunuz benden de, ama ben sizi hayal kırıklığına uğratıyordum işte yine. Ve ne yaptım… Dediğim gibi… Kaçtım… Gelmedim o gün… Sürekli saati kontrol edip durdum… Şimdi kim bilir Tülay hocam ne güzel saydamlar gösteriyordur ve pırıl pırıl arkadaşlarım ne güzel yorumlar yapıyorlardır… Gülüyordur hocam belki şimdi muzip muzip… Duyabilmek isterdim… Güldürebilmek… Sonra ertesi hafta geldi… Bir yasağı bir kere delerseniz ikincisi çok kolay gelir… Benim için en azından bu hep böyle oldu… Yasak aynı zamanda yanlış da olabilir. Ben aynı hatayı defalarca tekrarlayabilecek bir insanım… Bunu zaten siz de gördünüz. Ama yine derse gidecek gibi sabah erkenden uyanıp, yine giyinip yine “napıyorum ben!!” diye saate bakıp bakıp işkence dolu geçen bir sabah oldu benim için…
Ama 3. gelmediğim hafta ki o hafta çarşambadan itibaren hiçbir derse girmedim… Hastaydım ben. Hasta olmasaydım değişir miydi, inanın bilmiyorum… Ama hasta olmam arkasına sığınabileceğim güzel bir “bahane”ydi işte. Ama o kadar zamandan sonra bu bahanenin hiç ama hiçbir önemi yok… Aynı zamanda hem yanlışı yapıp hem de doğrusunu bilmek ne kadar garip bir çelişkidir…
Sonunda kendime karşı geldim. Ama kazandım bu sefer… Derse geldim çünkü… Bana sizi ne kadar hayal kırıklığına uğrattığımı söylediğiniz anda yaşadığımı anlatmak istemiyorum. Çünkü işte bakın ben de kendimi hayal kırıklığına uğratmıştım. Söylenecek tek kelime yoktu. Hiçbir şey diyemedim… Diyemedim… Ama içim çok kötü… Bu hissettiklerimi bilmeniz gerektiğine inanıyorum. Çünkü siz çok değerlisiniz. Öylesine yapılmış bir yanlış, ama kesinlikle sizinle ilgisi yok. Tamamen kendimle ilgili…
ÇOK ÖZÜR DİLERİM!
Sizi çok seven o kalabalığın en mahcup insanı…
G. K.
Ve öğrencime yanıt verdim… Dersime geliyor, çok da güzel katkı veriyor…
Sevgiler
T.Ç.
|