Yeşili özlemişim. Otobüsün önünde giderken bunu düşündüm yol boyu, yeşilliklerle gözüm bayram eder, yüreğim rahatlarken. Türkiye harika bir yer. Kıymetini bilmeliyiz, ormanları budamadan, yerine betonları doldurmadan. Hafta sonu, soluk aldığımı hissettim. Mutlu olduğumu fark ettim, yeşillikler arasında. Evimdeki ve Fakültedeki çiçek sayısını çoğaltmalıyım kararını aldım. Onlarla mutlu oluyordum, ama büyük olunca yeşillik, daha bir mutlu olduğumu fark ettim.
Dağlar, ovalar ve aradan geçen yollar… Tıpkı zaman gibi, akan su gibi…
Saat kulesi; Mudurnu ve Göynük’te var. Aslında bizde pek zaman mefhumu olmasa da, güne taktıklarımızla zamanın ayırımına varılıyor. Kuşluk vakti vs. gibi.
Anadolu’dan geçen, yaşayan çeşitli kültürlerden olsa gerek minare gibi, çan kulesi gibi, dikilitaşlar gibi saat kuleleri var. Mudurnu’da saat, çan gibi ses çıkartıyor. Meğer vurduğu yer saf altınmış. Gümüş olsa başka ses çıkardı… Tahta bir başka sesle hayatımıza karışır. Demek ki her şey bir müzik aleti, ona notayla can katanlara…
Nitekim Midyat’ta olduğu gibi burada da camii minareleri ile kilise kuleleri birbirine benziyor, mimari bağlamda. Farklı kültürler yan yana geldiğinde her anlamda birbirilerini etkiliyor. Her şeyde; mimaride, yemekte vs…
Mudurnu’ya girdiğimizde evlerin, Safranbolu evlerine benzediğini gördük. Araştırdığımızda bu evlerin aynı kuşak üzerinde olduğunu ve ustalarının oralardan geldiğini öğrendik.
İlk konaklama yerimiz “Hacı Abdullahlar Konağı” oldu. Sedirler ve üzerine serilen kanaviçe işli örtüler, sizi eskiye götürüyor. Restorasyonu, iç mimar olan sahibi tarafından yapılmış. Mudurnu genelinde gördüğümüz, çiçekli küçük bahçesi çok hoş.
Konaklar küçük olduğundan birkaç yere dağıldık, geceyi geçirmek için. Kaldığım yer olan Değirmenevi harikaydı. Şırıl şırıl akan suları, mis gibi havası, kuş sesleri, bahçedeki çiçekleri ile doğanın ortasında bir yer. Her evin bir adı var. Bizimkinin adı; kokusunu çok sevdiğim “Ihlamur.”
Oradaki söylentileri derleyip toparlayan genç Neslihan rehberlik yaptı.
İlk durağımız “Keyvanlar Konağı” oldu. Büyük bir konak. 1870-1880 yılları arasında Keyvanoğulları ailesi tarafından konut olarak yaptırılmış, şu an otel olarak kullanılıyor. Büyük bir bahçesi ve derin bir kuyusu var.
Kasabanın ortasındaki dereye belirli aralıklarla tahtadan köprü yapmışlar. Köprüleri bile çiçeklerle donatılmış. Ve herkes “hoş geldiniz” diyor, insan sıcaklığı ile…
Kanuni Sultan Süleyman Camii; Bekçisi olmadığı için kilitlenmiş, bakımsız bir yer. Arkasında aile mezarlığı var.
Armutçular Konağı; dış görüntüsü oldukça güzel, büyük bir yapı. Haremlik ve selamlığı var. Selamlık çok şatafatlı olmasına karşın, haremlik oldukça sade. Mudurnu’nun en büyük konağı. Tahta oymacılığı olağanüstü. Tahtaları, adeta dantel gibi oymuşlar. 28 odaya sahip konak, 1893 de Osmanlı döneminde yapılmış.
Yıldırım Beyazıt Camii; 1374 yılında Şehzadelik döneminde yapılmış. Kolon, kiriş, demir yok. Tek kubbeli ki, kubbe muazzam. Üstelik kolonlara dayalı değil. Kocaman parçalanmamış bir alana sahip bu yüzden.
Hamamı da var. Alttan ısıtmalı sistem kullanılmış. Hamam çok uzun süre kapalı tutulduğu için ısıtma sistemi kullanılmaz hale gelmiş, zaman içinde. Kitabesinde Sultan Beyazıt tarafından 1382 yılında yaptırıldığı yazıyor. Ön tarafta erkekler hamamı, aynı yapının arka tarafında kadınlar hamamı var. Erkekler hamamı daha büyük ve şatafatlı. İşlemeler orijinal ve gösterişli.
Mudurnu, ipek yolu üzerinde olduğu için önemli bir yer olmuş tarih boyunca.
Tarihi demirciler çarşısında el sanatları sergileniyor, satışa sunuluyor. Bakırcılar ve demirciler var. Acemiler, ustalar tarafından 2 yıl eğitiliyor. Sonra onlar da usta oluyorlar. Ahilik kültürü festivale dönüşmüş, devam ediyor. Üst sokaktakiler çalıştığı için oturuyor, alt sokak esnaf olduğundan her zaman oturduğu için ayakta duruyor, tören, dualar bitene kadar. Lokum dağıtılıyor.
Genç rehberimize bir de Menderes isimli bir çocuk eşlik etti. “Okuyunca ne olacaksın,” sorusuna, “rehber olacağım.” Yanıtını verdi. Keyvanlar Konağının yanındaki köpek evini tarifi ilginçti: “köpek sanki konuşma yapacak, konferans verecek gibi duruyor.” Görünce ona hak verdik.
Abant gölünün etrafında bir tur attıktan sonra Sünnet gölünde mola verdik. Vadide bir göl. Aslında dere olan. Ama toprak kayması ile önü kesildiği için adına "sünnet" denilen güzel bir göl.
Sonraki durağımız Göynük oldu. Frikya, Likya, Romalılar, Bizanslar, Osmanlılar, Türkler yaşamış - yaşıyor üzerinde… İnanılmaz bir zenginlik. Bir kültür geçidi adeta. Tarihi ipek yolu, baharat yolu zenginlerinden Göynük’te. Ayrıca Ankara, İstanbul arası yolda eskiden buradan geçiyormuş. Demiryolundan sonra buradaki kara yolu önemini kaybetmiş. Bunları anlatan yine genç bir rehberdi.
Mudurnu’ da olduğu gibi burada da dere var. Ve her taraf çiçek…
Gazi Süleyman Paşa Hamamı; 1331 – 1335 yıllarında yaptırılmış. Kadın ve erkek bölümleri var. Hamam 700 yıllık. Orta ılıklık bölümünde havuz var.
20 tane sübyan mektebi kurulmuş. Akşamları toplanma merkezi yapılan kalesi var.
Akşemsettin Türbesi; Tıp bilgisi iyi olan Akşemsettin’in kitapları var. Fatih Sultan Mehmet’in hocası. Akşemsettin türbe içinde 2 oğlu ile birlikte. Bahçesinde üçüz kızı ve eşinin gömütü var. Türbe, 1464 yılında Fatih Sultan Mehmet tarafından yaptırılmış.
Gazi Süleyman Paşa Camisi; önce hamam, sonra camii yapılır. Musalla taşı Bizanslardan kalma.
Hapishanesi, Zafer kulesi, 18 Odalı Akşemsettin Konağı, Hükümet Konağı, Hatice Hatun Camii, Hacı Ali Paşa Konağı görülmesi gereken yapılar. Hacı Ali Paşa Konağı en güzel konak seçilmiş.
Bu güzelim gezi için KOOP-C ye teşekürler…
Türkiye, tarih zengini bir ülke. Gezelim, görelim, heyecanlanıp sahip çıkalım bunca yaşanmışlığa, geride bırakılan kültüre, birikime…
27 – 06 – 2006 / İSTANBUL
Tülay ÇELLEK
Yıldız Teknik Üniversitesi
Sanat ve Tasarım Fakültesi
Sanat Bölümü Öğretim Görevlisi
http://www.tulaycellek.com
tcellek@yildiz.edu.tr
|