“Bitse de kurtulsam, tek düşündüğüm bu.”
“Başarılar diliyorum. Bu sıralara kadar gelmişsiniz, bu önemlidir. Başaracağınıza inanıyorum.” Sözlerime bir erkek öğrenci tarafından verilen yanıttı.
Onu anlamamak mümkün değil. Koca bir yaşam, 09 30 da başlayıp 12 45 de bitirilen sınava endeksli…
“Ne istediğinizi bilmeniz önemli. Evet ‘istemek’ önemlidir. Bu sizi başarıya götürür.” Diyerek sınavı başlattım.
Ülkemizdeki okulların her kademesinde çalıştım. İlk Öğretmen Okulu mezunu olduğumdan staj için gittiğimiz köyde 1 ay ilkokul öğretmenliği yaptım. Daha sonraki yıllarda da zaman zaman İlkokul öğretmeni arkadaşlarımın resim derslerine girdim. Hatta seminer de verdim. Buralarda çocuğun en etkilendiği çağlar, en gözlemci zamanları, henüz bastırılmamış oldukları için en rahat çağları olduklarını gözlemledim. Öğretmek yerine, öğrenmelerini sağlayacak ortamın buralardan başlaması, bunun için de öğretmenin çok iyi psikoloji bilmesi gerekiyor.
Eğitim Enstitüsü çıkışlı olduğum için öğretmenliğim daha o sıralarda stajla başlamış oldu. Orta okulda, lisede görev yaptım. Alan okulunda idareci oldum. Ve şimdi üniversitede çalışıyorum.
Araştırma yapmayı, okumayı seviyorum. Tezim eğitimle ilgili olduğu için tebliğler dergisini yayınlandığı tarihten itibaren, güne kadar incelemiştim. Müfredat programları çok idealist hazırlanmış. Ama bu senenin üniversite sınavı yapılan ve “Anadolu” kapsamında olan İlköğretim okulunun resim atölyesi yok.
Üniversite son sınıfa gelmiş öğrencilerim arasında henüz ne yapacağına karar verememişler var. İlk dersimdeki sorularıma, “13. tercihime girdim.” “Üniversiteye gireyim de neresi olursa olsun, yeter ki gireyim.” diyen öğrenci çok. Bu öğrencilerden ne kadar başarı, ne kadar proje, ne kadar patent beklenir? Üstelik çocuklar pırlanta gibiler. Zekaları, yetileri var… Sadece bulundukları yer, kişiliklerine uygun değil. Bu başarı engelidir. Mutluluk engelidir.
Sürekli eğitimde çağdaşlıktan vb. bahsediliyor. Yaşama bakınca iyiletim ve değişimin hemen hemen hiç denecek kadar az olduğunu ya da olmadığını görüyoruz.
Nedenlerine bakmak gerekir.
• Öğretmen, akademisyen kendini yenilemeli.
Akademisyen alanında araştırma yapmak durumunda. Ama eğitim alanında yer aldığına göre, eğitim yöntemleri bağlamında da kendini yenilemek, yetiştirmek zorunda olmalıdır. Aynı şekilde MEB de görev alan öğretmenler bilgi tekrarı nedeniyle çoğu kez diploma yıllarında kalabiliyorlar. Onlara da değişimi, gelişimi sağlayacak önlemler getirilmeli. Tabii bu, sınavda yönetmelik sormakla olmaz.
Özellikle Alan okullarında çalışan öğretmenlerin yüksek lisans ve doktora yapmasına olanak sağlanmalı ve bu konu üzerine gidilmelidir. Ancak bunların yapılması için konulan, örneğin LES gibi sınavları tartışmaya açmak gerekir. Çünkü bunlar insanı değerlendirme bazlı değil, engel tandaslıdır adeta.
Neden böyle oluyor?
Çünkü bireysel farklılıklar yeteri kadar önemsenmiyor. Aşırı merkeziyetçilik ve “kitle” bakış tavrı insanları aynı potada eritip, yok ediyor.
• Bir önemli neden de idarecilere, siyasetçilere dayanıyor.
Düşünen insanı yönetmek zordur. Çok seslilik baş ağrıtabilir. O halde eğitim “ezber”de kalıp düşünmeyenler sürüsüne diploma vermek işe gelir. O zaman politikacıların da eğitimi, davranışları tartışılmalı…
Neden okulların yanında dershaneler var?
Neden devlet okullarına daha çok önem verip, hem içerik hem fiziksel olarak geliştirilmiyorlar?
Yanıtlar, bizi sistemi sorgulamaya götürür. Götürsün. Bunca genç daha fazla harcanmadan, değerinde yerlere, layık oldukları yerlere gelmeleri daha fazla uzatılmadan…
• En önemli görevlerden biri de anne babaya düşüyor.
Hani şu çok sevdiğimizi çocuklarımızı korumak, kollamak adına her işini yapan, her kararını veren anne babalar, artık sevmenin bu olmadığını öğrenmeliler. Çocuklarının kendi dışlarında bir “varlık” olduklarını kabul etmeliler.
• Ve gençler…
Sistemin arkasına sığınmamalılar. Mazeretler edinip kendilerine engel koymamalılar. Gerçek, kendileridir. Bunun ayrımında olmalı, “birey” olmanın tadına varmayı bilmelidirler.
Bir üniversite sınavı daha geriye; kazanamayan bir gençlik ordusu ile kazanan ama aslında kazanamayanlardan çok farklı olmayan bir başka genç ordusu bırakacak. Fakat içlerinde az da olsa ne istediğini bilen küçük bir grup, değişimde yer alacak. Dileğimiz, bu küçük grubun büyümesidir…
Eğitim sisteminin değişmesinin salt yazılarda kalmaması ve sınav sisteminin tekrar gözden geçirilip bireye hitap eden, farklılıkları ve düşünmeyi gerektiren sorulardan, dosyalardan oluşan hale dönüştürülmesi…
Bireysel farklılıklara göre seçmeli sorular hazırlanabilir. Soru sayısı çok değil, farklılık sayısı çok olmalıdır.
İnsanları, yüksek zekalı, orta zekalı, düşük zekalı diye ayırmak yerine farklı zekalı, farklı kişilikli diye değerlendirmek en doğrusudur.
Sınavlar seçmeli sorulardan oluşması kadar, bilgisayarla da yapılabilmeli. Artık bilgi ve bilgisayar çağındayız. Bu, sınavlarda yaşam bulabilir. En azından bu talepte bulunanlar, bilgisayarla sınav yapılabilir. Tabii “güven” olayı çok önemlidir. Önce öğrenciye, gence güvenmemiz gerekir.
Ayrıca, fiziki koşullar da düşünülmeli. İlkokul çocuğunun sırasında bedenen daha büyük gençler, iki büklüm sınav oluyor. Böyle bir müzik sınavında piyano taburesi yerine sandalye konduğu için bir öğrenci rahat çalamadığını söylemiş arkasından da sınavı kazanamadığını belirtmişti.
Sınava girdiğim okulun yanında çocuklar için havuz varmış. Gürültü olduğu gibi geliyordu. Bu saatler arası havuz kapalı tutulabilir. Ayrıca tüp satıcıların uzun klaksonlarına da en azından sınav boyunca genel bir yasak getirilmeli… Sakinlik, sessizlik önemli. Nitekim 30, 15, 5 dakika kaldığını söyleme mecburiyeti getirilmiş. Bu da dikkat dağıtıyor. En azından “15 dakika kala” anımsatması kaldırılabilir. Sınıfta saat vardı. Bu çok iyi…
Değerli gençlere, sınavı kazansınlar ya da kazanmasınlar, yaşamı dönüştürme güçüne sahip olduklarını fark etmeleri dileğimle başarılar diliyorum.
18 – 06 – 2006 / İSTANBUL
Tülay ÇELLEK
Yıldız Teknik Üniversitesi
Sanat ve Tasarım Fakültesi
Sanat Bölümü Öğretim Görevlisi
http://www.tulaycellek.com
tcellek@yildiz.edu.tr
|