İşte ben dünyanın mutluluğunu kahvaltıda yaşayanlardanım. Hele de yanınızda sevdikleriniz varsa. Bu gün son günlerde yaptığım kahvaltıların en güzeliydi… Çünkü sevgili öğrencilerimleydim… Boğazda denize ve balkonlu vapurlara nazır bir yerde, bol kahkahalı ve sohbetli bir kahvaltı. Sevdikleriniz, önemsedikleriniz önünüzde, yanınızda ve karşınızda… Öğrencilerimle genelde odamda buluşuyoruz çok kalabalıklaştıysak geniş bir yer bulup taşınıyoruz. Bir de adaya gitmiştik. Bundan önce karşıda bir kahvaltımız daha vardı… Değişiklik olsun diye dışarıda buluşmayı önerenler var. Biz de katılıyoruz… İşte böyle toplantıların sonunda bir film çıkmıştı… Acaba yeni proje ne olmalı? Kitap olamaz mı? Salt senaryo olamaz mı? Fotoğraf sergisi olamaz mı? Olur, olur… O zaman toplanmaya devam. Zaten çok sevdiğim ki hepsini severim bir öğrencimin meğer polis olma isteği varmış. Ama annesi engellemiş. Şimdi Makine Fakültesinde okuyor. Ama en önemlisi yazıyor. Ben de ona polisiye daha doğrusu dedektif romanları yazmasını önerdim. Hatta senaryo da yazabilirdi. Zaten ne yüzü, ne de ismi polise uygun değil. Kendisi de, “sanırım yapamazdım,” diye itiraf etti. Ama bu arada bana takılma konusu çıktı…
Gerçekten ben de çok dedektif romanları okurdum eskiden. Ve romanın en başından suçluyu yakalama çabalarına girer, hatta dedektif olmak isterdim. Ortaokul anılarım arasında böyle bir öykü de vardır. Beden Eğitimi dersinde durmadan paralarımız vb. şeyler çalınıyordu. Sert ve mesafeli yapısı aklımda kalan öğretmenize çözüm önerisi getirenlerin başındaydım ve uygulamasında yer alanlardandım. Sınıfta iki kişi öğretmenler kürsüsünün içine girecekti ve paraları kim çalmaya geldiyse yakalanacaktı. Aynen yaptık, çalan kişiyi gördük ve öğretmene bildirdik.
Bolu Güzel Sanatlar Lisesi, Bolu’nun dışına yapılmış. Önce buna sıkıldım. Ama geniş bir arazi üzerine kurulmuş, servisle taşıma çözümü getirmişler. Amaca uygun, yeni yapılmış bir bina içindeler. Atölyeler büyük ve içinde öğretmen odaları var. Onların da semineri gerçekleştirdiğimiz salonları çok küçüktü. Bence bu tür liselerin en önemli, en teşkilatlı, en büyük yerleri çok amaçlı salonları olmalı. Çünkü bu liseler uygulamaya yönelik ve yapılanlar her an sergilenmeli hem kendileri, hem de başkaları için… Neden yapılmamış acaba?
Bolu’ya beni davet eden, hayatımda tanıdığım en vefalı öğrencilerimden birinin kardeşiydi. Üstelik evlerinde misafir ettiler. Anne ve babasına da ayrıca hürmetlerimi, teşekkürlerimi iletmek isterim tekrar tekrar.
Çocuklar yetenekli. Çok güzel fikirler ürettiler. Aklımda kalan iki konuyu yazmak isterim. Biri, seminer arasında öğretmenlerinin, “çok şaşırdık, şair dediğiniz o öğrenci o kadar sessizdir ki…” Dedikleri çocuk oldukça soyut düşünen ve sürekli konuşan bir öğrenciydi. Belli ki resim alanından ziyade yazın alanında kendisini gösterecek. Sonuçta herkes yetenekli. Önemli olan doğruyu ortaya çıkartacak ortam hazırlamak. Bu anlamda seminerimin çok yararlı olduğuna inanıyorum. Diğer dikkatimi çeken de özellikle, “leke” sözcüğünün tanımında, salt atölye içinde kalmalarıydı. Sanat eğitimine dair bir sözcüktü ve anlamı o sınırlar içinde kalmıştı çocuklar için. Bense derslerime, “yaşam ders - ders yaşam” adlarını veriyorum. Yani ne olursa olsun, ne işlenirse işlensin atölyedeki her şey, yaşamla ilişkilendirilmeliydi. Sınırları kaldırmalı, duvarları yıkmalıydı.
Polis evine yemeğe getirdi öğretmen arkadaşlar. Aklımda bir kalan da alan öğretmeni olan müdürlerinden çok memnun olmalarıydı. Bu çok önemli işte. Ben de gerçekten idareciliği bilen alan öğretmenlerinin, bu tür okullara daha çok yardımcı olacağına inanıyorum. Ama bu bir fedakarlıktır da…
Türkiye’deki en güzel yerler, polis, asker ve konsolosluklara ait gördüğüm kadarıyla. Boğazda Avusturya Kültür Ofisine konserlere gidiyoruz. Sayın Gülsin ONAY’ın R. Schumann, A. A. Saygun, E. Elgar, L. van Beethoven, F. Chopin’dan oluşan programına katıldık. Teşekkür ediyoruz. Sonra “Seligo Caz Konseri” ne gittik. Gençler çok sevimliydi. Bu akşam da Sayın Ayça YILMAZ’ın konserine katılacağız.
İstanbul Modern Sanatlar Galerisi’nde 01 Martta Burhan UYGUR sergisinin açılışına gittim. Açılışlara gitmeyi seviyorum. İstanbul’da aynı zamanda buluşma yeri. Resimler, çocukluklarını yaşıyorlar Burhan UYGUR’da.
Akbank Sanat Galerinde bir sergiye gittim. Çamurdan yapılmış ama çatlamış eve benzeşimli yapı ve çevresine baktım, susuzluğu anımsayarak. Bir diğer çalışma da sanırım metrelerce uzun kırmızı renkli örgü, hazırlanan bir düzenekle sökülüyordu.
Yapı Kredide Zühtü MÜRİDOĞLU’nun ince uzun yontuları görmeğe değer.
Sayın Orhan Cem ÇETİN ve Murat GERMEN’ in hazırlayıp sundukları Çağdaş Fotoğraf Serilerinin bu ay ki konuğu Finlandiyalı fotoğrafçı Harri Larjosto’du. Duyurudan; “Kelimeler, duygular ve gövdenin fiziki tepkilerinin arasındaki bağın yanısıra imgeler, dil ve düşünme ve arasındaki ilişki beni çok ilgilendiriyor” diyor sanatçı…
Bazen sergi ile ilgili yazılanları okurum, dinlerim ve sergiyi görür çok hayal kırıklığına uğrarım. Gerçi bu izlencede bu kadar olmadı… Bazen de çok büyütüyoruz.
"YETİŞTİK ÇÜNKÜ BİZ" "Mülkiye Belgeseli İstanbul Galası" Yönetmenliğini Can Dündar'ın, müziklerini Fahir Atakoğlu'nun yaptığı belgeselin galasına tüm Mülkiyelileri ve Mülkiye dostlarını bekliyoruz. 16 Şubat 2006 saat 19:30 MKM (Mustafa Kemal Merkezi)Uğur Mumcu Cad. No:8 Akatlar - Mülkiyeliler Birliği İstanbul Şubesi”
Doğrusu belgeseli daha ciddi zannediyordum. Zaman zaman epey eğlenceliydi. Bu arada sanat tarihi alanında yazan bir araştırmacının Mülkiye çıkışlı olduğunu öğrendim. Her yerde olduğu gibi orada da ayak çelmeler var. O zaman ne düşünüyorsa, şimdi de öyle olanları gördük. Bir tanıdığım vardı. Kokteyl boyunca ona bakındım durdum. Göremedim ama birlikte gittiğim arkadaşım uzun süredir görmediği bir arkadaşına rastladı. Çoğu siyah giyinmişti ben ve birkaç kişi hariç…
16 – 03 - 2006
Not: Bu yazı salt,
amamtorceedebiyat.com
ve
tulaycellek.com
sitelerinde yayınlanır
|