Tiyatro sever biri olarak sessizce, bu seferki rolü, “sessizlik” olan Mehmet AKAN’ı izlemeye gittim. Gerçek gibiydi yaptığı rol ve beni ağlattı… Babasının başrolünü oynadığı “sessizlik” oyununda, yardımcı oyuncu kızı şiir gibiydi adeta. Kurduğu cümlelerde kullandığı sözcükler iz bırakır nitelikteydi.
Mehmet AKAN’ın en kalabalık izleyicisi olan oyunlarından biriydi. Ne çok rol arkadaşı var. Onu son oyununda yalnız bırakmamışlar.
“Eşitlikçi, laik, ulusal kültüre…. Adanmış bir yaşam.” Böyle tanımlandı AKAN. Çok yönlülüğü anlatıldı, bizim “Sabri Bey” diye tanıdığımız bu güzel insanın.
“Kiraz Çiçek Açıyor, Aykırı Dal Üzerinde” oyununu yazan ve koyduğu isim, kendini vurgulayan Mehmet Akan, oyuncu olduğu kadar yönetmen, koreograf, yazar… Tiyatronun her alanında çalışan, eğitimci, araştırmacı biri. Tüm bunlar için İTÜ Makine Mühendisliğinin son sınıfından ayrılmış. İyi de etmiş. Makine mühendisi olarak sonsuzca yaşamayacaktı, ama tiyatroya verdiklerinden dolayı ve sanatçı kişiliği ile hep yüreklerde olacak, gönüllerde sonsuza değin kalacak.
TİSEN – Tiyatro Sendikası Başkanı ve dans dersleri alan AKAN, devrimci ve sanatçı kişiliğini bir potada çok güzel buluşturmuş ve her iki alanın birleşiminde yaratıcılığını ortaya koymuş.
Halk danslarından, meddahtan, saz şairliğinden, halkın bağrından doğan gelenekselliği çağdaş boyuta taşıyıp, çağdaş dansı üreten eğitimci, eğitici ve araştırmacı örnek bir insan. El sanatlarına kadar ilgili. Halk tiyatrosundan hareket edip çağdaş tiyatroya ulaşmış, çok iyi sentezleyerek.
Son oyununda ilk konuşan avukat yeğeni oldu. AKAN’ın Amatör Tiyatro Çevresi için hazırladığı “Dünya Tiyatrolar Günü” bildirisini okudu. Burada amacın önemi vurgulanmış. Yazı, “her yer tiyatrodur, tiyatroya amatörlük yaraşır,” sözleriyle bitiyor.
Yakın arkadaşı Sayın Arif ERKİN, “uzaktan bakamam, hep yakındık. Yarım gitti sanki,” sözlerini söylerken epey zorlandı.
Sayın Genco ERKAL, hayatındaki 2 önemli Mehmet’ten biri olduğunu vurgulayarak başladı konuşmasına; Mehmet ULUSOY ve Mehmet AKAN… Halk sanatları tutkunu Mehmet AKAN’ı anlatmaya başladı, şiir okur gibi. Oynadığı tüm oyunları saydı. “Dans onun ruhunu anlatabilendir.” Dedi. “Günlük yaşamda durgun, ağır olan ama halk oyunları söz konusu olunca alabildiğine hareketli, kıpır, kıpır, inanılmaz enerjik. TV yoluyla herkesin evine girdi. Ona iyi yolculuklar diliyorum. Hepimiz gibi o da alkışı severdi, ona bir alkış verelim.” Sözlerinden sonra salonda müthiş bir alkış koptu.
Sunuculuğu yapan Sayın Gülsen TUNCAY, “herkes yaşlandıkça ekşir, o ballanan biriydi,” dedi.
Kızı Şirvan, teşekkürle başladı konuşmasına. “Babam benim kahramanımdı. O ne yaparsa ben onu yapardım. İnandığı şeyler uğruna çalıştı hep. Özgür düşünceli, derin anlayışlı bir insandı. Her şeyi anlayan biriydi. Ailesi onun için bir ilham kaynağıydı. Onunla beraber olması çok keyifliydi. Anlattıklarının kokusunu duyardınız. Anlattıklarına dokunursunuz. Dostumdu. Uğruna savaş verdiği şeyleri yaşatmak için elimden geleni yapacağım…”
Saydam ve kısa bir film gösterisi yapıldı. “Tiyatro yapmadan edemeyecektim, o nedenle mühendisliği bıraktım.” Doğrusunu yapmış. Tutku budur işte…
Tiyatronun son perdesi için Şişli’ ye giderken yanıma Sayın Gülsen TUNCER oturdu. “İstanbul’da olmaz ama Birecik’te, ‘Mehmet AKAN Kültür Evi’ kurmaktan,” bahsetti bir beye. “Taş ev olmalı. Mehmet AKAN o evde yaşatılmalı. Ona ait her şey orada sergilenmeli ve bir katı da gelen giden sanatçıları ağırlamalı, yaşam bulması açısından…”
Bir ara satılan, doğduğu evden bahsettiler. “Bu ev, Mehmet AKAN müzesi olabilir,” diye. Bir bey belediye ile işbirliği yapmaktan bahsetti. Gülsen Hanım itiraz edince, “bu iş siyasetten öte olur, Mehmet AKAN için her değişen belediye başkanı aynı duyarlılığı gösterir. Herkes böyle bir olaya sahiplenir,” dedi.
Tiyatrodan çıkarken “harikasınız,” dediğim kızı yanıma oturdu. Ve ona, “şiir gibi olduğunu,” söyledim. Kendi yaşlarında bir hanım da gururla, “öğrencisi olduğunu,” söyledi. Öğrenmenin yaşı yok. Bu şahitliklerim harika.
Eminim AKAN’ın bir çok projesi yarım kalmıştır. Sanırım her şeye kızı sahiplenecek. Kızı, “babasının okul gibi olduğunu, her şeyi ondan öğrendiğini,” söylüyor.
Evden çıkarken, “bu güzel havada gidilir mi Mehmet AKAN,” demiştim. “Beni bu güzel havalar mahvetti.” Diyen şairi anımsayarak…
Camideki törende bir ara başımı yukarıya kaldırdım. Dümdüz mavi bir gökyüzü, yuvarlak hatlarıyla caminin yapısı ve tam karşısında sert çizgileriyle bir binayı gözlemledim. Yaşam zıtlık, tıpkı bu iki yapı gibi. Şu an, M. AKAN toprağa uğurlanırken, dünyanın bir çok yerinde çocuk doğuyor ve düğünler oluyor.
Tiyatronun her alanında çalışan AKAN, Dostlar tiyatrosunu kurdu. Kendi yazdığı oyunlar dışında ortak yazılanlar içinde yer alarak da oyun yazarlığını sürdürdü hep. “Gülriz Sururi-Engin Cezzar” topluluğuna katıldı. Bir çok oyunda salt oyuncu olarak değil, yönetmen ve koreograf olarak çalıştı. Onlardan bir kaçı; “Aklın Oyunu”, “Othello”, “Ferhat İle Şirin”, “Teneke”, “Midas’ın Kulakları”, “Keşanlı Ali Destanı”(gitmiştim), “Direklerarası”, “Rosenbergler Ölmemeli”, “Abdülcanbaz”, “Düşmanlar”, “Şili’de Av”, “Yaz” ( Gitmiştim ) Şeyh Bedrettin ( gitmiştim ) ve bir çok oyun… Ve filmlerde rol aldı. “Bez bebek”( gitmiştim ) ve daha bir çok filmde rol aldı. Bir de TV dizileriyle evlerimizde yaşadı.
Ödüller aldı; İsmet KÜNTAY; “En İyi Yazar” ödülü, Ulvi URAZ, ”En İyi Yönetmen” ödülü, Milliyet Sanat Dergisi, “Yılın Oyunu” ödülü, Ankara Sanatseverler Derneği Ödülü, Truva Kültür Sanat Ödülleri, Tiyatro Ödülü, Nazım Hikmet Kültür ve Sanat Vakfı Ödülü…
Herkes doğuyor, büyüyor ve gidiyor. Ama geriye ne bırakıyor? Önemli olan bu sorunun yanıtı…
Dolu dolu bir yaşamla bize çok şey bıraktığınız için teşekkürler Mehmet AKAN…
14 – 07 – 2007 / İSTANBUL
Tülay ÇELLEK
Yıldız Teknik Üniversitesi
Sanat ve Tasarım Fakültesi
Sanat Bölümü Öğr. Gör.
www.tulaycellek.cok
tcellek@yildiz.edu.tr
|