Tülay Çellek
  Mavi bir günaydın yolluyorum sabahına
Yüreğimin sıcaklığını da gününe...
 Sending a blue ‘bonjour’ to your morning,
And the warmth of my heart to your day…
 Tülay ÇELLEK


Ana Sayfa
Yazılar
Şiirler
Poems
Söyleşiler
Tül'den Yansımalar
Resimler
Art
Fotoğraflar
Photograph
Karikatür / Çizimler
Cartoon / Drawings
Tasarım
Design
Tipleme
Character
Barış
Peace
Gerze
Ders Notları
Lesson Notes
Özgeçmiş
Autobiography/cv
Belgeler
Duyurular
Değiniler
İletişim
Contact

Yayın Tarihi: 2.10.2006  

ÜSTÜN ZEKALI GENÇLERLE BİRKAÇ SAAT YAŞAMAK…


ÜSTÜN ZEKALI GENÇLERLE BİRKAÇ SAAT YAŞAMAK…


ÜSTÜN ZEKALI GENÇLERLE BİRKAÇ SAAT YAŞAMAK…

Yaşadığım gerçekler, hep film sahnelerini anımsatır oldu ya da “bir film senaryosu olur,” dedirtiyor…

Yatılı okudum, 6 yıl. O zaman okulumuz Samsun’un dışındaydı. Tabii şimdi aşırı betonlaşma, plansız hareket etme, göç vs. her yeri birbirine karıştırdı. Ama şu gerçek ki yatılı okulları, kentten uzakta yapılmak düşünülmüştü.

Hiç unutamadıklarımdan biri de “Ölü Ozanlar Derneği” filmidir. Özellikle kitap yırtma sahnesi hep usumdadır. Ve bir öğrencinin bu işlemi yaparken bile, cetvel kullanmasını da unutmak mümkün değil…

Git, git yol bitmiyor. Gebze’nin içinde sanıyordum. Hayır, oradan da çok uzakta. Nihayet muazzam bir yeşillik başladı ve deniz göründü… O güzellik arasında fazla yüksek olmayan binaları da görebildik sonunda.

Hiç unutamayacağım bir karşılaşma oldu benim için. Binaya girdiğimizde her genç, “merhaba, hoş geldiniz, “ diyordu. Halbuki diğer yerlere gittiğimde yöneticiler ve ilgili kişiler karşılar öncelikle ve salt onlar, “hoş geldin,” derlerdi. Öğrencilerin bu tavırları çok hoşuma gitti doğrusu…

Duvarlarda resimler var. Biri dikkatimi çekti. “Ayakkabıları resmeden yetenekliymiş,” dedim içimden. Okulu gezdirirken gördüğüm bu resmi kim yapmış, diye ismine bakmadım. Seminer bitip aynı yoldan dönerken, bana asistanlık yapmaya gelen sevgili öğrencim Şenel, “Tülay Hanım bu bizim Pınar, değil mi, bakınız, “dedi. Evet gerçekten de meğer o resmi yapan öğrencimmiş, YTÜ den. Çok zeki ve yaratıcı bir öğrenciydi. Yıldız’a gelince kendisine de söyledim. “Orası benim yuvam, arada gidiyorum,” dedi. “Ama çok uzak; sanki yaşamdan her şeyden, tüm faaliyetlerden,” dediğimde de “haklısınız, haftada sadece bir gün AKM ye götürülüyorduk,” dedi.

Yatakhaneye gidince, Samsun’da 16 kişi olduğumuz yatakhanelerin 4 er kişilik olduğunu gördüm. Hole masa koymuşlar, kızlar orada çalışıyorlardı. Hemen yatakhanemizde yaşadıklarım film şeridi gibi geçti gözümün önünden. Çok uykucuydum ve ışıkta uyuyamıyordum, tabii gürültüde de. O nedenle önce toplu olarak sonra da tek tek “iyi geçeler arkadaşlar” derdim. Beni bu sözümle anımsayacaklarını söylerdi, onlar da.

Önce yemek yedirdiler. Yemekler lezzetli. Halbuki anımsıyorum da yatılı okulumun yemeklerini hiç yiyemiyordum. Masaya aç oturup, aç kalkıyordum. O nedenle dolabımda mutlaka, bir kavanoz annemin yaptığı özellikle sevdiğim kızılcık reçeli bulunurdu. Hafif mayhoşca tadını şu an ağzımda hisseder oldum. Annemi özlüyorum ve yatılı olmak ne demektir, öyle biliyorum ki.

Tedbir olsun diye hep erken giderim seminerime. Çünkü saati geldiğinde seminere katılanları bekletmek kadar nefret ettiğim bir şey yoktur. Onlar, beklerken haklı olarak sıkılıyorlar. Vücut dilini okuyan bende de moral kalmıyor. Gerçekten izleyenlere saygı duymak gerekir. Daha doğrusu zamana saygı duymak lazım. İyi ki erken gitmişiz, sorun çıktı. Ve teknik nedenlerle epey beklemek zorunda kaldık. Önce çaya, kahveye davet etmişlerdi. Kabul etmemişim. Yapılana kadar bekledik. Bu arada müdürleri geldi. “Hoş geldiniz,” dedi ve gitti. Teknik sorunlar halledilip, ilk sahneyi gördükten sonra öğretmenler odasına gittik, zamanı geçirmek için. Ben sadece su içtim, herkes çayını, kahvesini içerken.

Daima seminere başlamak zor oluyor. İlk soruya yanıt, her yerde gecikiyor. Sonra rahatlanıyor, fikirler, öyküler, tasarımlar havada uçuşmaya başlıyor. Herkes konuştuklarıyla birbirine anımsatmalar yapıyor.

Bu seminerde bir tek, kendi yazdıklarına da kitap kapağı tasarımı yaptırıyordum, onu unuttum. Eve gelip, anımsayınca epey hayıflandım kendime. İçime oturdu gerçekten. Çünkü kendilerine ait olan bir şeye önem verilmesi, bir tasarıma neden olması bir hayli olumlu yönde etken oluyor. Hafta sonu gittiğim “tasarım günlerinde,” oradan iki öğrenciye rastlayınca hemen bunu söyledim tabii bir de içimde kalan ikinci şeyi de paylaşmadan edemedim. Yani onların bu denli uzakta olması, her şeyden… Onlar da aynı şeyi söylüyorlar. Evet, eğitim buradaki eğitimden biraz farklı. Öğretmenlerin sınıflarına, atölyelerine gidiyorlar. Fizik, kimya vs. dersleri laboratuarlarda yapılıyor. Ama bence yine de yeterli değil. Onlar çok yoğun bir şekilde konser, sergi, konferanslarla donatılmamalılar. Bunlar onlara heyecandır, yaratmaları için vesilelerdir vs. Yaşamdan uzak olmak ne kadar yarattırır? Her ne kadar zaman zaman hizmet ayaklarına gidiyorsa da…

Benim semineri organize eden velilerdi. Aynı şekilde idarenin de bu yoğunluğa sahip olması gerekir düşüncesindeyim. Anadolu Güzel Sanatlar Liselerinde bunu yaşadık hep. Öyle müdürler getirildi ki, ders dışı faaliyetleri hiç önemsemeyen. O gençler, ezber eğitimle beslenemez. O halde yaşamın tüm verilerinden yararlanmalılar. Ama nasıl?

Oradan bir sürü soru işaretiyle ayrıldım, zaten çok başım ağrıyordu. Ama gittiğime, o gençlerle karşılaştığıma çok sevindim.

Bu organizeyi gerçekleştiren Sayın İbrahim CAVAÇ ve değerli eşine teşekkür ediyorum. Yaptıkları çok güzel. Veliler böyle olmalı. Uyarıcı olmalılar, istemeliler ve katkı vermeliler…

Ve bana gönüllü asistanlık yapan sevgili Şenel MUHZIROĞLU’na yürek dolusu teşekkürler, sevgiler…

16 – 09 – 2006 / İSTANBUL
Tülay ÇELLEK

Yıldız Teknik Üniversitesi
Sanat ve Tasarım Fakültesi
Sanat Bölümü

Bu yazı salt
www.amatorceedebiyat.com
ve
www.tulaycellek.com
Sitelerinde yayınlanır

Tülay ÇELLEK








<< Geri Dön [Okunma: 2486 ]


[ Yukarı çık ]    



© Her hakkı saklıdır.