Tülay Çellek
  Mavi bir günaydın yolluyorum sabahına
Yüreğimin sıcaklığını da gününe...
 Sending a blue ‘bonjour’ to your morning,
And the warmth of my heart to your day…
 Tülay ÇELLEK


Ana Sayfa
Yazılar
Şiirler
Poems
Söyleşiler
Tül'den Yansımalar
Resimler
Art
Fotoğraflar
Photograph
Karikatür / Çizimler
Cartoon / Drawings
Tasarım
Design
Tipleme
Character
Barış
Peace
Gerze
Ders Notları
Lesson Notes
Özgeçmiş
Autobiography/cv
Belgeler
Duyurular
Değiniler
İletişim
Contact

Yayın Tarihi: 14.1.2006  

GEÇİRİLEN GÜNLERDEN, YAŞANILAN FİLMLERDEN,


GEÇİRİLEN GÜNLERDEN, YAŞANILAN FİLMLERDEN,


GEÇİRİLEN GÜNLERDEN, YAŞANILAN FİLMLERDEN,

ANILAN OZANLARDAN, GEZİLERDEN

Günlerdir derslerimde konuşulmuştu. Önceleri çok kararlı değildim doğrusu. Sonradan sakin bir günümde gitmeye karar verdim. Giderken çok mendil getirmem önerildi. Öylesine hüzün tarafından bahsedilmişti ki başlar başlamaz ağlamaya hazırdım. Ama o da ne, inanılmaz gülünecek sahneleri vardı. Neden bu tarafı hiç öne çıkartılmamıştı…İnsanlar olarak hep birlikte hüzne daha mı yatkındık? Hatta bir anma töreninde, “hüzünlü kalmamız” bile dilendi. Hüzünlü olalım ki yazalımmış… Filmin adı, “Babam ve Oğlum”. Hem güldüren hem de bol bol ağlatan bir film. Büyümeyi görmek…Çiçekleri bile fide olarak alıp saksına dikip büyümesini görmeyi çok severim. Küçükken yaz tatillerinde bazen anneannemin köyüne giderdik. Okulda öğrendiğimiz ıslak pamuğa fasulye ekip büyümesini bizzat görmeyi köydeki evin bahçesinde dener ertesi gün uyandığımda ilk işim ne kadar büyüdüğünü görmek için bahçeye fırlamak olurdu. Bu bana çok heyecan verirdi. Bu nedenle “büyüdüğünü görememek çok acı” cümlesinden çok etkilendim. Ağabey, çok güzel “saf” rolünü yaşama geçirmiş. Eşi başka bir komik. Sayın Hümeyra oldukça iyi ve Sayın Çetin TEKİNDOR’ un sesi yetiyor. İnanılmaz etkileyici bir ses rengine sahip. Filmi bir çoklarından ayıran çocuğun hayallerine yer vermesi. Bence bu filmi kalıcı yapan bu hayal gücü olacak. Etrafında kahramanlar gören ama elindeki tüm kahramanları bir bir kaybeden bir çocuğun öyküsü. Yaşamı çekilir kılan hayaller, filmi başka bir boyuta taşımış. Ve önce çocuğu ailesine bırakacak ve İstanbul’a dönecek zannederken babanın ölümü, bir başka acı boyut. Ve Türkiye de yetişenlerin görünümü… Babalar… Seven ama sevdiğini göstermeyen babalar… Bunu fark edemeyen ya da fark ettiğinde çok geç kalan evlatlar… Bu film de yaşamımda kalıcı olacaklardan… Ayrıca teyzesiyle ve konuşulan yöresel dili ile… Tabii “baba” rolünün tam hakkını veren gerek ses rengiyle gerekse duruşuyla Sayın KUŞKAN oldukça başarılıydı.

Hiç atlanmaması gereken bir isim de ufaklığı oynayan, Deniz rolünü başarıyla gerçekleştiren Ege TANMAN, gelecek vaat ediyor. Sayın Çağan IRMAK özellikle bu filmiyle ilginç bir yönetmen oldu gözümde. Sinemada rastladığım bir arkadaş, “Sayın IRMAK, İFSAK tan yetişmedir,” dedi. Gerçekten İFSAK Türkiye için çok değerli bir dernek, tabii dünya için de…

9 Ocak pazartesi Cemal SÜREYA’ yı anma toplantısına katıldım. Onu yıllar önce Kadıköy’de Gençlik kitabevinde dinlemiştim. Neden soyadındaki ikinci “S” yi kaldırdığını anlatmıştı. Hiç kaybedeceğini zannetmediği bir iddiaya girerek kaybetmiş. Kendi önerisiyle “S” nin tekini atmış. Kravatını ve lekesini anlatmıştı. Alkolle arasının iyi olduğunu söylemişti ve şiirlerini okumuştu. Şimdi “iyi ki onu dinlemeye gitmişim,” diyorum. Gözümün önüne o söyleşisi geliyor capcanlı. Anma etkinliğinin sunucularından Sayın Uğurtan ATAKAN ile de yıllar öncesine dayanan bir anım var, anımsadıkça beni gülümseten, şu anda olduğu gibi. İstanbul’a yeni geldiğim yıllardı. O zaman çok tiyatroya giderdim. Bir de tiyatro mevsimi biter bitmez başlayan “Gençlik Günleri” vardı. Sabahçı olduğum için derslerim biter bitmez Harbiye Şehir Tiyatrosuna koşardım. Bir gün Uğurtan Bey tiyatroda yanıma oturmuştu. Ona döndüm dedim ki, “sizi bir yerden tanıyorum.” “Nerden?” diye sordu… İşte verdiğim yanıt beni hala güldürüyor. “Bizim mahalleden mi, tanıyorum sizi…” O da gülümsemiş ama hiçbir şey dememişti. Bu tiyatro sanatçısı ve seslendirmeci arkadaşın bizim mahalleden olmadığı kesindi. Yıllar sonra evinin başka yerde olduğunu da öğrenmiştim. Ama mecazi anlamda düşünürsek “bizim mahallede” olacak kadar yakın düşünülmüş de olabilirdi. Hani televizyonda sürekli gördüklerimiz neredeyse akrabamız olur. Onları görünce tanışmadığımız, karakterini bilmediğimiz halde kendimize yine de yakın buluruz. Uğurtan Beyle sık görüşmüyoruz, özel olarak da görüşmüyoruz. Ama bu tanışıklık her şiir toplantılarında, her anma toplantılarında selamlaşmamızı sağlar dostça.

Gençler Cemal SÜREYA’ nın şiirlerinden besteledikleriyle konser verdiler. Sayın Ayşegül YAZICI ve Sayın Uğurtan ATAKAN’ ın tiyatral konuşmasına Sayın Semih POROY’ un çizgileri eşlik etti… Karikatürlerini beğendiğim Semih Bey çok başarılı bir portre ressamı bence… Bir de film izledik. Yönetmeni Ayben Altunç YARBAŞI. Film şiirlerle süslenmiş, Cemal SÜREYA’ nın konuşmalarıyla zenginleştirilmiş, ozanı anlatan bir belgesel… Güzeldi, duygulu anlar yaşandı. Bayram tatili olmasına karşın kalabalıktı… Bir iki tanıdığıma da rastladım. Açış konuşmasını Sayın Prof. Dr. Itır YEĞENAĞA yaptı… Ödül töreni ile bitti etkinlik. İşte ölmemek bu olsa gerek…

Keşke ozan olabilseydim…
Koca romanı bir mısraya sığdırabilseydim…
Yüreğimdeki koca dünyayı satırlara dökebilseydim, hiç çekinmeden…
Çağlayan olabilseydim,
başkalarının yüreklerinde yer edinebilmek için…
Gökyüzü olabilseydim,
başını kaldırıp bakacaklara gülücüklerimi dağıtabilmek için…
Olabilseydim… Olabilseydim… Olabilseydim…

Cemal SÜREYA’dan, “Simetri taşımayan bir kent İstanbul” Ve etkinlikte söylenen bir söz,”Yağmur şiir gibi yağıyor…” Usumda yer edenlerden…

Siyah, kırmızı giyinmiştim. Koyu renkli saçlarım kırmızının üstünde çizgi çizgi olmuş… Bu da benden devamı ne ola acaba?

Yatılı okuduğum İlk Öğretmen okulundayken en sevdiğim derslerden biri de coğrafyaydı. Neden mi? Seyahati çok seven ben, yatılı okulun yasaklarından bir yere kımıldayamadığım için coğrafya kitabının sayfalarında anlatılan kentlere ve dünyadaki tüm ülkelere giderdim hayallerimde. Bir de hala unutamadığım bir anım var. Melahat Hanım sordu, “Fransa nasıl bir ülkedir?” İki yanıt vardı ya “tarım ülkesi” ya da “sanayi ülkesi.” Diyecektik. Çalışkan olduğum için doğru yanıt vereceğimden emince bana sordu öğretmenimiz. Yanıtımı alınca biraz hayal kırıklığına uğradığını gösterdi yüz hatlarından. “Sanayi ülkesi” demiştim çünkü. İtiraz edip “tarım ülkesidir” dedi. Ben de “Fransa’nın geleceğini düşünerek sanayi ülkesi demiştim öğretmenim.” Demiştim. Evet şu an Fransa’ya tarım ülkesi denebilir mi? O zamanlar Rus klasiklerini okuyordum. Bir iki gündür bu anımı anımsayıp durdum. Bayramlarda evde kalırsam dolaplarımı karıştırırım hep. Anılara giderim böylece… Hani sandıkları karıştırmak gibi. Londra gezimin notları geçti elime. O notlardan 8 sayfalık bir yazı çıktı. Böylece oturduğum yerden bir kere daha Londra’ya gitmiş oldum. İngiltere’de dikkatimi çeken bir şey olmuştu. Orada eğitimciler ders içinde çok samimiler ama ders dışında neredeyse sizi tanımıyorlar. O kadar soğuk davranıyorlar ki. Bu beni önce çok şaşırttı. Çünkü bizde de ders içinde ciddi olan eğitimciler, ders dışında çok samimi olabiliyorlar…

2 Gündür Hamit KINAYTÜRK ağabeyimizin ablasıyla konuşuyorum uzun uzun… Yaşam devam ediyor. Artık onun tek başına yaptıklarını bir çok kişi üstlenecek. Dün Ankara’dan Sayın Yekta Güngör ÖZDEN’i aradım ablasının ricası üzerine. Sanat Çevresi dergisinde yayınlanmak üzere yazı hazırlamış, kendi adresimi vermek zorunda kaldım. Posta ile gönderecek yazısını. Alınca MSÜ ye götüreceğim. İnternet yaşama getirilen en büyük kolaylık. Tabii henüz herkes kullanmıyor. Bu tür yollayanların kesin adrese gereksinmesi var.

Bu gün dergide yazısını göremediğim için Sayın Asuman Kafaoğlu BÜKE’yi aradım… Yaşam acımasız ve ben onun acısını paylaşmak istedim…

Bir de bu bayram Picasso ile ilgili bir yazı hazırlamayı düşünüyorum bir dergi için. Ayrıca planlarımda resim yapmak da vardı. Geçen cumartesi fakülteye gidip öğrencilerin çalışmalarına not verdim. Bu cumartesi de gidip çalışmalarını gruplarına ayırmayı düşünüyorum. Bunlar oldukça zamanımı alıyor. Ama finallere yetiştirmem gerekiyordu. Son güne iş bırakmayı sevmiyorum. Ve önceliğim eğitimciliğimdir. Önce öğrencilerim gelir.

12 – 1 – 05 / İSTANBUL



Tülay ÇELLEK








<< Geri Dön [Okunma: 3609 ]


[ Yukarı çık ]    



© Her hakkı saklıdır.