Bir insan okuduğu, diploma aldığı alan ki bu istemediği veya istediği olabilir, yine de onun dışında özelliklere sahip olmalı ve yaptıkları farklı şeyler bulunmalı… Bu, insanın hem kendini hem de başkalarını mutlu etmesine neden olur.
“Kültür Karıncaları” böyle bir örnekten türemiş – oluşmuş. “Sokaktaki çocuklara, maddi – yaşam koşulları ağır çocuklara seminer vermek istiyorum.” Dediğimde ulaştığım Sayın Prof. Dr. Lütfiye EROĞLU, bu anlamda tanıdığım ve güvendiğim en önemli insanlardan biri. Onların organizasyonunda iki İlköğretim okuluna gidip son sınıflara tek tek seminer verdim. Tabii getirip, götürmeyi Kültür Bilincini Geliştirme Vakfındaki arkadaşlar üstlendiler, sağolsunlar.
Çocuklardan bazıları değme ozanlara taş çıkartırcasına kendi yazdıkları şiirleri okudular. Bir sınıfta da sözel olarak tasarladığımız afiş, seminerin sonunda yaşam buldu. “Müzikle ilgilenenler var mı?” Diye sormuştum. Birkaç el havaya kalkınca onlardan bir müzik grubu kurdurdum. Bir de isim bulduk gruba. Konser vereceklerini varsayarak, afiş tasarladık hep birlikte. Seminer bitince dediler ki, “afişimiz hazır olduğuna göre, biz de konserimizi verelim.” Kabul edince sahneye çıktılar. Hem çaldılar ( masaları ) hem söylediler. Öylesine coşkuyla söylediler ki… Doğrusu bu beni çok mutlu etmişti.
Cumartesi davet üzerine, Balat’taki eski Galata köprüsünde gerçekleştirilen“Kültür Karıncaları Şenliği”ne gittim. Uzaktan Lütfiye Hanım hocamın sesi geliyordu. Bu şenliğe epey emek verdiğini biliyorum. İTÜ de olan bilim sempozyumuna bile bu yüzden gelememişti. Arkadaşı, meslektaşı Güven Hanım, “aynı anda bu şenlik için toplantı var, Lütfiye Hanım oradadır,” demişti. Şenliğe ulaştığımda, adını koyduğu “Kültür Karıncaları” gibi koşturup duruyordu sahnede, yerde…
Çok da güzel “Kültür Karıncaları Şarkısı” var. Çocuklara uygun, hareketli bestelenmiş. Çocuklar onu söylediler hep birlikte, birkaç kez coşkuyla.
Kültür Karıncaları Şarkısı
Kültür karıncalarıyız biz,
Çalışkan becerikli ve güvenilir.
Güçlü,dayanıklı, sevimli ve zeki.
Ezilmez, bilgili ve biriktirici.
İşbirliği yapar, takım oluştururuz,
Bilgi depolar, geleceği düşünürüz.
Kültür karıncalarıyız biz,
Yağmur,çamur demez gezeriz.
Şehrimizi tanımak ilk görevimiz.
Kültür bilincini aşılamak hedefimiz.
Hafta sonu buluşuruz bir aile gibi,
Gönüllüler bizim her şeyimiz.
Kültür karıncalarıyız biz,
Çevremize saygı ilkemiz.
5 duyu çalışması en sevdiğimiz.
Drama,resim, müzik eğlencemiz.
Unutmayız bu günleri hiçbirimiz.
Tekrar buluşmak beklentimiz.
Söz ve Beste: Selda Sefer
Orada çok etkilendiğim bir şey yaşadım. Çocukların da etkilendiği çok açık görülüyordu. “Okay TEMİZ ve Ritm Atelyesi” dinletisi olağanüstüydü.
Doğanın kendisi müzik… Doğada bulunan her şey müzik. İsterseniz her yapıdan ses çıkartabiliyor, onu müziğe çevirebiliyorsunuz. Tıpkı, taştaki, kayadaki heykeli ortaya çıkartıyorum.” Diyen heykeltıraş gibi. İşte müzisyenlerin de yaptığı bu. Her şeyde, her yerde olan müziği bulup, ortaya çıkartmak ve paylaşmak…
Ve insanlar doğa harikası, müziğin ta kendisi…
Sayın Okay TEMİZ gelmemişti, ama yolladığı grubu olağanüstüydü. Asistanının yönetiminde bize harika dakikalar yaşattılar. Onları mutlaka tekrar dinlemeliyim.
İlginç olan bir taraf da, grubun tüm üyelerinin başka alanlardan, mesleklerden, mühendisliklerden geliyor olmalarıydı. Ama bu, onların harika müzik yapmalarını engellememiş. Çocuklara çok güzel örnek oldular. Onları buraya getirenin Lütfiye Hanımın bir arkadaşı olduğunu öğrendik.
Üniversite sınavları nedeniyle müziği bırakan öğrencilerimi anımsadım. Bir de öğretmen okulunda tüm masaları bateri yaptığımı anımsadım. Hani tekdüze çalıyordum, farklı ritmler oluşturamıyordum ama o sesi çıkartmayı yine de çok seviyordum. Doğrusu iyi bir bateri çalan, olmak isterdim. Darbukayı da iyi çalmayı düşledim hep. Ama sevmekten ve hayal etmekten öte gitmedi. Şimdi derslerimi kesinlikle müzikle yapıyorum. Hatta bir ara orada Anima ve FT olmalı diye düşledim. Çocukları iyice coştururlardı. Dayanamadım Lütfiye Hanıma bile bahsettim.
En güzeli yaparak, yaşayarak olandır. Nitekim Ritm Atelyesindeki arkadaşlar, tef dağıttılar, bir de başka ritm aleti. Tüm çocuklarla birlikte çaldılar. İşte güzel olan buydu. Orada bulunan tüm çocuklarla bütünleşmek… Heyecana onları katmak.
Seminerlerimde de bu tadı yaşıyorum, oradakileri katarak. O zaman anlamlı oluyor. İzleyici bir köşede soyutlanmış değil, varoluşunu göstererek, hissederek yaşıyor. Sayın EROĞLU, “öğlen yemeğine kal,” dedi ama baktım, öğrenciler uzun bir kuyruk oluşturmuş. Onların önüne geçmek olmaz, arkalarında beklemek de çok zamanımı alacak, bu nedenle yemeden ayrıldım. Ama zaten müzik doyurmuştu.
Bir de gençlerin oluşturduğu grup vardı. Onlar da çocukların isteklerine hitap etmeye çalıştılar, canla başla. Ama baterileri olmadığı için bir ritm aletiyle idare ettiler.
Müziğin ritm aletleriyle ses – yaşam bulduğu bir alandan, şiire, söze, mısraya döküldüğü bir alana geçtim, ŞİİRİSTANBUL’da.
Sadece ilk olmanın verdiği bir deneyimsizlikle şiir okunan yerlerin adreslerini vermemişler. Olsun, her şeyin bir ilki vardır. Eminim ikincisinde bu eksik giderilecektir.
Epey aradıktan sonra tesadüfen sayılabilecek şekilde bulduğum Victoria Lokantasında son şiire yetiştim. Bu arada yıllardır görmediğim büyük gelinimiz tarafından bir akrabaya rastladım. Tabii Beyoğlu’nda hiç ara yerlere girmiyorum, sanat olayları için çok sık gittiğim halde… Yıllar önce bu nedenle bir arkadaş, “anlaşıldı sen de tramvaya paralel yürüyenlerdensin,” demişti de, duyunca çok gülmüştüm.
Şiir ve rastlantılar… Aslında aramaktan çok yorulmuş, bir ara da, “vazgeçeyim, diğerine gideyim,” diye düşünmüştüm. Ama sonra, “olanca gayreti göstermeli, son şiire yetişmelisin,” diyerek aramaya devam etmiştim. Şiir okunan yer loş, kalın sütunların bulunduğu, mahzen gibi küçük bir yer.
Oradan çıkıp, Mephisto Kitapevine gittim. Yolda Yapı Kredideki sergiye dışarıdan baktım. Sayın Ömer ULUÇ’un heykelleşen urganlarını ve aynı yapıyı çağrıştıran boyanmış naylon borularını izledim. Bir, ikisi Mısır Katibini anımsattı. Ve Çatalhöyük’ten çıkan kolları kırılmış tanrıçaları, tanrıları çağrıştırdı.
Şiir okumaları en üst katta olacakmış. Her zamanki gibi en arkaya oturdum. Sonra salon doldu taştı. Bazıları ayakta kaldı. Aralarında tanıdık yüzler vardı. Ve çocuklar da… Herkes kendi dilinde okudu şiirlerini. Ve bir de Türkçe okundu şiirler.
Çok sevdiğim şiiri, “koca bir romanı tek bir mısraya sığdırma marifeti” olarak görüyorum. Resimde, Grafik Tasarımda da böyledir. Doluyu ustalıklı, duyarlı bir şekilde boşaltmak, sadeleştirmektir aslolan.
Kitapevinden açık alana geçtik. Bu arada GG de, “Proto MUTEN İstanbul Atölyelerinde ortaya çıkan Galataport için yapılmış bir kent tasarımı önerisini izledim. Sergi küratörü; Şulan KOLATAN.
Suya ışık vurur, dairemsi, amibimsi şekiller belirir. Sanki bu çalışma o şekillerin 3 boyuta dönüşmüş halleriydi.
Orada öğrencime rastladım. Ona hemen kendisine site yapmasını önerdim. Benim hayatımı değiştirmişti site. Bu nedenle herkese öneriyorum. Ve AE nin Sayın editörüne bir kere daha teşekkür ediyorum.
Şiir okunacak yere vardığımda her yer dolmuştu. Çantam ağır olduğu için ayakta kalmaktan memnun olmadım. Neyse hemen bir sandalye buldular oturdum. Herkes balkon gibi bir yere çıkıp şiirini okudu. Sıra Sunay AKIN’ a gelince o Rosenbergleri anlattı. Herkesten şiir okudu, bir kendisinden okumadı. “Benim şiirler kısa, kısa bu nedenle arayı konuşma ile dolduruyorum.” Dedi.
Oradan da Venezüella Şiirini dinlemek için Tarih ve Toplum Bilimleri Enstitüsüne gittim. Venezüella’daki şiirin gelişimi, kaynağı anlatıldı.
Ertesi gün, üniversite sınavında görevli olduğum için son etkinliğe kalamadım.
Sınavlar bende çok stres yapıyor. Kendi yaptığım sınavlarda da aynı duyguyu yaşıyorum. Ve diyorum ki, “sınavı olan sizsiniz, bana ne oluyor?” Öğrenciler buna gülüyor. Neyse sınavın tekini dersin dışında yapıyorum, 3 hafta süre vererek. Diğerinde de başlarında durmuyorum, onlara güvenerek. Gerçekten de hiç güvenimi sarsmıyorlar.
Üniversite sınavında yanımdaki gözetmen hanım, Resim öğretmeniymiş. Ona kartımı verdim. Sitemde ders notlarımı yayınladığımı söyledim. Sınav bitip evrakları teslim etmek için gittiğimizde bir hayli kuyruk vardı. Orada rastladığım resim öğretmeni tanıdık çıktı. Onunla konuşurken gözetmen arkadaş ona, “sitemde ders notlarımı yayınladığımı,” söyledi… Yararlı olmak çok güzel… Darısı, hak etmedikleri unvanları alıp, sağa sola hakaret edenlerin başına…
Yazımı ŞİİRİSTANBUL’dan bir şiirle bitireyim…
TÜRKÜ
Uykusuz derin bir vazo bu gece
Tedirginlik çiçeğidir göveren içinde
Benim ellerim yok kıramam onu
Günün bembeyaz pınarında
Gözlerim yok gözlerini kör edememem
Sapsarı ürünleriyle bekleyişin
İyi bir türküm var yalnızca
Bu uykusuz yere dinginlik veren
Umutlar sürüsünü bekleyen
Uysal kaval gibi iyi türküm
Mateya MATEVSKİ ( Makedonya )
Çeviri: Suat ENGÜLLÜ
18 – 06 – 2006 / İSTANBUL
Yıldız Teknik Üniversitesi
Sanat ve Tasarım Fakültesi
Sanat Bölümü Öğretim Görevlisi
http://www.tulaycellek.com
tcellek@yildiz.edu.tr
Bu yazı sadece
www.amatorceedebiyat.com
Ve
www.tulaycellek.com
sitelerinde yayınlanır…
|