Tülay Çellek
  Mavi bir günaydın yolluyorum sabahına
Yüreğimin sıcaklığını da gününe...
 Sending a blue ‘bonjour’ to your morning,
And the warmth of my heart to your day…
 Tülay ÇELLEK


Ana Sayfa
Yazılar
Şiirler
Poems
Söyleşiler
Tül'den Yansımalar
Resimler
Art
Fotoğraflar
Photograph
Karikatür / Çizimler
Cartoon / Drawings
Tasarım
Design
Tipleme
Character
Barış
Peace
Gerze
Ders Notları
Lesson Notes
Özgeçmiş
Autobiography/cv
Belgeler
Duyurular
Değiniler
İletişim
Contact

Yayın Tarihi: 4.1.2007  

VAN’IN YÜZÜNCÜ YIL’I <br> YÜZÜNCÜ YIL’IN VAN’I


VAN’IN YÜZÜNCÜ YIL’I
YÜZÜNCÜ YIL’IN VAN’I



VAN’IN YÜZÜNCÜ YIL’I
YÜZÜNCÜ YIL’IN VAN’I



Çok özel insanlar vardır. Bir gün yolunuz onlarla kesişir ve birlikte çalışmaya başlarsınız. Sayın Ferhat ŞENATALAR’da bunlardan biri. “Midyat’a gider misin,” diye başladı güzellikler ve eğitime geniş açıdan katkı... Bir başka gün Van’ı önerdi. “Çanakkale’yi düşünür müsün,” dedi bir diğer gün. Eski yılın son günü, “Urfa’ya gider misin,” diye sordu. Tabii bunların hepsine yanıtım “evet” oldu.

Yine çok özel insanlar vardır birbirlerini zaman içinde bulurlar. Unutulmaz yolculuklar ise sizi o özel insanlara taşır… Ve unutulmaz anlar yaşatırlar size. İşte Sayın Prof. Dr. Ayşe YÜKSEL inanılmaz enerjisi, umudu, morali, sevimliliği ve yürekliliği ile yaşantımın derinlerine inmeyi başardı. Sayesinde tanıdığım Gıda Mühendisi Sayın Nurşen ÇOKSÖYLER ve eşi Ziraat Fakültesi Gıda Mühendisliği Bölüm Başkanı Sayın Prof. Dr. Nafi ÇOKSÖYLER’de unutulmazlarım arasında yerlerini aldılar, yardımsever ve misafir sever davranışlarıyla. Ve de Sayın Nafi ÇOKSÖYLER’in Gıda mühendisi olup yoğun bir şekilde yaratıcılık konusuyla ilgilenmesiyle… Daha sayacak ve yazacak o kadar çok şey var ki. Birlikte çıkalım doğuya doğru…

Gökyüzünün olağanüstü görüntüsü, bulutların beyazlığı ile güneş sarısının buluşma görkemi ağlayan çocukları bile susturdu. O sonsuzluk görünümü ve buralarda uçmak insan zekasına bir kere daha hayran bıraktı beni.

Gerçekten o uçsuz bucaksız görüntüde saçlarımı rüzgara bırakmak istedim gönlümce, ta ki “ne içersiniz?” sözleriyle kendime gelene kadar. Kevin Costner’i anımsadım bu arada bir filminde ya da filmi için böyle demişti; “saçlarımı rüzgara bırakarak koşmayı arzuladım…” “Kurtlarla Dans”

Taktım güneş gözlüklerimi, güneşe karşı durdum. Ve bulutlara ayak basmak istedim.

Ansel ADAMS’ın fotoğraf dağlarından – dağ fotoğraflarından geçtik, Van’a uçarken. Güneşin ışıdığı bulutların üzerinden kaydık uçakla. Beyaz kaplamış her yeri… Çok uzaklarda yükselen kara ve gri bulutlarla Ansel ADAMS’ın dağ fotoğraflarına şahitlik ettik sanki, bulutların yanılsamalarımıza sunduğu görsellikle…

Sonra bulutlar, buzlar bir yerde çözülüverdi. Su oldu adeta aralarında yer yer buzulları taşıyan. Ve ileride sanki sislerin arasından bir dağ yükselir oldu ama bu seferki bir başka fotoğrafçının, bir isimsiz ressamın dağı belki de. Yine ileride bir yükselti, sanki dağcıları, örneğin Nasuh MAHRUKİ’yi bekliyor en üst noktasına tırmansın diye. Oraya kadar koşsam, eteklerine uzanıversem sere serpe uyusam, uyusam, uyusam… Bu sefer de yanımdakilerin sesiyle uyanıverdim boylu boyunca uzandığım bulutlardan, ayağa kalkıverdim sessizce ve biraz da şaşkınca.

Son dersimi düşledim, şu çok önem verdiğim son dersimi. Asistanlarıma fedakarlıklarından ve sorumluluk duygularından ötürü kitap hediye etmeliyim ve çiziktirdiklerimi belki de. Matbaa da basılırken gözlerini kuşa, çillerini yeme benzettiğim çocuk çizimlerimin çilleri silinivermiş. Tek tek çil koymalıyım. Tüm özelikleri gitmiş çünkü. İleride çizgi film, roman kahramanı olurlarsa acıktıklarında gözleri hareketlenecek çilleri yemeğe başlayacaklardı ve gezmeye gitmek istediklerinde de gözler yine hareketlenecek kanat çırpmaya başlayacaklardı.

Uçak yavaş gidiyor, manzarayı doya doya izleyelim, diye. Burada farklı doğasal görüntüler yan yana sanki; dağ, deniz, beyaz kara… Bir yeşili eksik. O, yeryüzünde kaldı, bazılarına inat yaşama mücadelesi vererek, betonların arasında. Güneş pırıl pırıl burada. Sevdiğim mavi ton ton, ırak, yakın, içimde – dışımda, her yerde; LEONARDO’nun tablolarında, perspektifin yaşamında, fotoğraflarda… Çok ileride turuncu bir çizgi güneşin sarı ışınlarının buluştuğu maviyi tamamlarcasına uzanmış kilometrelerce.

İstanbul’daki üç etkinliği Van’da seminer vermek için kaçırıyorum. SAYED’in yönetim kurulu toplantısını, sokaktaki – varoşlardaki çocukların “yaratıcılık atölyesi”ni gerçekleştirdiğim ve düzenlemesinde bulundum sergi açılışını ki en çok buna üzüldüm bir de Sanat ve Tasarım Fakültesinde önceden yapılan yılbaşı eğlencesini.

Bulutların karaları çoğaldı halbuki tüm alan bembeyaz pamuk gibi bulutlarla kaplıydı şimdiye değin. Burada maviden griye ve siyaha doğru her çeşidi var.

Bu arada sanki eski uygarlıkların kent kalıntılarına dönüştü görüntüler. Bulutların arasında kayalar görünmeye başladı, içinde yaşamı olmayan…

Yavaş yavaş metalik parıltılar da görüntülerini gökyüzüne göndermeye başladılar. Dağlarda mevsim gereği mi, yoksa uzaklıktan dolayı mı ya da yapısı yüzünden mi, yeşillik yok. Bir yerleşimin üzerinden geçiyoruz evler nokta nokta… Ve gözünü sevdiğim su göründü, yeşilimsi mavi edasıyla… Suyun üzerinden yürümek geldi içimden. Meğer Nemrut kraker gölüymüş.

Yeşil alanlar da bölük pörçük çıktı ortaya. Gitgide yeryüzündekiler barizleşiyor. Belli ki unutulmaz bir yolculuğun sonuna geliyoruz. Seminerlerimde çizgi diye betimlediğimiz yollar, buradan ipe benziyor. Dağların tepelerinde kar var. Çocukluğumun karlı Gerze’sini anımsattı bu muazzam görsellik..

Bulutları avucuma alsam
Pamuk gibi kalır mı, elimde
Birbirine sarılmış vaziyette…
Yoksa kar gibi dağılır
Tek tek düşer mi,
Parmaklarımın arasından…

Bulutlarda yürüsem,
Bırakır mıyım, iz
Yoksa arkamdan
Eski hallerine geliverirler mi?

Koşsam bulutlarda uçarcasına
Başarabilir miyim,
O yumuşacık görüntünün
Altında sertlikte olabilir
Dedirten yapısında…

Ve gerçekler…
Havaalanı sıcak
Uçak sıcak
Ben de üşürüm diye
Giyindim kat kat

Her yer kar,
Ve deniz edasıyla kocaman Van gölü…

Havaalanı küçük. Bu bana Kütahya’da peron aramamı anımsattı. Yanımdaki arkadaşlar çok gülmüşlerdi, “İstanbul’la karıştırdın.” Diye. Hakikaten onların kahkahalarından sonra baktım ki zaten olmam gereken perondaymışım. Çünkü otogar küçük.

Havaalanında beni Rektör yardımcısı Sayın Prof. Dr. Ayşe YÜKSEL ile Sayın Doç Dr. Serap YÜKRÜK karşıladılar ve hemen bir doktorla tanıştırdılar. Onkologmuş ve iyileştirdiği kanser hastaları varmış. Nitekim evde gazeteye baktığımızda kendisiyle ilgili bir sayfalık yazı gördük.

Konukevine eşyalarımı bıraktıktan sonra Serap YÜKRÜK Hanımın ÇYDD adına çalıştırdığı çocuk korosunu dinlemeye gittik. 1 Erkek 6 tane de kız öğrencisi var. Hemen hepsi de 9, 10 yaş civarındalar. Hoşuma giden taraf, çocuklara bedenlerinin de kullandırılmasıydı şarkı söylerken… Tam hareket çağındalar ve böyle bir şey onların devinim gereksinmelerine iyi yanıt veriyor.

Söyledikleri şarkılardan en etkilendiğim;
“İyilikten, Dostluktan Daha Güzel Ne Var?”
İnsanlıktan, barıştan daha güzel ne var?...

Konserden sonra yılbaşı kutlaması yapıldı. Sağlık, mutluluk dilekleri uçuştu havada…

Rektör Sayın Prof. Dr. Yücel AŞKIN, Müzik Bölümünün tüm gereksinmelerini gidermiş. Müziğin olduğu bir çok yerde bir piyona varken ve gerekli malzemeler yokken, burada 30 piyano varmış. Kutluyorum. Yüzüncü Yıl Üniversitesinde, iyi bir sanat eğitimine yakışır şekilde davranılmış. Müzik odalarının duvarları sese karşı yalıtılmış. Tabii bunlar karşılıklıdır. Çalışan da olmalıdır, malzemeler kadar.

Sayın YÜKRÜK, Koro ve Ses Eğitimcisi. “Önce masal anlatıp, şarkıyı öyle öğretiyorum. Bazen de çocuklara şarkı ile ilgili masal, öykü kurduruyorum.” Diyor. Böylece ilgiyi hep taze tutuyor. Çocukları dinlediğimiz salonun duvarları mavi, kalın halımsı bir kumaşla kaplanmış. Böyle 4 sınıfları varmış.

Sayın YÜKSEL, çocuklara, para biriktirmelerinden ve kumbaradan, gereksiz yere para harcamamalarından bahsetti çok sevecen bir hal ile. Bir kızımız kumbarasında para biriktirip maddi durumu kötü öğrencilere defter, kalem, silgi alıyormuş. Çaldıran’da ÇYDD nin yaptırdığı kız yurdunda 180 öğrenci kalıyor. Ayşe Ceren buraya kırtasiye vb. okul gereksinmelerini gönderiyormuş.

Tabii burada ÇYDD nin önemli bir sahibi, gerekenlerin düzenleyicisi olan Sayın Prof. Dr. Ayşe YÜKSEL’in olağanüstü katkılarıdır bu güzelliklere yaşam bulduran. En iyi yardımcılarından biri de Sn. Nurşen ÇOKSÖYLER. Kendilerini tanıdıkça takdir hisleriyle doldum taştım.

Sn. Prof. Dr. Ayşe YÜKSEL, ÇYDD çerçevesinde evden cumartesi sabahtan çıkıyor, akşama kadar çalışıyor. Halk sağlığına adanmış bir yaşamla karşılaştım. Umarım böyle değerleri herkes örnek alır. ÇYDD nin bir projesinden bahsetti. Türkiye’nin her tarafına kütüphane kurmayı düşünüyorlarmış. Ülkemizdeki en önemli eksiklerden biri giderilecek demektir.

Sayın YÜKSEL Çaldıran’daki kızlar yurdunun fotoğraflarını gösterdi büyük bir coşkuyla. ÇALDIRAN ÇAĞDAŞ ÇOCUK MERKEZİ. Ana sınıfı da var. Burada çeşitli kurslar gerçekleştiriliyor. Sınavlar oluyor; örneğin lise giriş sınavları. Çocuklar gösterilerini yapıyorlar. Kitaplığı ve oyun parkı var. Karşısında ilköğretim çocukları için 180 kız çocuğunu barındıran “kız öğrenci yurdu” bulunuyor. Bir odada 8 öğrenci kalıyor. Ben de yatılı okudum ama bir odada 16 kız kalıyorduk.

“Çaldıran Oruçlu Mezrasındaki İlkokulu ÇYDD yaptırdı. 2 derslikten oluşuyor. 1, 2, 3 ve 4, 5. sınıfları var. Bir de lojmanı bulunuyor. Bu önemli. Lojman kaloriferli.” Dedi Sn. Prof. Dr. Ayşe YÜKSEL oraların fotoğraflarını gösterirken bilgisayardan. ÇYDD birçok yerde ilköğretim okulu açmış. Bunlardan biri de Işık Gerçeker ÇYDD İlköğretim Okulu. Beste Güneş GERÇEKER trafik kazasında ölmüş, tazminatıyla okul yaptırılmış. ÇYDD 176 kişilik liseli kızlar için de yurt yaptırmış. Tabii ÇYYD nin yaptıkları bunlarla sınırlı değil. Sn. Ferhat ŞENATALAR, bu okul ve yurtlardan bazılarının çizimini İngiltere’de yaşayan mimar akrabasına çizdirmiş.

ÇYDD Van şubesinin, Hacıbekir mahallesinde Kinyas Kartal İlköğretim okulunda yaptığı, “VELİ EĞİTİMİ PROGRAMI” 23 Aralıkta başlamış. Öğrencilerin anneleri ile gerçekleştirilen bu proje, on beş günde bir, bir bucuk saat ve öğretim yılı sonuna kadar sürecek. Konuları;

• Kadın sağlığı
• Aile planlaması
• Anne, baba, çocuk ilişkileri
• Bebek bakımı
• Aşılar
• Halk sağlığı
• Çocukların okul başarısı…

Her konuda, uzmanlar tarafından eğitim veriliyor. Pof. Dr. Ayşe YÜKSEL Hanım ve psikolog eşliğinde gerçekleşiyor program. Ayrıca katılımcılara da soruluyor, “ne öğrenmek istiyorsunuz?” Diye.

Kurs, 14 anneyle başlamış. Şu an 64 anne katılıyor. Ayşe Hanım, dersin sonunda soruyor; “neler öğrendik?” Diye. Bu soruya özet olarak, “çocuklarımıza sevgi göstermemiz gerektiğini öğrendik. Onları dövmeyelim, sevmek için dokunalım.” Diye yanıtlamışlar. Ayşe Hanım, “bazı annelerin o güne kadar çocuklarına dokunmadıklarını, sarılmadıklarını, öpmediklerini,” söyledi. “Çünkü” diyorlarmış “biz annemizden böyle bir şey görmedik. O nedenle çocuklarımıza dokunmuyoruz.” Diğer belirleyici de çok çocuklu olmak. Bu nedenle zaman bulamamaktan şikayet etmişler. Sadece çocukların bakımıyla uğraşmak onları yetiştirmek değildir halbuki. Kurslar Yüzüncü Yıl Üniversitesinin öğretim elemanlarınca veriliyormuş. Bu nedenle bu konuya ön ayak olan Üniversitenin yöneticilerini ve öğretim üyelerini yürekten kutluyorum. Eğitim anlayışı budur işte. Salt öğrencilerinin eğitimini değil, annelerinin de eğitimini üstlenmek ve eğitimi Üniversite sınırları yani binaları içinde bırakmamak…

Daha önceki yıl da yapılmış bu kurs. Önceleri sayıları azmış. Zamanla çoğalmışlar. Ayrıca daha sonraları süslenerek ve bakımlı gelmeye başlamış hanımlar. Ve “kurs gününü dört gözle beklediklerini” söylemişler. Bu çok değerli sözler, hem kendilerini hem de kursu önemsediklerini gösterir.

Seminerim çok neşeli geçti. “Yaratıcılık” ile ilgili yazılarım daha önceden öğrencilere verilmişti. Bunun seminerde yararını gördüm. Bundan sonra böyle yapmaya karar verdim. Zaten her seminerimde görsellerimi elden geçiriyor ve bilgiler ekliyorum. Seminer öncesi ve sonrası öğretim elemanlarıyla tanıştım, karşılaştım. Hemen hepsi de yazılarımı okuduklarını, sıkı takipçim olduklarını söylediler, Kütahya’da olduğu gibi. Siteme üniversitelerden girildiğini biliyor ve duyuyorum. Ama yaşamak daha bir hoş oluyor. Yararlı olmanın tadını yaşıyorum doyasıya…

Sayın Prof. Dr. Ayşe YÜKSEL çok iyi düzenlemeci, planlamacı. Sağolsunlar bana güzel bir program hazırlamışlar. O çerçevede Sayın Nurşen ÇOKSÖYLER eşliğinde gördüklerimle şenlik yaptığım harika bir gün geçirdim.

İlk gittiğimiz yer, Yüzüncü Yıl Üniversitesi “ÇAĞDAŞ YAŞAM GİYİM EVİ” oldu. Sağlık Kültür Spor Başkanlığı binasının içinde. Nurşen Hanım buraya haftanın üç günü memur gibi geliyormuş. Giyim evinin kapısı açılınca, mağazaya girdim zannettim. Raflarda bir sürü giyecekler, ortada uzun bir masa var, oda dolu. Hepsi bedenlere göre ayrılmış. “Tam mağaza gibi,” diye düşünürken arkamı döndüm boy aynasını gördüm. Nurşen Hanım kabini işaret etti. Burada seçme hakları var. Giyiniyorlar, aynaya bakıyorlar beğendilerse alıyorlar. Maddi durumu kötü öğrencilere güzel bir destek. Kendisine bu işlerde gönüllü öğrenciler yardım ediyormuş. Bazen giysiler küçük geliyormuş, o zaman ilköğretim okullarına gönderiyorlarmış. Talep çokmuş. Özellikle çok çocuklu olmak belirleyici oluyormuş tabii. Özellikle kot pantolon çoğunlukta. Kemerler, çantalar, kazaklar var. Bir de aşağıda depoları varmış ama ne yazık ki yanmış. Nurşen Hanım yanan depoya girip kurtarabildiği kadar giysi kurtarmaya çalışmış. Bir masa ve üzerinde bilgisayar var. Nurşen Hanım kapıya program asıyor.

Önceleri ikinci el giysiler düşünülmüş. Yıkanır, ütülenir, dağıtırız demişler. Ama bu arada giysi mağazalarına yazmış Sn. YÜKSEL. Onlar yeni giysiler vermek istemişler ve göndermişler. Bu dayanışma 6 yıldır yapılıyormuş. Üniversitede maddi durumu kötü öğrencilere katkı veriliyor. Ve öğrenciler, giysi evi için, “rehabilitasyon yerimiz, merkezimiz, dertlerimizi anlatıyoruz, yeni arkadaşlar ediniyoruz,” diyorlarmış.

Nurşen Hanım “GÜNIŞIĞI” projesinin gerçekleştirildiği salonu açtı. Burada öğrenci toplulukları stand açıyormuş. Ayrıca, ÇYDD den Nurşen Hanım ve psikologlar öğrencileri dinliyorlarmış. Bir ara Nurşen Hanım öğrencilere, “mektup yazarak kendinizi anlatın,” diye öneride bulunmuş. Ancak mektuplar, Nurşen Hanımın konuşma esnasında kitap okuma ve spor yapma önerilerinden ileriye gidememiş. “GÜN IŞIĞIM YYÜ Öğrenci Rehberlik Danışmanlık ve Sosyal Destek Birimi”nde özellikle öğlenleri, öğrenci topluluklarıyla sohbet etmeye öğrenciler geliyormuş. Koltuk takımı ve masalar var, öğrencilerle görüşme yapmak için. Bir tarafta da Van ve köylerine gitmesi için eşyalar bulunuyor kolilerde. Sakatlara verilmek üzere tek tek spor ayakkabılar gördüm. Burada Çevre Topluluğunun yazıları dikkatimi çekti. Çevre sorunlarını yazmışlar ve kendilerine katılma sorumluluğu bekliyorlar öğrencilerden. “Dünyayı kurtarmak için bize katılın” diyorlar.

YYÜ Van Kedisi Araştırma Merkezi Müdürlüğü KEDİ EVİ”ne, “Bir kedi sahiplenin, bir hayat kurtarın” sözleriyle girdik. Burada kedi odaları var, işlevselliklerine göre ayrılmış. Odalarda pencerelerin dışında kedilerin bahçeye çıkmaları için ayrıca bir bölme var. Yer koltukları da var. Erkek kedi odalarıyla dişi kedilerin odaları ayrılmış. Ancak odalar arası tüneller var ve üzerleri camla kapatılmış. Çiftleşme zamanında kapıları açılıyormuş. Doğum ve çiftleşme odaları var. Bir de çocuk odaları var, yavru kediler için. Bir tek orada oyuncaklar gördüm küçük top, ayıcık gibi… Yemek odaları da var. Bembeyazlar. Bazılarının tüyleri uzun, bazılarının kısa. İki ayrı cinsmiş. Gözlerine dikkat ettim. Çoğu mavi, masmavi. Birazının da bir gözü mavi, bir gözü sarı. Bir tane kuyruğu gri olana rastladım. Ayrıca hasta hayvan odası var. Dışarıda da her tarafı hatta üstü bile tel örgüyle örtülmüş bahçeleri bulunuyor kedilerin. Biraz da orada izledik güzelim Van kedilerini.

Van kedisinin eğitime çok iyi yanıt verdiği biliniyor. Kendisine öğretilenleri çok çabuk kavrıyorlar. Van kedisi bir batında dört adet yavru doğuruyor. Yavruları 2 - 3 aylık iken sesleri, ses tonlarını öğreniyorlar.

Suda yüzmeyi ve suyla oynamayı seven tek kedi türü olarak biliniyor. Yemeğin, sütün sıcak olup olmadığını ön ayağı ile kontrol ediyor ve yemek uygun sıcaklıkta ise yiyor. Kavun, karpuz ve bazı meyveleri de yedikleri gözlenmiş.

YYÜ yerleşkesi içinde bir de “KİLİM ATÖLYESİ TÜRK EL SANATLARI UYGULAMA VE ARAŞTIRMA MERKEZİ” var. Girişte ve üst katta sergi salonları bulunuyor. Bordo renk hakim kilimlerde. Önce Siirt battaniyesi dokunan atölyeye girdik. 3 tane tezgah var. Tezgahlar yatay. Önce dokuyorlar sonra yünü – tiftiği tarakla tarıyor, tüylü hale getiriyorlar. Tarama yönüne göre şekil alıyor. Halı atölyesinde 8 tezgah var. Burada tezgahlar dikey. Önce bir sıra bağlanıyor. Sonra özel makası ile kesiliyor uzunluklar. Kesilirken ipler çapraz yapılıyor. Kesim işi bitince bir kolla düzleştiriyorlar. Ve bağlamaya devam ediyorlar. Kontrplak üzerine yapıştırılmış bir desen var, o yineleniyormuş. Desen kanaviçe şeklinde betimlenmiş. Yukarıda renkli yün ipler asılı.

Kilim dokuma atölyesinde de tezgahlar dikey, halı tezgahı gibi ama onlardan küçük. Farkı iplerin inceliğindeymiş. Burada 4 tezgah var. Birebir büyüklükte örnekleri asılı. Bir kilim bir ayda bitiyormuş. Normal memur gibi mesai saatlerinde çalışıyormuş gördüğüm genç kızlar. Yine bordo renk hakim ve geometrik şekiller.

Teşhir odasına gittik. Burada biraz farklı renkler var. Mavi, yeşilin de bulunduğu. Ama yine de bordo her şeye hakim. Gösterilen kilim 60 ytl, fakat motif olarak daha sade. Kilimler; arabalar, sehpalar, yerler, duvarlar için yapılmış. Yastıklar, kırlentler, araba takımı, battaniye, halı, beşik, kapı süsü, heybe sergileniyor burada.

Van Kalesini görmeye gittik. Kar ve ayaz nedeniyle çıkamadık ancak tellerle çevrili etrafında dolaştık. Kale sarp kayaların üstünde. Kalenin eteklerinde eski bir Van evi var. Ama kapalı olduğundan onun içini de göremedik. İskeleye ulaşan cadde, dünyanın en uzun kent caddesiymiş.

Eskiden taşımacılığın tamamı Van Gölünde yapılıyormuş. Şu an sadece Tatvan’a var deniz – göl yolu. 4 saatte gidiliyor. Gölün çevresinden de aşağı yukarı aynı saatte varılıyor Tatvan’a. Ankara, İstanbul’dan gelip İran’a giden trenin vagonları Tatvan’dan feribota konuluyor. İskelede tekrar indirilip İran’a devam ediyor. İran yaklaşık 200 – 250 km. uzaklıkta. Göl çok derin. Kendi kendini temizleme özelliğine sahip. Çok büyük, farklı bir özelliği de içinde yaşatıyor; İnci kefali. Bu balık, dünyada sadece burada bulunuyormuş. Yumurtlamak için Van gölüne akan sulara gidiyorlarmış.Yumurtladıktan sonra yine Van gölüne dönüyorlarmış. Gidip gelirken hopluyor, zıplıyor çok güzel görüntülere sebep oluyorlarmış. Geniş bilgiye, www.dogagozculeri.org ve www.incikefali.net sitelerinden ulaşabilirsiniz. İnci kefallerinin en büyük sahibi, babası geldiğimde Doç. giderken Prof. olan Sayın Mustafa SARI… Ziraat Fakültesi Su Ürünleri – Balıkçılık Bl.

Atatürk’ün 100. doğum gününde kurulduğu için bu adı alan üniversitede güzel çalışmalar yapılıyor. Beni “yaratıcılık” konusunda seminer vermem için davet eden başta Rektör Yardımcısı Sn. Prof. Dr. Ayşe YÜKSEL’e, düzenlemede yer alan Sn. Doç. Dr. Serap YÜKRÜK’e, Halkla İlişkilerden Sn. Nuray HAYTABAŞI’na, bu tür etkinliklere olanak tanıyan Rektör Sn. Prof. Dr. Yücel AŞKIN’a, Yüzüncü Yıl Üniversitesinin çok değerli öğrencilerine, öğretim elemanlarına, beni misafir eden ve gezdiren Sn. Prof. Dr. Nafi ÇOKSÖYLER ile değerli eşi Sn. Nurşen ÇOKSÖYLER’e, Sn. Prof. Dr. Mustafa SARI’ya ve benliğimi bu güzelliklerle buluşturan, Van’dan insan ve fikir zengini olarak dönmeme neden olan Sayın Ferhat ŞENATALAR’a yürekten teşekkürler…

Van, Süphan dağının eteklerinde kar ve güneşin buluştuğu ilginç görüntülere şahit olacağınız bir iklime sahip. Etrafı yeşillik olmasına karşın, içi fazla yeşili taşımıyor. Kentin orta yerine, özelliği olan beyaz Van kedisinin kocaman yontusunu dikmişler.

Van’ın üzerinde bir çok uygarlık yaşamış. Yerleşim, eskiçağlara kadar uzanıyor. Yapılan kazılardaki buluntular, Van’ı hem Kalkolitik Çağa hem de Mezopotamya kültürüyle ilişkilere götürüyor. Van’da Huriler, Urartular yaşamış. Daha sonra Persler, Makedonyalılar, Seleukoslar, Ptolemaioslar, Partlar, Ermeniler hakim olmuş Van topraklarına. Roma ve Sasani savaşlarından sonra Bizans’tan Araplara geçmiş yönetim. Ve Türkler… Bir çok kez el değiştirmiş Van’da yönetim…

Van ve çevresinde kaleler var, birçok uygarlığın gelip geçtiğini gösteren. Hoşap Kalesi, Çavuştepe Kalesi, Ayanıs Kalesi, Aşağı – Yukarı Anzaf Kaleleri, Toprakkale…

Urartu Kralı Sarduri tarafından M.Ö. 9. yüzyılda inşa edilen Van Kalesi’nde, döneme ait surlar görülebilir. Kaledeki kaya mezarında, Urartulardan kalan ve “Horhor Yazıtları” olarak adlandırılan uzun bir yazıt bulunuyor. Hala dimdik ayakta duruyor kale. Şu anda İstanbul’da söz konusu olacak depremde ne kadar bina ayakta kalacak acaba? Urartuların sağlam mimari örnekleri ise günümüze kadar ulaşabilmiş. Urartular, bu yörede 300 yıl yaşamlarını sürdürmüşler. Gümüş işçiliği onlardan kalmış.

Akdamar Kilisesi, Adır Kilisesi, Çarpanak Kilisesi, Yedi Kilise, Albayrak St. Bartholomeus Kilisesi Van yöresinde yer alan önemli yapılardır.

Gevaş İlçesi’ndeki Halime Hatun Türbesi ise Anadolu Selçuklu Meliki İzzetin tarafından 1335’te kızı Halime Hatun için yaptırılmış. Selçuklu taş işçiliğinin en güzel örneklerindendir.

Van doğuda İran devlet sınırında biter. Türkiye’nin en büyük gölüne dayanır diğer tarafı. Yüksek bir alanın kıyılarındaki çöküntüde yerini almıştır.

Van'ın eski ismi, "Güneş gören" anlamında Tuşpa'dır… Farklı renkte gözlere sahip kedisi, otlu peyniri, Van kahvaltısı, güneşle bembeyaz karın inanılmaz bir şekilde buluştuğu ve gün batımı manzaraları ile haklı bir şöhrete sahip Van. Ayrıca Başkale peribacaları, Muradiye şelalesi, Ganisipi Şelalesi –Beyaz su gibi doğal güzelliklere de sahiptir.

Gevaş İskelesi'ndeki teknelere binilip Akdamar Adası'na gidiliyor. 20 dakika süren yolculuktan sonra badem ağaçlarıyla çevrili bir adada buluveriyorsunuz kendinizi…

Kent Merkezinde yer alan çarşıda İran ve Çin malları başta olmak üzere bir çok şeyi görmek mümkün. Tabii burayı ayrıntılı gezmek kişilikle, ilgi alanlarıyla bağlantılı. Doğrusu ben, “Van Müzesi”ni görmeyi tercih ederdim.

Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneğine gittik. “V” isimli bir film izledik. Oldukça ilginç bir film. “Fikirler ölmez” deniyor filmde, çarpıcı bir biçimde. Bir de “Gençlik Sorunları”nı içeren bir sempozyumdan görüntülerle bir güne daha noktayı koyduk…

ÇYDD adına yapılan tüm çalışmaları kutluyor, ÇYDD üyelerine yürek dolusu teşekkürlerimi sunuyorum. Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği, adına layık bir şekilde çalışıyor…

01 – 01 – 2007 / İSTANBUL

Tülay ÇELLEK

Yıldız Teknik Üniversitesi
Sanat ve Tasarım Fakültesi
Sanat Bölümü Öğretim Görevlisi

http://www.tulaycellek.com





Tülay ÇELLEK








<< Geri Dön [Okunma: 4147 ]


[ Yukarı çık ]    



© Her hakkı saklıdır.