Sabah Fakülteye gitmek için yola çıktığımda yayalar için yanan yeşil ışıkta karşıdan karşıya geçerken trafik kazası geçirmiştim. Kırmızı ışıkta geçen, kuralları çiğneyen bir şoför sayesinde. Kendime geldiğimde ilk söylediğim, “ben öğretmenim, okuluma bildirir misiniz, lütfen” oldu. Şoförde, “önce sizi hastaneye götürelim, durumunuza bakalım, sonra bildiririz,” dedi. Önce kalp hastanesine gidildi ama alınmadım. Sonra Numune hastanesine geldik. Acilde arabadan alınmam, sedyeye konulmam ve muayene yerine getirilmem bir işkenceydi. Sanki çuvaldım ve atılırken çok acı çekiyordum. Bu arada baktım ki Türkiye’nin yarısı trafik kazası geçirmiş. Bir hafta hastanede yatmak zorunda kaldım. Prof. Hocalarının arkasındaki genç doktorlar da dinliyorlar ayrıca belirli saatlerde gelip kontrol ediyorlardı. Ama ilgisiz, bitkin, yorgun, sıradan bir vazifeydi bu. İçlerinden en ilgisizi bir gün filmlerime bakıp boynumun kötü olduğunu, boyunluk almam gerektiğini söyledi birdenbire artan ilgiyle. Birde kart verdi. Bu adresten şu nitelikte bir boyunluk alacaksınız dedi. Bana çarpan bey arada geliyordu. Ona rica ettim. Boyunluğu alıp geldiğinde şunları anlattı. “Aslında bu boyunluk hastanenin eczanesinde de varmış, aldıktan sonra öğrendim. Halbuki önerilen yer o kadar uzak ve kötü bir yerdeymiş ki.” Dedi. Bu arada ilgisi canlanan genç doktorun ilgisi, yine ilgisizliğe dönüşmüştü. Onu anlamaya çalışıyordum. Belki normalde en fazla 10-20 hastaya bakması gerekirken 90 -100 hastanın üzerinde bir sayıya bakıyorlardı. Bizler birer yataktık onlar için. Zamanları yoktu, işleri ağırdı, hep dert dinliyorlardı. Üstelik karşılığında aldıkları maaşta azdı. Düşünüyordum da bize verilen maaşlarda az. Ama o az maaşı çocuklardan almıyorduk. Çocukların suçu olamazdı. O halde onlara bilgimizi, birikimimizi aktarmalıyız. Maaşımızı aldığımız kurumda alabildiğine bulunmalıyız ki ders bitiminde de öğrenciler bizi bulabilsin. İşte burada, etiğe dayalı davranış önemlidir.
Etiğin içeriği salt, yüksek lisans ve doktora tezlerindeki aşırmalara dayandırılamaz. Eğer, eğitim öğretimden örnek verirsek; bence, bir öğretim elemanının derse girmemesi ve ders dışında öğrencilerle ilgilenmemesi de bir o kadar etikle ilgilidir. Bu örnekleri çoğaltabiliriz. Öğrencinin kişiliğini hiçe sayıp kendisine çevirme ya da çevirmeme cabası da dürüstlükle ilintilidir. Yaratıcılığı arka plana bırakıp salt eskiyi ve gördüğünü yinelettirmekte. Eğitim kurumlarını maaş ve titr için kullanmakta aynı kapıya çıkar. Eğer yöneticiyse elemanlarını motive etmek ve oradaki verimi artırmak yerine sadece kendi güdülenmek dürtüsüyle yaşayan ve dolayısıyla salt çalışmayan iltifatçılara yarayan, bulunduğu kurumun kalitesini düşüren idarecilik anlayışı da etik kapsamındadır. Çünkü bu arada gerçek değerler, dürüstler, birikimi olanlar harcanacaktır. Aslında bu tarz, öncelikle yapanı yıpratır. Bumerang gibi kendine döner yatırımlar.
Etikkavramı gerçekten geniş bir alana yayılıyor. İnsan ilişkilerindeki riyakarlık, samimiyetin laubaliliğe dönüşmesi, yardımlaşmanın kullanılmaya çevrilmesi, özgürlüğün laçkalık, disiplinin despotluk olması vs. gibi...Yani salt bilim ve sanat alanında üretilenlerin kopyasında sınırlanmıyor ya da iki alanın etiğe dayalı tek konusu olamaz. Öğretmenin tavrıyla, doktorun tavrı aynıdır, etik bağlamında ele alacak olursak. Salt, mesleğin mekanı ve içeriği değişmiştir. Ama umut tükenmez. Bunlardan rahatsızlık duyanlar olduğu sürece aydınlık hep var olacaktır. Yaşam dürüstlükle yeşerir. Yüreklerde dürüstlükle çiçek açar. Işık etikte kendini gösterir. Karanlıklardan korkamayız, mücadele sürdüğü müddetçe. İşte Sayın Prof. Dr. Yaman ÖRS gibi hocalar olduğu sürece, etiksizliğin yeşeremeyeceği kesindir. Böyle bir etik örneği bizim yeşilimizdir çünkü.
Bir gün hastaneye genel kontrole gitmiş, doktordan da sonuçlara dair bilgi rica etmiştim. Bir ayrıntı dikkatimi çekmiş, doktorun üzerinde durmadığı bu ayrıntıya takılmış, durmadan onu sormuştum. Tüm ısrarıma karşın anlatmadı, bende kalktım. Tam gidiyordum ki, “bir dakika sanırım şimdi siz ilk önünüze gelene bu tahlilleri soracak, anlattıracaksınız, en iyisi mi ben anlatayım.” Dediği doğruydu. Bir dostu bulup anlattıracaktım. Kendimi sağlık bağlamında, sağlıklı bilmek hakkımdı. Kendisi anlayabileceğim sözcüklerle anlattı, daha doğrusu anlatmaya çalıştı. Çünkü durmadan bu, şu sözcüğün anlamı nedir diye soruyordum. Aklıma hep “Hukuk” diliyle, “Tıp” dili takılır. Neden Türkçeleştirilmez diye. Tıpta uluslararası isimler-sözcükler dışında Türkçe olabilecek çok sözcük olsa diye düşünmüşümdür. Hukuk dili ise tamamen Türkçe yapılabilir kanısındayım. Ama branşım gereği tabelalara bakıp harf aralıklarını eleştirirken gördüm ki “Show Roomumuz Açılmıştır” vb. yazılar var. Bırakın bilim dilini, normal yaşamımızda bile dilimiz iyice yozlaştırıldı.
Artık silahların geçerli olmadığı yerlerde ekonomi ve dil hegemonyası geçerli hale getiriliyor. Burada, alan ne olursa olsun herkesin rahatsız olması gerekir bu yozlaşmadan.
|