Şehremini Lisesindeyken bir sınıfta, dersin tam ortasında, sınıfın en çalışkan ve en sessizi bağıdı; “tatil yağıyor, tatil yağıyor,” diye. Başımı pencereye çevirdim. Kar yağıyordu. Tembel bir öğrenci böyle deseydi şaşırmayacaktım ama en çalışkanından bunu duymak, önce biraz şaşırttı sonra güldürdü.
Zor da olsa çok sevdiğim bir şey var. Hiç iz olmayan dümdüz, bembeyaz karda yürümek. Ben buna bayılıyorum. O nedenle iki gündür fakültedeki odama gelmek için yolu uzatıp romantik yola sapıyorum. İki tarafı ağaçlık çok sevdiğim bir yol.
İstanbul kar nazlısı. 2 gündür üniversiteye gazete gelmiyor. Halbuki yollar açık. Fakülteye çok rahat geliyorum. Dönüşte servis erken kalkıyor eve gidişte rahat. Tabii gazete bayileri geziyorum bulmak için.
Yalnız evimin önü berbat. Yokuş ve semt yüksekte olduğu için olsa gerek kar fazla. 2 yıldır feci şekilde düşüyorum, tüm dikkatime karşın. Ama lahana gibi giyinmem beni kurtarıyor. Servise giden yolun bir tarafına Üsküdar Belediyesi, diğer tarafına Kadıköy Belediyesi bakıyor. En küçük kar yağışında Üsküdar tarafının çöpleri yığılıyor, Kadıköy tarafı ise tertemiz. Bir de ana caddelerle çok iyi ilgileniliyor ama aralara hiç girilmiyor. Yokuş olan yerlerle de ilgilenilmeli. Günlerce mağdur kalıyoruz.
İFSAK’ta “Kar – Sis” e dair bir saydam gösterisine katıldık. İlk bölüm gerçekten etkileyici idi. Bana Turner’ in çalışmalarını anımsattı. Tipide çekilen fotoğraflar içinde insanlar, ağaçlar, evler yumuşacık lekeler oluşturmuş.
***
İlk kez Eskişehir’e giderken, konu öğrencilerimin yanında açılmıştı. Eskimeyen asistanım sevgili Reşat hemen Eskişehir’i araştırmış. Nereleri görmeliymişim, hangi yemekleri meşhurmuş? Ancak ilk iki gidişimde de hiçbir yer görmedim. Seminerlerimi verdim ve döndüm. Bu sefer seminerimi organize eden Sayın Serpil ERDEN sayesinde ilk defa gezdim. Tahminimden daha büyükmüş Eskişehir. Ve tabii her yerde olduğu gibi betonlaşma çok. İlk defa hocam Sayın Prof. Dr. Fikri CANTÜRK’ ün atölyesine gittim - gittik. Geçen geldiğimde evine gidip bir kahvesini içmiştim. Bu sefer atölyesinde epey oturduk. Çalışmalarını gördük. İnanılmaz bir renkli dünyada gezdirdi bizi. Tabii içinde sanatın tarihi, hatta bilimsel bilginin de bulunduğu resimleri, coşku yüklü bir şekilde haykırarak, “renkler, kuşlar - özgürlük ve kadınların dünyasına hoş geldiniz,” diyor… Tabii Samsun’a uzandık, geldik bir süre. Hocamın coşkusundan etkilenen Serpil Hanım resim dersi almayı düşünmeye başladı bile… Ve Sevgili Hocam bir tablosunu hediye etti… O yapıt beni çok şenlendirdi, düşündürdü ve çok zenginleştirdi. Çok teşekkürler Sayın Hocam. Çok özelsiniz… İstanbul’a inanılmaz zengin, mutlu bir yürekle döneceğim-dönüyorum.
Serpil Hanım ve Resim öğretmeni arkadaşlarla ilginç bir yapısı olan lokantaya gidip öğle yemeğimizi yedik. Sütlü kadayıfı çok güzeldi. Akşam da ismi Türkçe olarak “Baylar, Bayanlar - Kral ve Kraliçe / Soylu Kadın” olan şık, farklı bir yere gidip yemek yedik. Nerede olursam olayım cam kenarına oturmayı severim – tercih ederim. Pencere kenarındaydık ve bahçe hoş bir şekilde ışıklandırılmıştı. Şimdi elimdeki kolonyalı mendile bakıyorum. Lokantanın – aşevinin adı yarı İtalyanca, yarı İngilizce yarı Türkçe…
Eskişehir Haller Gençlik Merkezini çok ilginç buldum. Bizim - İstanbul Çiçek Pasajını ve Kapalı Çarşıyı anımsatıyor. Bir tarafı dükkanlar, bir tarafı lokantalar, kafeteryalar – kahveler, iç kısmı sanat alanı, tiyatro ve opera salonları ve üstü diskotekler, barlar. Balkonlarıyla görsellik anlamında geçmişe bir yolculuk yapıp geliyorsunuz. Balkonlar dedim de yine vermek istemediğimiz vapurlar düştü aklıma… Dışarıya oturup denizi seyrederek, martılara arkadaşlık ederek ve maviyi yüreğimizde duyumsayarak karşıya geçmek var ya, beni onulmaz İstanbul aşığı yapıyor işte. Yiğidim İstanbul sen bir başkasın…
Eğer açılan okul özel bir alanın okuluysa sanat, bilim, zanaat vb. mutlaka içeriğe uygun bir yapıya sahip olmalı okul binası. Ve hangisi olursa olsun ortak bir konusu var: Çok amaçlı salon gibi… Eğitim çerçevesinde yapılanların sergilenmesi şart. Bunun için de sınıf - atölye kadar salon da gerekli. Etkinliklerin gerçekleşeceği büyük bir alan olmalı… Semineri, “Ulu Önder Eğitim Uygulama Okulu ve İş Eğitim Merkezi,”nin salonunda gerçekleştirdik. Sayın Müdürüne teşekkür ediyorum. Ayrıca binanın temizliği dikkatimi çekti. Bu çok önemli, çocukların sağlığı ve görsellik açısından.
Eskişehir Anadolu Güzel Sanatlar Lisesini gezdik. Her öğretmene ait atölye ve atölyenin içinde odaları var. En beğendiğim de her öğretmenin odasında bilgisayar ve internet olması. Çağ böyle yakalanır. Bolu Güzel Sanatlar Lisesini de gezdirmişlerdi. Oradaki yapı da aynı. Öğretmenlerin atölyelerin içinde odaları olması çok iyi. Eğitim Enstitüsü Resim Bölümünde okurken de böyleydi. Tek fark, bizim hocaların odasının etrafı camla kaplıydı, duvarla değil.
Sayın Serpil ERDEN’e bir kere daha teşekkür edeceğim. İlk geldiğimde Eskişehir Anadolu Üniversitesinin yerleşkesinde kalmıştım ama gezememiştim. Serpil Hanım beni oradaki sürekliliği olan sergiye götürdü, Çağdaş Sanat Müzesine… Epey resim toplanmış. İyi isimler, çalışmalar var.
Eskişehir Öğretmen evinde kaldım. Gördüğüm eksikleri ve önerileri hemen resepsiyona ve ilgili gördüklerime bildirdim. Ama bir ara kendimi müfettiş gibi hissettim. Fakat elimde değil. Bunu bir sorumluluk olarak görüyorum. Mesleğe atılır atılmaz her okulumda idareci olmadığım halde, okulun tüm eksikleri vs. ile ilgileniyordum. Hatta bir müdürüm bu tarafımı ciddi şekilde değerlendirmek istemişti. İnsanın sorumlulukla yaşaması için koltuk sahibi olması gerekmiyor. Gerçi bu seferde ciddi olarak kullanılıyorsunuz. Etiket düşkünü etrafınız tarafından rahatsız ediliyorsunuz. Ama koltuk sahibi olup da sorumsuz yaşamaktan çok daha iyidir. Zaten onlar neden koltuk işgal ederler ki?
****
Karikatür derneğindeki seminerde küçük Ada çok güzel katkı verdi… Seminer sonrası mimar bir karikatürist dostun teşekkürleri yaşanmaya değerdi… Zaman zaman çok ilginçlikler de yaşadık. Karikatürist arkadaşların katkılarına teşekkür ediyorum. Karikatürü çok seviyorum. Harika bir karşı duruş… Tabii şunlara da dikkatinizi çekmek isterim;
Laçkalıkla karıştırılan özgürlük,
Despotlukla karıştırılan disiplin,
Laubalilikle karıştırılan samimiyet,
Bunlar çok çabuk karıştırılıyor ne yazık ki… Ve insanlar kendilerine yapılmasını istemediklerini – kendilerine yapmadıklarını başkalarına yapmamalılar. Hele hele bunu özgürlük, adalet vs. sözcüklerini kullanarak hiç yapmamalılar. O sözcükleri kirletmemek lazım.
Çoğu kez günü tek etkinlikle kapatmam. Halbuki seminerlerimde çok yoruluyorum. Kan ter içinde kalıyorum. Geriye tek sağlam kalan yararlı olmanın verdiği mutluluk – sevinç oluyor. Karikatürcüler derneğinden çıktık, Can Kitap evine gittik, çok az kalan arada birer kapiçino içerek. Ama Can’ daki söyleşiden sonra tatlı yemeği ihmal etmedik her zamanki gibi…
“'Aslan Asker Şvayk' Türkiye'de
Çek yazar Yaroslav Haşek’in Aslan Asker Şvayk’ı 1960’lardan günümüze ülkemizde birçok kez sahneye uyarlandı. Haşek’in romanı şimdi ilk kez eksiksiz olarak Türkçede. I. Dünya Savaşı’nı tüm anlamsızlıkları ve gülünçlükleriyle yerden yere vuran bu yergi başyapıtı, 18 Şubat Cumartesi günü saat 18.00’da Can Kitabevi’nde tüm yönleriyle tartışılacak. Söyleşiye Türkiye’de Şvayk’ı ilk kez oynayan Genco Erkal, 1960’ların Arena Tiyatrosu’ndaki ilk oyunda hem oynayan, hem de oyunun kostüm ve dekorlarını hazırlayan ressam Mehmet Güleryüz ve kitabın çevirmeni Celâl Üster katılıyor.”
Önceleri tiyatro, sinema sevgimin önündeydi. Son zamanlarda sinema öne geçti. Sayın Genco ERKAL’ın en iyi izleyicilerinden olduğum için adını okur okumaz yorgun olacağımı bildiğim halde gitmeye karar verdim.Tahminimizden kısa sürdü…
***
Bir kere daha anladık ki, Hamit KINAYTÜRK ağabeyimiz organizasyonu çok iyi yapıyormuş. Onu MS Güzel Sanatlar Üniversitesinde anma toplantısından sonra, dernek için kiraladığımız yerde toplantı yapmaya karar verdik ve Cuma akşamı toplandık. Tabii orada bizden başka kimse olmadığı için seslerimizi istediğimiz kadar yükseltme rahatlığı ile hareket ettik. Bu bize hoş gelince diğer toplantıyı da orada yapmaya karar verdik. Aslında başta özellikle trafik nedeniyle yine MSGSÜ yü tercih etmeye kalkmıştık ama trafik probleminin önüne geçti rahatlık. Bilgisayarı, interneti çok kullandığım için “iletişim” işlerini isteyerek üstlendim. Bir de bu arada SAYED yönetim kurulunda “Sanat Yönetmeni” oldum. Önce itiraz ettim ama yaşam bulmadı… Yaptığım işi namusuyla yapmak, verdiğim sözü kesinlikle tutmak beni çok yoruyor. Onun için seçerek alıyorum her şeyi… Bir sonraki hafta yine toplanmaya karar verdik. Baştan sıkı tutmalıydık. SAYED ( Sanat Yazarları ve Eleştirmenleri Derneği ) ve Sanat Çevresi yaşamalı…
***
Hafta sonu Nazım Hikmet Kültür Merkezinde Sayın Hüray KAZAN’ın saydam gösterisine katıldım. Sonunda filmleşen ilginç fotoğraflarını gördük. Bazı siyah - beyaz fotoğrafları da ilginç bir şekilde renklemiş. Yoksa o fotoğraflar vasat olacakmış gerçekten. Fotoğrafı sonunda hareketleyen biri daha var. Sayın Cemil AĞACIKLIOĞLU. Nitekim film çekiyor. Hüray Beyin de böyle bir arzusu var. Üstelik Hüray bey, dersimi seçen öğrencilerimin oluşturduğu yahoo gruba girmiş. Duyuruyu oradan okudum. Ama bu isimde öğrenci anımsamadığım için araştırdım, dışardan girmiş gruba. Saydam gösterisinin isimleri; ayrılık ve yol , kalbim…
***
Sayın Tınaz TİTİZ ile öğle yemeği yedik. Tınaz hoca deyince zamana değinmeden edemeyeceğim. Hatta zaman ve saygı birlikte anılmalı. Sayın TİTİZ oldukça kültürlü. Her karşılaşmamızda dünyam daha da büyüyor. O nedenle birlikte yemek yemek daima zenginlik oluyor. Geçende de denk geldi başka arkadaşlar da vardı. Sohbet oldukça iyiydi doğrusu. Tınaz bey soyadı gibi zaman konusunda titizdir ve söylediği vakit gelir. Ben de hem beklemekten hem de bekletmekten nefret ederim.
***
Pazartesi akşamı Avusturya Kültür Ofisinde konsere gittik. Yıllar önce Nişantaşı’ndaydı. Oradayken çok güzel konferanslar da olurdu. Şimdi boğaza taşındılar. Resim sergileri açılıyor ve konserler veriliyor. Bina harika. Gerçekten zevkle konser dinleniyor.
“CAMERATA SAYGUN
&
Lukas David/ Keman
Eckhard Fischer / Keman
Çiğdem İyicil/ Keman
Ünlü keman virtüözü Lukas David, öğrencileri Eckhard Fischer ve Çiğdem İyicil ile genç yaylı orkestrası Camerata Saygun ‘un eşliğinde J.S. Bach, T.C.David, N. Paganini, İ. Usmanbaş’ın eserlerinden oluşan bir programla konser verecektir.”
***
Karlı bir günde Robert Koleje konferansa gittik. Konferansı Sayın John Abbott verdi. Bir yazı hazırlayacağım için burada uzun yazmayacağım. Ancak iki noktaya değinmeden geçemeyeceğim. Biri, bizde harika değerler var. Konferans benim bilgilerimi tazelemekten çok öte gitmedi. Yeni eklediği bilgi ise; İngiltere’deki eğitimin çok merkeziyetçi olduğu. Haklı olarak eleştirdi. Bizde de öyle. Her şeyin normali iyidir. Hani “vur değince öldürmemek gerekir.” Burada tuhaf olan İngiltere gelişmiş, biz gelişmekte olan ülkeyiz. Ama başkanları Bay Blair’ de oğlunu özel okula vermişti değil mi? Bunlar hep düşünülecek konular. Gerçekten Sayın Tınaz TİTİZ, Sayın Erdal ATABEK başta olmak üzere bir çok değerli eğitimcimiz var, “öğrenci merkezli” eğitimi savunan. Bunun yanında Fin eğitiminden bahsetti. Öğretmen olabilmek için 3 yıl yüksek okul – fakülte okuduktan sonra 3 yıl da pedagoji eğitimi almak gerekiyormuş. Biz de ise bu eğitimi almak yerine, etiket almak önde gidiyor.
***
Bir kapiçino molası vereyim. Köy Enstitüleri araştırmama devam edeyim. Ne çok araştırılacak konu var. Ne çok yazılacak olay var… Ne çok okunacak kitap var… Bazen panikliyorum. Sonra sıraya koyup durmadan hayal kuruyor, düşünüyor ve çalışıyorum.
23 – 2 - 2006
|