Tülay Çellek
  Mavi bir günaydın yolluyorum sabahına
Yüreğimin sıcaklığını da gününe...
 Sending a blue ‘bonjour’ to your morning,
And the warmth of my heart to your day…
 Tülay ÇELLEK


Ana Sayfa
Yazılar
Şiirler
Poems
Söyleşiler
Tül'den Yansımalar
Resimler
Art
Fotoğraflar
Photograph
Karikatür / Çizimler
Cartoon / Drawings
Tasarım
Design
Tipleme
Character
Barış
Peace
Gerze
Ders Notları
Lesson Notes
Özgeçmiş
Autobiography/cv
Belgeler
Duyurular
Değiniler
İletişim
Contact

Yayın Tarihi: 27.7.2006  

MİZAH TADIYLA ŞİİR CENNETİNDE YAŞAMAK


MİZAH TADIYLA ŞİİR CENNETİNDE YAŞAMAK


MİZAH TADIYLA ŞİİR CENNETİNDE YAŞAMAK



Perşembe günü bir soluk alma gereksinimimi adalarda giderdim. 1 saatlik deniz havası, vapur yolculuğu ile iyi gelecekti. Ardından çok sevdiğim karikatür, mizah üzerine konuşmalar tatlısı olacak, ondan sonra gelen şiirler de meyvelerim. Perşembe beynim, ruhum bir güzel doyacaktı. Hakikaten sabah yaptığım bir telefon konuşmasıyla, gün sonu telefon konuşmasındaki ses rengim değişmişti. Arkadaşım da bunu bir güzel vurguladı…

“3. Uluslararası Adalar Festivali” bu yıl fazlaca sessiz geçiyor. Programına, ancak oraya gidince ulaşabildim.

“Çok Kültürlülük ve Mizah” konulu panelin yeri, Büyükada Turing iskeledeydi. Konuşma, Sayın Cihan DEMİRCİ ile başladı. Babası İAGSL nin kurucularından. Hep selam söylerim.

Sayın Cihan DEMİRCİ, mizahın bir anlatım aracı olduğunu vurguladı en başta. Ve devam etti. Özetle not aldıklarım: “Mizah ve çok kültürlülük birbirine çok yakışıyor. İlk mizah dergisi ‘Diyojen’ 1870 de Ermeni asıllı bir vatandaşımız tarafından çıkarılıyor. Bu dönemde mizah geri düştü.

Tevfik Fikret ve H. Gürpınar’ın gittiği ilkokuldan mezunum. Bahçesinde heykeller vardı.

Mizah çok kültürlü bir alandır. Tüm kültürleri eşit olarak içine alır mizahçı. Mizahçı yurtsever olur ama ırkçı bir milliyetçi olmaz. Mizahçı çok kültürlülüğe sahip çıkmalı…

Sayın Semih POROY, “matbaa 300 yıl sonra geçerken Batı’dan, mizah 30 – 35 yıl sonra geçmiş. Daha çabuk geçişi, mizahın. Bu, mizahın sınır tanımayan tarafını gösterir.

Aynı kültür içinde de kırsal, kentsel kültür farklılığı ve etkileşimi var.” Bu arada bir genç erkek çep telefonu ile içeri dışarı çıkarak – dolaşarak bağıra bağıra konuşuyordu.

“Klasikler insanı çok ilgilendirdiği için kalıcı olmuşlardır. Mizah ta insan hallerini işlediği için kalıcıdır. İnsanlık durumları tüm dünyanın algıladığı, kıskançlık, sevgi vb. herkes için geçerlidir. Çelişki, çatışkıdan mizah doğar – çıkar. Çok kültürlülükte en önde gelen fıkradır. Bazen yörelere, uluslara göre mizah anlayışı ayrılabilir – değişebilir. O zaman izah etmek gerekebilir. Bir yerden duymuştum; ‘insanlar aynı şeylere ağlar, farklı şeylere güler.’

Şiir çevirisi zordur. Şiir, o dilin tüm inceliklerini taşır. Çeviri de onun birazcık lezzeti alınabilir ancak, tamamının değil… Örneğin dil çıkartma bizde ayıpken başka yerlerde saygın. Mizah şoven olamaz. Fıkra kendimizle, birbirimizle, diğer toplumlarla dalga geçmektir.

Karikatür-ist evrenseldir. Sınır tanımaz. Kültürler arasıdır. Karikatür, porte çizeri olarak tanımlanır – algılanır. Özellikle Batı’da karikatür, yüz bozma anlamına gelir. Başarıyla bozulmuş bir yüz çizimi kalıcıdır..” Armut şeklinde çizilmiş Fransa Kralını anımsattım. Bunu tüm ayrıntılarıyla anlattı Sayın POROY. Kral karikatüristi ve yayınlayan dergiyi hemen mahkemeye vermiş ve kazanmış. Mahkeme kararının dergide yayınlanmasını da sağlamış. Derginin ilk sayfasında yazı armut biçimde yayınlanmış.

Sayın Cihan DEMİRCİ, “mizahın başlangıcı, Diyojen’den beri bu topraklarda başladı.

Mizah, standapla karşılaştırılmamalı. Onun içi boş… Kilise düğün yeri, camii ölüm yeri… Engizisyondan sonra Rönesans ile muazzam bir değişim olmuş. Şu an Fransa’da da çok şey yitirildi. Mizahçı yetişmiyor. Kitap okuması azaldı… Bunu Fransız bir sanatçı söylüyor.

Bu topraklarda başka ulusların 200 yılda yaptıkları, 15 yıl içinde M. Kemal tarafından yapıldı. Bu çok fazla hızlı. Sindirilmesi gerekir.

Hoşgörü mizah için çok önemli… ‘Aziz Nesin, hoşgörülü bir toplumda mizah yapmanın keyfi çok farklıdır.’ Derdi. Türkiye’yi gezmek çok iyi. Anadolu’nun temiz insanıyla karşılaşmak çok hoş oluyor. Yönetim kademesinde olanların da hoşgörülü olması gerekir.

Mizahçının yaşı ilerledikçe hüznü artar. Aziz Nesin’de adeta 70 li yaşlarda mizahı bıraktı. ‘Aziz Nesin’lik’ lafı vardı bir zamanlar…

Şu an mizahçı okumuyor. Dış dünyaya ilgisiz kalmamalı. Kendi ülkesinden kopmuş, İstanbul’dan çıkmamış arkadaşlar var. Bunlar kısırlaşıyor. Haberlerde mezarın üzerinde mangal yapanlara rastlıyoruz. ‘Mahkumlar cezaevinde ele geçirildi.’ Yazan gazeteler var, hala saklıyorum.

Mizah terslikten beslenir. Nasrettin Hoca eşeğe ters binerek mizahı tanımlamıştır. Mizahçı arkaya bakar ama hep ileriyi görür.

Pertev Naili Boratav’ın 42 yılda araştırdığı Nasrettin Hoca kitabı ‘Edebiyatçılar Derneği’ tarafından basılmıştır. Kendilerini kutluyoruz. 5 bin Nasrettin Hoca fıkrası var. Nasrettin Hoca Selçuklu döneminin kahramanıdır.

Karagöz Hacivat’ımız da var. Onun filmini görmelisiniz.

Mizahın kökleri sivridir. Kabına sığmaz. Mizah, muhalefet etme sanatıdır. Dozu, boyutu kişiye göre değişir.”

***

Yazımı “Eşeysel Rodin” isimli kitabını hediye eden Sayın Hakan SÜRSAL’ın bir şiiriyle bitireyim.

GÖRSEL

Işık alıngan
Suya darılır derinlere kırılır
Toprak sarılgan
Çağlar biçer fidana
Esir düşmez ağaçlar

Rüzgar savurgan
Dolanır yersiz yurtsuz
Gün olur dağılır
Yoktur ölüsünü gören

İnsan doğurgan
Resim yapar gözü
Peyzaj sürülerine konar
Öper kanat seslerini
Böyle çoğalır varlıklar…

Hakan SÜRSAL

( Akyüz Yayın Grubu – 2006 )

22 – 07 – 2006 / İSTANBUL

***

Perşembe günü gibi, cumartesi günü de programda yazılan ozanların yarısı gelmemişti.

İlk program 17 00 de Büyükada Princess Otelde Firuzan Hanımın söyleşisi ile başlıyordu. O nedenle evden 13 30 da çıktım. Büyükada’ya geldiğimde saat 16 30 du. Doğruca otele gittim. Girer girmez karşılaştığım görevli hanıma, söyleşi için geldiğimi, nerede olacağını, sordum. Böyle bir şeyden haberi olmadığını, söyleyince, programı gösterdim. Haberi olmadığını, tekrarladı. Bunun üzerine yetkili birisine sormasını rica ettim. İçeri gitti ve kısa sürede döndü. “Kimsenin haberi yok, otelimizde böyle bir etkinlik yok,” dedi. Tam çıkıyordum ki kapıda benim gibi elinde programla bir bey ve arkasında birkaç hanım gördüm. Bu bana cesaret verdi. “Bakınız onlarda aynı nedenle buradalar.” Dedim ve onlara kısaca durumu anlattım. Beyefendi ısrar etti. Bir hanımın elinde de dergi vardı o da oradan programı gösterdi. Israrlarımız sonucu yetkili olduğunu söyleyen bir bey geldi. Ve belediyeyi lütfen aradılar. Bu arada ben de yetkili olduğunu söyleyen beye kendimi tanıttım. YTÜ de akademisyen olduğumu söyledikten sonra evden 13 30 da çıktığımı ve adaya şimdi geldiğimi söyleyerek tuvalete gitmek istediğimi ilettim ama daha önce aynı istediği sekreter hanım kabul etmemişti. Aynı şekilde beyefendi de, “burası halka açık değil” diye tuvalet ihtiyacıma olumsuz yanıt verdi. Ben de ısrarla söyleşiye geldiğimi, ama çok uzun yolculuk nedeniyle böyle bir gereksinmem doğduğunu söylesem de kesinlikle hiç de şık olmayan şekilde reddettiler, tıpkı yine şık olmayan şekilde söyleşinin otellerinde olmadığını anlatmaları gibi… Türkiye böyle mi ilerleyecek?

Dönüşte vapur beklerken gördüğüm manzara Atatürk’e teşekkür etmeme neden oldu, bizleri çağdaş boyuta taşıdığı için. Her ne kadar feminist değilsem de, gördüklerim asla ne sağlıklı, ne eşitlikli, ne çağdaş görüntülerdi…

Heybeliada’da denizin kenarına çok çirkin heybetli bir bina dikmişler. Gerçekten çok kötü bir duvar…

***

Pazar günü Çanta Köyüne gittim. Gittiğimiz mekanın yan tarafında yazlık evler – villalar yapılıyor ama bildiğimiz “çanta” sözcüğü olmuş “chauntau” gibi bir şey…

Sayın ATABEK, başarıyla yönettiği söyleşinin bir yerinde, “Atatürk çok hızlı gerçekleştirdi devrimleri,” dedi. Haklı. O nedenle sindirimsizlik yaşandığı söyleniyor. Ama Atatürk evrimi bekleseydi, devrim yapmasaydı buna kendi hayatı yetmeyecekti. İleriyi gören Atatürk, bunun da hesabını yapmış olmalı. Sayın SELÇUK, “en iyi karşı gelmek, çalışmakla olur.” Dedi. Kendisine katılıyorum. Ben de senelerdir öğrencilerime aynı şeyi yinelerim. “Karşı duruşunuzu çalışarak, üreterek, yaratarak göstermelisiniz,” diye. Ben öyle yapıyorum. Sataşanlara, sataşmak yerine, çalışmayı tercih ediyor, zaman kaybetmiyorum. Herkese de tavsiye ediyorum. Çalışmak… Çalışmak… Çalışmak…

***
Haberler okunurken arkada birilerinin dolaşması o kadar rahatsız edici ki. Göz ister istemez harekete kayıyor. Bu da dikkat dağıtıyor. Arkaya sabit ve sakin bir fon koymalılar. Ayda bir değişebilir.

Değişen her şey gibi…

24 – 07 – 2006 / İSTANBUL

Tülay ÇELLEK
Yıldız Teknik Üniversitesi
Sanat ve Tasarım Fakültesi
Sanat Bölümü

Bu yazı salt
www.amatorceedebiyat.com
ve
www.tulaycellek.com
Sitelerinde yayınlanır




Tülay ÇELLEK








<< Geri Dön [Okunma: 3334 ]


[ Yukarı çık ]    



© Her hakkı saklıdır.