Tülay Çellek
  Mavi bir günaydın yolluyorum sabahına
Yüreğimin sıcaklığını da gününe...
 Sending a blue ‘bonjour’ to your morning,
And the warmth of my heart to your day…
 Tülay ÇELLEK


Ana Sayfa
Yazılar
Şiirler
Poems
Söyleşiler
Tül'den Yansımalar
Resimler
Art
Fotoğraflar
Photograph
Karikatür / Çizimler
Cartoon / Drawings
Tasarım
Design
Tipleme
Character
Barış
Peace
Gerze
Ders Notları
Lesson Notes
Özgeçmiş
Autobiography/cv
Belgeler
Duyurular
Değiniler
İletişim
Contact

Yayın Tarihi: 1.4.2007  

VAN’IN UNUTULMAZLARI


VAN’IN UNUTULMAZLARI


VAN’IN UNUTULMAZLARI



Her sabah valizimi topluyordum. Seminerimi çok eğlenceli bir şekilde bitirmiştim. Sıra İstanbul’a dönmeye gelmişti. Son derslerime çok önem veririm. Çünkü öğrencilerimin fikirlerine değer veriyorum. Son derste çay, kahve eşliğinde dönemin değerlendirmesi yapılır. Ama ben ilk defa geldiğim Van’dan kar yüzünden, hava muhalefeti nedeniyle ayrılamıyorum. Her akşam valizi açıyor, her sabah giysilerimi yeniden naylonlar içine koyup kapatıyordum, gidebilmek umuduyla. Van’dakiler buna alışkın. Kalmalara, dönememelere ilişkin anılarını anlattılar durdular. Ama ben alışkın olmadığım, ondan öte son dersime çok önem verdiğim için her gün, gidemedikçe sızlandım. Dersim olmasa neyse. Orada da boş durmadım. Hemen çalışmaya başladım. Yaşadıklarıma ilişkin o kadar not almıştım ki, bu arada bilgisayara geçirdim. Hatta biraz daha kalsaydım gelirken düşlediğimi yapacaktım. Yani orada yaşayan hanımlara da seminer vermek… Ayşe Hanımın başını çektiği “veli eğitimi”ni duyunca bilmeden aynı şeyi hayal ettiğimi fark ettim. 3 dersimin gitmesine aşırı üzüntü gösterince, “ölsen, yaralansan daha mı iyi,” tesellileri nedeniyle biraz yatışınca hava da bu sakinleşmeye yardım edince İstanbul’a birazcık rahat dönebildim. Döndüğüm gün Rektörlük, “geleneksel yılbaşı resepsiyonu” veriyordu. Ona yetişmeyi çok istedim. YTÜ ye geldiğimden beri severek katılırım. Ondan sonra da, “servisle eve dönerim,” demiştim ama uçağın geç kalkması, İstanbul’un trafiği nedeniyle hiçbirine yetişemedim. Eve geldiğimde saat 20 30 olmuştu.

Başta ağabeyim, yeğenlerim olmak üzere arkadaşlarım ve öğrencilerim Van’dan dönememem üzerine yazmışlar, telefon açmışlardı. Evet çok şeyi kaçırmıştım ama sağlamdım ve yaşıyordum. Dostlara yanıt verebiliyordum. Üstelik kaçırdığım derslere çözüm de bulmuştum… Mutlu oldum birdenbire…

İstanbul’a dönmeyeceğimi hemen Rektörlüğümüze, Dekanlığımıza ve BÖTE’ye bildirdim. Dersimi seçen sevgili öğrencilerim yahoo grup kurmuşlardı ve benim yanımda sadece bu adres vardı. O yolla öğrencilere gelemeyeceğimi bildirdim ki derse boşu boşuna gelmesinler. Onunla da yetinmedim kapıya yazı asılmasını rica ettim, hem dekanlığa hem de telefonu olan tek öğrencime… Yahoo grubu kuran ve devam ettiren tüm öğrenci arkadaşlarıma yürekten teşekkürler. O olmasaydı hemen öğrencilere haber verme olanağı bulamayacaktım. Nitekim her zaman internete giremediğim için film grubum ve eski-meyen asistanlarımın telefonlarıyla gruba gelmem ertelendikçe haber gönderdim. Sevgili öğrencilerime çok güveniyor ve onları seviyorum.

Cuma grubumda çok hoş öğrenciler var. Onları görünce dönebildiğime o kadar sevindim ki. Yönetim öğrencideydi. Ben, “haftayı nasıl geçirdiniz, farklı ne yaptınız, farklı ne gördünüz,” diye sorarken, o yılı sordu. Ama duygu anlamı ve kararlar daha önde olarak. Grupta iyi kitap okuyan arkadaşlar var. Bu beni çok mutlu ediyor.

Van’a giderken 3 etkinlikten vazgeçmek zorunda kalmıştım. Biri SAYED’in toplantısı. Yönetim kurulunda olduğum için imzalarım oluyor. Biri fakültedeki yeni yıl etkinliği idi. Üstelik önceden tarihi bilmediğim için katılım parası da vermiştim. Diğer etkinlik ise katılamadığım için en çok üzüldüğümdü. Kokteyle gitmeyi severim. İstanbul’da bir nevi buluşma yeri de oluyor. Hele sergiye bir şekilde katkınız da olmuşsa katılamamak gerçekten üzücü oluyor. Sokaktaki, varoşlardaki çocuklara fotoğraf kursu çerçevesinde “yaratıcılık” seminerimi gerçekleştirmiştim. Üstelik fotoğraf kursunun gerçekleşmesinde katkım olmuştu. Gerçekten bu serginin açılışına gidemedim, Van ile çakıştı diye çok üzülmüştüm. Üstelik resim, seramik sergileri de vardı. Bir ben yoktum. Ama Van’da ertelenemezdi.

Van’a gelmeden önce Serap Hanımla telefonda konuştuk. Geldiğim günün akşamı Ayşe Hanımın bir etkinliği olduğunu söylemişti. Ben de söyleşi yapacak ya da konferans verecek sanarak memnuniyetle katılabileceğimi söylemiştim. Meğer yılbaşı kutlamasıymış, oraya gittikten sonra öğrendim. Bir yılbaşı kutlamasına da 13 Ocakta, Kültür Bilincini Geliştirme Vakfında katılacağım.

Havaalanında beni Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Ayşe YÜKSEL Hanımla, Doç Dr. Serap YÜKRÜK Hanım karşıladılar. Ve hemen bir doktor beyle tanıştırdılar.

Önce konukevine gidip valizimi bıraktık. Sonra Serap Hanımın öğrencilere müzik kursu verdiği yere gittik. Ayşe Hanım ve yakın arkadaşı Nurşen Hanımla birlikte. Karlarda yürümeyeli epey olmuş. Ama kayarımda bir yerime bir şey olur, sonra buralara kadar gelip seminerimi veremezsem korkusunu yaşadım. Söz verdim, sözümde durayım diye kendimi bakıma alırım ve genellikle bir şeyler olur.

Çocuklar bize küçük güzel bir konser verdiler adeta…
“Bebek önce anneden mama istedi.
‘Mama mama mama…’
Yediler. ‘Ye ye ye…’
Sonra bebeğin uykusu geldi.
‘Uyu uyu uyu…’
Çocuk yaramazlık yapıyor, uyumuyor.
Anne, ‘yo yo yo…’ Diyor.
Uyandı ve bebek oyun oynamak istiyor.
‘Tralla la la la…’”

Çocukların verdikleri küçük konserde çok mutlu oldum. Söyledikleri bir parça “Çalgıcılar” adını taşıyor. Serap hanım piyano çalıyor. Hareketli bir parça ve tüm vücutları eşlik ediyor, ağızlarından dökülen sözlere. “Biz köyden gelen şen çalgıcılarız…”

Bir başka şarkı; “İyilikten, Dostluktan Daha Güzel Ne Var?”
İnsanlıktan, barıştan daha güzel ne var?... Şarkılarına olanca sevecenlikleriyle, vücutlarını katıyorlar. Böylece yaptıkları işi daha çok sevmelerine neden oluyor bence.

Sonra, “açlıktan öldük.” Dediler, ara verdiler. Bu arada koronun tek erkek öğrencisi, “ben buradan hiç ayrılmam, çünkü bu yüzden sözlüden 100 aldım.” Dedi. Ve kızlar büyüklere hatta bu alandaki eğitimlilere taş çıkartırcasına servis yaptılar. Gerçekten servise hayran kaldım. Önce börek ve pasta ikram ettiler. Arkadan çerez ve çerez çöplerini koymak için ayrıca boş bardak da koydular. Gel de duygulanma şimdi. En son tatlı ikram ettiler. Tulumba olduğu için almadım yoksa tatlı ile aram çok iyi. Çocukların zarafetleri hayran bıraktı beni. Sayın Prof. Dr. Ayşe YÜKSEL Hanımın da bu durum çok hoşuna gitmiş olacak ki koroya daha çok çocuk katma planları yapmaya başladı hemen. Ayşe Hanımın bu yönü çok hoşuma gitti.

Güzel öğrenciler tatlıdan sonra ıslak mendil verdiler. Bir de çikolata ikram ettiler. Ve tabii ikramlarına sevecenliklerini de kattılar.

Başımı cama doğru çevirdiğimde birden denizle karşılaştığımı sandım. Van gölü öyle bir izlenim veriyor.

Serap Hanım çocuklara “2007 yılında nasıl bir düş, nasıl bir dünya, nasıl bir çevre, arkadaş, anne-baba, nasıl bir öğretmen, nasıl bir siz tercih ediyorsunuz, istiyorsunuz?” Sorusunu yöneltti. “Gözlerinizi kapatıyorsunuz ve düş kuruyorsunuz.” Dedi.

Ömer T. İle başladı yanıtlar. “Herkese sağlık dilerim. İyi arkadaşlarım olmalı. Anne babalarımızın kıymetini bilelim…” Dedi ve alkışlandı. Ece, “iyi bir ailem var, iyi arkadaşlarım…” diye söze devam etti. Hemen hemen hepsi sağlık ve mutluluk diledi. Berçem, “sevecen arkadaşlar, komik bir aile diliyorum.” Dedi, diğerlerinden farklı olarak. Son konuşan çocuk da, “Noel baba görmek istiyorum.” Dedi. Diğeri, “imkansız bir düş” diye karşılık verdi. Oğlumuz da lafa karıştı.

Bu arada Berçem’in pantolonuna vişne suyu döküldü. Hemen arkadaşı, “bu leke asla çıkmaz” diye haykırdı. Ayşe Hanımın arkadaşı Nurşen Hanım, “üzerine soğuk su dökün, buz koyun. Buz renkleri parçalıyor” dedi. İçimden, “herhalde kimya okumuş,” diye geçirdim. Ö. Tarık “hiç kimse öksüz kalmasın” dedi. Gerçekten insan Tarık’a sempati duymadan edemiyor. Ne kadar duygulu çocuk.

Daha sonra Migros’a gittik. Oldukça büyük. İnsanlar ilk açıldığında mesire yerine gelir gibi davranırlar, mağazayı gezer çıkarlarmış. Bunu duyunca kendimi gülümsemeden alamadım. Gerze’ye ilk belediye otobüsü konduğunda insanlar bir bilet alıp Gerze’yi dolaşırlar, bindikleri durakta inerlermiş. Ayşe Hanım burada 2 öğrencisiyle karşılaştı. Tıp doktorları ve yakın çevrede çalışıyorlarmış.

Ayşe Hanım yılbaşı süsleri hediye aldı. Onları paketledik. Ve davet edilen yere gittik. Hastanenin hemen yanındaki apartmanlardan birine girdik. Anladığım kadarıyla Ayşe Hanımın öğrencileriydiler. Buradaki Tıp Fakültesinden mezun olmuşlar Van’da görevliler. İki doktor yakındaki kasabalarda çalışıyorlarmış. Hazırlık muazzamdı. Tuzlular, tatlılar…

Ertesi gün sabah ve öğleden sonra olmak üzere iki kez seminer verince beş saat ayakta durmak beni çok yorduğu için erkenden konuk evine gittim. Seminer neşeli geçti. Daha önce “yaratıcılık” ile ilgili yazılarım öğrencilere verilmişti. Nitekim salona girince birkaç gencin elinde yazılarımı gördüm. Bunun seminer esnasında yararını farkettim. Bundan sonraki seminerlerimde de aynısını yapacağım. Zaten hemen her seminer sonu görsellerde değişiklikler ve bilgilerime eklemeler yapıyorum.

Seminer sonrası siteme baktığımda giren sayısının yükseldiğini gördüm. Sanırım öğrenciler meraktan sitemi ziyaret ettiler. Seminer eğlenceli olmuştu. Daha sonra, “tekrar ne zaman geleceğimi” sormuşlar. Ayrıca tanıştığım öğretim elemanları da yazılarımı çok iyi takip ettiklerini söylediler. Her seminer sonrası mutlu oluyorum.

Van kahvaltısının methini İstanbul’da iken duymuştum. Önerince hemen kabul ettim. Balı ve kaymağı unutamayacağım. Burada kaymaklar uzun ömürlü olsun diye iyice katı yağ olmuş. Orada kaymak kaymaklığını yitirmemiş, kokusuyla, tadıyla, kıvamıyla. Petek bala bayılırım. Van’da, İstanbul’da artık duyamadığım balın kokusu da tadı kadar beni mest etti. Yumurtayı da severim. İlk defa unlu yumurta yedim. Tabii bal kaymağın yanında diğer kahvaltılıklara pek rağbet göstermedim. Aklımda kalan bir koku ile tat da, otlu peynir oldu. Kavut ve murtuğa var. Kavut, kavrulduktan sonra un haline getirilen buğdayın tereyağı ile pişirilmiş şekli. Murtuğa ise, yumurtanın sade yağ ve un ile tavada kavrulmuş şekli.

Kahvaltıdan sonra Ayşe Hanım üniversiteye döndü ben Nurşen Hanımla dolaştım. Önce alışveriş yapılacak yerleri dolaştırdı. Ben çok fazla ilgi göstermeyince çarşının tamamını göstermekten vazgeçti. Gümüşü sevmeme karşın saatin dışında takı merakım olmadığı için oralarda da fazla oyalanmadık. Tabii Kütahya’da olduğu gibi burada da müzeler tadilatta olduğu için yaklaşık 1 yıldır kapalıymış. Çok istememe karşın müze gezemedim.

Nurşen Hanımlar da kahvaltı yaptık. Akşam yemeği yedik, Van gölü manzarasıyla. Konuk evi de deniz gibi olan göle bakıyor, üniversite de. Kütahya buradan daha yeşillik. Özellikle Üniversite yerleşkesinin toprağı pek verimsizmiş.

Ayşe Hanımlarda bir kahvaltı yaptık, televizyonda haberleri izleyerek. Özel kahvaltı yastıklarının üzerinde. Ve akşam yemeğini yedik. Öğlenleri de üniversitenin oldukça yüksek ve bol pencereli sosyal tesislerinde yemek yedik.

Sayın Ayşe YÜKSEL’in evi son yıllarda gördüğüm en ilginç, en sıcak, en sevecen evlerden biri. Sanki doktor evi olmanın ötesinde farklı bir sanatçının evi. Her yerde bir şeyler var ve baktığınız yerde kalıyorsunuz. Bıdık bıdık biblolar her çeşidiyle, her yerdeler. Türk desenleriyle bezenmiş kilimler, örtüler yerlerde, duvarlarda motifleriyle “bu güzelim geleneklerimizi öldürmeyin,” diye sesleniyorlar adeta Sayın Prof. Dr. Ayşe YÜKSEL’in evinden.

Evin ahşap olması sanki sıcaklık hissi yaşatıyor içindekilere. Bazıları seramik, bazıları gümüş, bazılara tahtadan hepsi kendi içinde takım oluşturmuş eşyalar evin birer köşelerinde yerini almışlar. Ev geniş olduğu için bu kadar doluluk sizi yormuyor, kendilerine baktırıyorlar. Bir avizeye asılmış kartal, sanki uçuyor. Diğer avizeye asılmış filler rengarenk…

Çekmeceleri asimetrik bir komidin. Bir tarafında iki, diğer tarafında dört çekmece var. Üzeri sehpa vazifesi görüyor . Telefon konmuş. Kuşlar, ördekler, ahşap havan ve tabaklar, vazolar, potinler, yontular, lambalar, kozalak, çaydanlık, heybeler, heykelcikler, çakıl taşları… Daha o kadar çok şey var ki evde.

Van’a gitmeden önce araştırma yapmıştım. Tıpkı Kütahya’da olduğu gibi burada da kaleye çıkarım sanmıştım. Tabii karı ve ayazı hesap edemediğim için. O nedenle etrafında dolaştık sadece ve bir “Van evi” gördük ama onun da kapısı kapalıydı.

Kedi Evi ve Kilim Evi görülmesi gereken güzel yerler. Üniversite yerleşkesi içinde bu evler.

Van kedileri, ipeksi beyaz kürkü, değişik renkte gözleri, avcılığı ve suda oynamayı sevmesiyle ünlü.

ÇYDD ye gittik. Eğer yorgunluk ve baş ağrım etken olmasaydı oradaki gençlere de seminer verebilirdim. Çoğu tıp öğrencisi sanırım. “V” isimli ilginç bir film izledik. Hemen, “İstanbul’ a gelince öğrencilerime söylerim,” dedim. Nitekim ancak yetişebildiğim Cuma grubuma söylediğimde hemen hepsinin filmi gördüğünü öğrendim. Onlar da ilginç buluyorlar. Filmde, “fikirler ölmez,” dendi.

ÇYDD de bir de “gençlik sorunları” konusundaki sempozyumdan görüntüler izledik. Film Sayın Dr. Erdal ATABEK’in fotoğrafı ile başladı. Ayşe YÜKSEL Hanım, “doktor olacaksınız, örnek aldığınızın fotoğrafını yerleştirmişsiniz hemen” dedi. Sempozyumdaki görüntülerde Sayın Prof. Dr. Türkan SAYLAN vardı ve şu an burada bulunan gençlerden de temsilci olanları gördük bol bol.

Dernekte büyük bir salon var. Girer girmez kocaman bir fotoğrafla karşılaşıyorsunuz. Sayın SAYLAN, gülümsüyor fotoğraftan gelenlere… Kütüphane var. Burada simit yedik. Ben açlığa hiç dayanamıyorum. Film bittikten sonra Nurşen Hanımlara gidip dolma, yoğurt bayramı yaptık.

Nurşen Hanım beni, DAKAP – Doğu Anadolu Kalkınma Programının gerçekleştirildiği binaya götürdü. Bu çerçevede Nurşen Hanım tek tek köyleri dolaşıp mutfak, hijyen temizliği konusunda bilgiler vermiş ve örneğin reçel, tarhana nasıl yapılır, öğretmiş – kurs vermiş. “Otlu peynir yapmaktan başka bir şey bilmiyorlar adeta,” diyor. Nurşen Hanım emekli bir Gıda Mühendisi. Umarım tüm emeklilere, evde oturanlara güzel örnek oluşturur.

Van’da kar nedeniyle mahsur kalınca rektörlüğe gidip çalıştım. Burada müsait bir oda buldular, Van ile ilgili notlarımı bilgisayara geçirdim.

Rektörlük Van gölünün tam kenarında. Beyaz üzerine mavinin örüntülendiği mozaiklerle kaplanmış. Oval bir giriş, iki yanında dikdörtgen olan binalardan oluşmuş.

Kaldığım konuk evinin penceresinden baktığımda Van gölünü ve ileride Ansel ADAMS’ın dağ fotoğraflarını izleme olanağı buldum…

İlk defa güneşi ve karı bir arada gördüm. Harika bir buluşma…

Ve muazzam bir zenginlikle döndüm İstanbul’a. Katkısı olan herkese yürekten teşekkürler…

01 – 01 – 2007 / İSTANBUL

Tülay ÇELLEK

Yıldız Teknik Üniversitesi
Sanat ve Tasarım Fakültesi
Sanat Bölümü Öğretim Görevlisi

http://www.tulaycellek.com

tcellek@yildiz.edu.tr


Bu yazı salt
www.amatorceedebiyat.com
ve
www.tulaycellek.com
Sitelerinde yayınlanır


Tülay ÇELLEK








<< Geri Dön [Okunma: 3158 ]


[ Yukarı çık ]    



© Her hakkı saklıdır.