Tülay Çellek
  Mavi bir günaydın yolluyorum sabahına
Yüreğimin sıcaklığını da gününe...
 Sending a blue ‘bonjour’ to your morning,
And the warmth of my heart to your day…
 Tülay ÇELLEK


Ana Sayfa
Yazılar
Şiirler
Poems
Söyleşiler
Tül'den Yansımalar
Resimler
Art
Fotoğraflar
Photograph
Karikatür / Çizimler
Cartoon / Drawings
Tasarım
Design
Tipleme
Character
Barış
Peace
Gerze
Ders Notları
Lesson Notes
Özgeçmiş
Autobiography/cv
Belgeler
Duyurular
Değiniler
İletişim
Contact

Yayın Tarihi: 16.6.2005 17:35:00  

SELÇUK ERAT'IN TÜLAY ÇELLEK İLE “DİL ÜZERİNE” SÖYLEŞİSİ


SELÇUK ERAT'IN TÜLAY ÇELLEK İLE “DİL ÜZERİNE” SÖYLEŞİSİ


SELÇUK ERAT'IN TÜLAY ÇELLEK İLE “DİL ÜZERİNE” SÖYLEŞİSİ

Yıldız Teknik Üniversitesi, Sanat ve Tasarım Fak.,
Sanat Böl. Öğretim Gör.
LS Danışma Kurulu Üyesi

SÖYLEŞİ SORULARI

1. Tülay Çellek kimdir, kısaca anlatır mısınız?


Bu soruyu ne zaman duysam, içimden “insanım” yanıtı geçer.

Sanat eğitimcisiyim-Akademisyenim…Araştırmayı severim.

Önceleri mimar olmak isterdim. Ama tek başvurduğum öğretmen yetiştiren okuldan mezun olup, bu mesleğe atılınca beyinlerin mimarı olduğumu yaşamak haz verdi. Mesleğimi çok seviyor, derslerimde de mutlu oluyorum.

Kim? Sanatı ve bilimi seven…
Kim? Çocukları, çiçekleri seven, savaşı, tembelleri, zamana ve kişiliğe saygı duymayanları sevmeyen, riyakarlara tahammül edemeyen…
( Yanıtta anketlere verilenlere benzedi )

2. Yıldız Teknik Üniversitesi, Sanat Bölümü Öğretim Üyesisiniz. Sanata, özellikle de tasarıma ilgi nasıl başladı?

İlkokulda ve devamında tabii, ders çalışırken özellikle defterlerin her sayfasına resim yapardım. Annem, “yine mi kız bebeği yaptın?” Derdi. Çünkü o zamanlar o kadar masum yüzler çizerdim ki…

Nasıl yönlendim? Nedenlerden ikisi; ilgimi, yetimi fark eden öğretmenlerimin katkısı oldu. Ama bir anı var ki geçemeyeceğim.
Ortaokuldaydım. Resim dersine, branşı resim olmayan müdürümüz giriyordu. Tahtaya bir tablo astı. “Bunu çizeceksiniz ve not alacaksınız.” Dedi. Resimde bir dere akıyor, kenarlarında da küme küme yaprakları olan ağaçlar var… Yanımda oturan arkadaşım Ümit çok yetenekliydi. Ona dedim ki, “benimkini de yapar mısın?” “Olur, önce kendiminkini bitireyim, sonra seninkini yaparım.” Dedi, ama neredeyse zil çalacak Ümit hala kendi resmiyle uğraşıyor. O kadar moralim bozulmuştu ki. Oturup acele bir şekilde resmimi bitirdim. Zil çaldığında Ümit hala kendi resmiyle uğraşıyordu… Ertesi haftalarda notlar okundu. Ve ben Ümit’ten daha yüksek not almıştım. Bu hayatımın dersi oldu adeta. Yaşantıma da çok sıkı geçirdim bu olayı. Herkes kendi işini yapmalıydı. Ümit ilkokul öğretmeni olarak kaldı… Ben hala devam ediyor, araştırıyor, öğreniyorum.

Alanın-branşın özeline gelince: Duygusalım. Annem kaynaklı. Ama babam kaynaklı bir tarafım daha var: Mantık…Grafik Ana Sanat Dalı bu nedenle tercih edildi. İçinde duygu kadar aklı da barındıran…Zaten her şeye eleştirel bakarım. O nedenle Grafik tasarımın içinde buldum kendimi. Hala arabayla giderken, durmadan etrafımdakileri seçer, geçerim.

3. Tasarım ve öğretim üyeliği dışında, yazarlık yönünüz de var. Yazı yazmanın anlamı nedir sizde? Nasıl başladı yazmak?

Sondan başlayayım. İAGSL de iken idareciydim. Yüksek lisanstan sonra ve bu olay nedeniyle resme ara vermiştim. Anadolu Güzel Sanatlar Lisesi de Türkiye‘de yeni açılmıştı. Yaşarken bir sürü eksik çıkıyordu önümüze. Yaşadıklarımı ve araştırmalarımı yan yana koyarak notlar alıyor, öneriler üretiyordum. Ama orada böyle olanaklar yoktu. Yani bilgisayar. Burada ise dediler ki, “dersin dışında bir şeyler yapman” gerekiyor. Öğrenmenin yaşı yoktur diye önce bilgisayarı öğrendim. Hala öğreniyorum. Öğrencilerime dahi, “oğlum, kızım nereye tıklayacağımı yazdırır mısın?” Diye diye öğrendim. Ve hayatım değişti. 28 yılın birikimi, çağlayan olmuştu. Durdurmam mümkün değildi. Böylece bir site oluştu. Okuduklarım ve yaşadıklarım buluşmuştu. Hem saptıyor, hem de öneriler üretiyordum. Tabii altı satır yazmak için altı kitap okuyarak yapıyordum bunları. Hala da öyle… Yazmak için okumak gerekiyor. Ayrıca deneyimleriniz de ayrı bir zenginlik katıyor. Birde çok panele, konferansa gider, hep not alırdım… Yazılacak o kadar çok şey var ki. Tabii okunacak çok kitap da. Bu konuda panik yaptığımı da itiraf etmeliyim.

Küçük bir anı; İAGSL de iken bir müdürüm çok bürokrat tavırlıydı, yönetmelikleri de iyi bilirdi. Ben de alan öğretmeni olarak durmadan eksikleri getirirdim kendisine. Bir gün bir konuda dilekçe yazmamı istemişti. Yazdım getirdim. Okuduktan sonra şöyle bir karşılık verdi. “Ben sana dilekçe yaz demiştim, şiir değil.”

Bir de çok içe kapanıktım. Yıllardır anılarımı yazıyordum. Zaman zaman da şiir denemelerim olmuştu ama onlar yok artık. Hatta anı defterlerimin çoğu da…

Yazmanın anlamı yaşamaktır.
Neden yazıyorum?
Aslında yazın ( Edebiyat ) dünyasından gelmiyorum biliyorsunuz. Sorumluluk duygum nedeniyle yazıyorum. Haksızlıklara tahammül edemediğim için yazıyorum. Yanlış olan o kadar çok şey var ki… Eşitsizlikten tutunda, insan haklarının ihlaline kadar… Sevdiğim için yazıyorum. Tutkularıma gem vurmak yerine, yazıyı vurmak iyi geldiği için yazıyorum. Mutluluk için yazıyorum… Yazacak o kadar çok nedenim var ki…Yazmamak ne mümkün…

4. Yazılarınız, eğitimci yönünüzden kaynaklanıyor olsa gerek, insanları eğiten ve bilgi veren yazılar. Özellikle dil ve sanat hakkında yazdığınızı görüyoruz. Yazılarda bilgi vermek ve insanları eğitmek nedir? Bu bilinci ve sorumluluğu doğuran gereklilik nedir? Dil, niçin önemli? Bir eğitimci gözüyle sizden alalım…

Annem “iş insanın namusudur, iş insanın aynasıdır” diye büyüttü bizi. Aynı şekilde babamda da sorumluluk duygusu yoğundu. Geçiyor tabii. Seviyorsunuz, kendinizi sorumlu hissediyorsunuz ve değiştirmek istiyorsunuz. Yoksa kabullenip yönetileceksiniz. O zaman yaşıyor musunuz? Sanmam.

Deseniz ki hayatının devrimi nedir? Yanıtım “bilgisayar” olurdu hemen. Gerçekten de bilgi akışı açısından çok yararlandım. Örneğin burada 20 öğrenciye hitap ederken bilgisayar sayesinde yüzlerce insana ulaşıyor, daha çok faydalı oluyorsunuz. Bundan daha güzel ne olabilir?

Kabullenmemek. Evet, size sunulanı kabullenmemek. Doğumu bu sağlıyor. Ve sevmek tutkuyla…

Sanat eğitimcisiyim. Ama önce insanım. Bu nedenle çevre de beni ilgilendirir. Savaşın kirliği de, dilin kirliliği de…Alanım gereği hep tabelaların harf aralıklarını eleştiririm. Bu arada baktım ki Türkçe elden gidiyor. Kişiliksiz, kimliksiz yaşayamam. Ve dil bu anlamda çok önemlidir.

5. Ayrıca, aktif ve rol üstlenici bir kişiliğiniz var. Emeğe çok önem verdiğinizi biliyorum. Sizce, nedir emek? Ne olmalıdır? Karşılığı, dünyada ve ülkemizde var mı?

Organize yapmayı severim gerçekten. Gezmeyi de. İAGSL de iken idareci olmam nedeniyle fazla kıpırdayamaz olmuştum. Sergi açılışı var, gidemiyorum. Ben de güzel bir çözüm bulmuştum. Öğrencileri getiriyordum. Yalnız bir keresinde tarihi yarımadayı öğrencilere gezdirirken İngilizce sınavına girmeyi unutmuş ve bir dönem uzatmak zorunda kalmıştım yüksek lisansı.

Evet, emeğe saygım sonsuzdur. Tembel ve asalaklardan nefret ederim. Bu nedenle çalışanı hep destekler, onore ederim. Karşımdakini mutlu etmeyi seviyorum. Böylece ben de mutlu oluyorum.

Emek; çalışmak, araştırma yapmaktır.
Dünyayı ayrı konuşmak lazım ama Türkiye’de genelleme yaparsak emeğin değer bulduğu söylenemez. Tabii buna örnek çok. Başta öğretmen maaşı. Örneğin öğretmen merkezli eğitimde öğrencinin hebaya giden emeği gibi…

6. ‘Dil Özgürlüktür’ adlı yazınızda, dilin ne olduğuna, niçin özgür olması gerektiğine ve dilin gerekliliğine değinmişsiniz. Türkçe’ye bir bakalım: Dilimizin bugün içinde bulunduğu durum itibariyle, Türkçe’nin özgürlüğünden ve hatta gerekliliğinden söz etmek mümkün mü?

Son yıllarda Türkçe’de kirlilik hat safhada. Ama artık bir o kadar da sahiplenen var. Bu konuda çok panele gittiğim için söylemek gereksinmesi duyuyorum. Türkçe güzel bir dil. Gelişime açık. İstenirse bilim dili de olur. Yeter ki başka dilleri-ulusları üstün sanıp onun altında dilimizi ezdirmeyelim.

7. Saygın bir üniversitede öğretim üyesi olmanız sebebiyle, izninizle, dil üzerine soru sormaya devam etmek istiyorum. Balkan Ülkelerinden birinin Anakara Büyükelçisi ile yaptığımız görüşmede, kendisi; “Annem anlatırdı; o zamanlarda Türkçe konuşmak büyük bir saygınlık ve prestijmiş. Bir kişinin Türkçe bilmesi, bugün üç – dört dil bilen kişinin durumu ile aynıymış…” demişti. Öncelikle, sayın Büyükelçiye katılıp katılmadığınızı öğrenmek ve sormak istiyorum: Türkçe’nin bugün işlevliğini yitirdiğinden söz etmek mümkün mü? Bu tehlikenin nedeni, “Türkçe’den bilim dili olmaz” diyen profesörlerimiz ve aydınlarımız mıdır? Toplumun bunda payı nedir?

Bu soruya bakmadan yukarıda yanıtlamıştım. Türkçe bilim dili de olur, sanat dili de. Saygınlığı ise bize bağlı. Başkalarının saygı göstermesinden önce bunu biz yapmalıyız. O zaman başkaları da saygı gösterecektir.
Türkçe hiçbir zaman işlevselliğini yitirmez. Dilimizin içine doğduk, doğuluyor. Yaşamımızı bununla geçiriyoruz. İşlevselliğinin bitmesi söz konusu olamaz. Ayrıca dilimizde ne güzel şiirler, romanlar, atasözleri, halk deyimleri var, dünyada başka yerlerde bulunmayan. Kendimize değer verelim ve güvenelim lütfen. Bu narsisizm değildir.

8. Yabancı dille ilgili yazılarınızdan bazılarını okudum? Okurlarımızın da bilmesi açısından, şunları sormak isterim: Yabancı dille eğitimin, bugün ana sınıflarına kadar inmesinde, bir yanlışlık, nasıl desem, bir amaç olabilir mi sizce? Yeterince yabancı dillerle iç içe miyiz, yoksa daha fazla yabancı dilde eğitime geçmeli miyiz?

Öncelikle yabancı dillerin gerekliliğine çok inanıyorum. Ama salt İngilizce’nin değil. Diğer diller de gerekli. Çünkü dünyada tek ulus yok. Ve her dil başka bir zenginlik, farklı bir kültürdür. Araştırma yapmak için de gereklidir. Ve şiir okumak için de. Ben sadece yabancı dilde eğitime karşıyım. Öğrenmek isteyen ki, ihtiyaç duyan kesin kes öğreniyor, ders dışı öğrenebilir. Derste Fen bilgilerini İngilizce öğretmeye kalkmak doğru değildir.
Ana okulundan da aşağıya iner. İngilizce yaka süsü olduğu sürece daha çok iner.

9. Sevgili Çellek; dile biraz ara verip, ressam kişiliğiniz hakkında konuşalım ne dersiniz? Ressam Tülay Çellek nasıl biridir, neleri çizer, resim ne ifade eder onun için?

Yine sondan başlayalım. Çoğu kez uzun yollarda tabelaları da sondan okumaya başlardım.

Resim yapmak var olmaktır. Yani herkes kişiliğinin özelliğine göre yaratır. Böylece var olur. Uzun süre ara verdim ama kafamda resme ve fotoğrafa dair projeler var. Bir de karikatürü çok severim. Öğrenciyken, kavga edemez, kızdığım arkadaşın karikatürünü çizer, panoya asardım. Tabii arkadaşlar benden izin almadan panodan indiremezlerdi. Kızgınlığım geçene kadar asılı dururdu. Komik şeylerdi. Arkadaşın özelliğini abartarak çizerdim. Sanattı. Ve saygı duyuluyordu.

Sanatçıyım diye bir iddiam yok. Ressam ise hiç değilim. Ama bu tarafım çok duyguludur,duygusaldır, duyarlıdır. Fazlaca…

İnsan ve yaşamıdır çizdiğim. Kabullenemediklerimdir. Yaşama dair anlatmak istediklerimdir. Sevgidir, isyandır, başkaldırıdır. Haksızlıktır… Doğumdur. Belki ölüm ya da ölümsüzlüktür.

Siyah beyazı severim. Lavi tekniği, en hakim olduğum ya da benlediğim diyeyim. Bir ara pratikliği nedeniyle akrilik de denemiştim. Ama kağıt ve cini mürekkebi çekiyor içine adeta beni.

10. Siz de içinde olduğunuz için, şunu sormak isterim: Hepimizin bildiği üzere, artık internet Türkiye’de kitaptan ve gazeteden daha çok okunan bir iletişim aracı hâline geldi. Edebiyat ve sanat sitelerine baktığımızda, durumları hakkında ne söyleyebiliriz? Kitabın ve gazetenin yerini almaları mümkün mü? Ne kadar faydalılar? Yoksa toplumumuzu giderek saran magazin ve televole kültürünün birer parçaları mı?

Kitabın yerini tutamıyor. Dokunmam, çizmem hatta not almam lazım. Ama dokunmak…Kütüphanemde bulundurmam lazım. Arada sayfaları karıştırmam gerekli. Ama bilgisayara da masamdaki kütüphanem olarak bakıyorum. Bir de çok pratik. Sizi oturduğunuz yerden dünyaya taşıyor bu da başta zaman kaybını önlüyor.

Magazin, televole çok rahatsız ediyor beni. Burada da olacaktır. Fakat çok güzel siteler var. Onları atlayamam. Benim de birçok sitede yazım var. Bundan mutluyum.

11. Yazdıklarınızda kimlerin etkisini görüyorsunuz? Beğendiğiniz ve takip ettiğiniz isimler kimlerdir?

Bir anı yine…Yatılı okulda okudum. Resim bölümünde okurken bir gece yatakhanede ortaya atılan soru şuydu? “Büyüyünce ne olacaksınız?” Biri “Van Gogh”, diğeri “Rembrantd”, öbürü “Eyüpoğlu”… Sıra bana geldiğinde yanıtım; “Tülay ÇELLEK olacağım” oldu.

Bir yere şiirimsilerim gitmişti. Gelen yanıt şöyleydi. “Sen kendini ne sanıyorsun? Öyle birden bire Nazım Hikmet, Orhan Veli olunmaz. Tabii ki bu anlamda bakınca yayınlama konusunda düşünürüm.” Yanıtım: “Yazdığınız değerli ozanları çok severim. Ama onlar gibi olmayı hiç düşünmüyorum. Bu onlara da, bana da hakarettir.” Deyip yukarıda ki anımı anlatmıştım. Şiirimsilerim yayınlandı. Ve eleştiri daha düzeyli olmaya başladı. Eleştiri doğru yapıldığında insanı geliştiriyor. O nedenle önemsemek gerekir.
Beğendiklerim var… Bu sitemde yazıyor. “Sevdiklerim ve Unutamadıklarım” başlığında. Üstelik aklıma geldikçe ilave ediyorum.

http://www.tulaycellek.com/tulay/eser.asp?id=609

12. LacivertSanat Oluşumu hakkında da konuşalım. Oluşumu nasıl buldunuz? LS, amaçladığı hedefler ile Türkiye’ye ne gibi katkılar sağlayabilir? Kısaca, LS’de iş var mı?

Yine sondan. Evet var.

Sendeki disiplinli çalışmayı çok beğeniyorum. LS nin katkılarının Türkiye’ye ve dünyaya çok büyük olacağını inanıyorum.

13. Bu keyifli ve gerçekten faydalı sohbet için size teşekkür ederim. Söylemek istediğiniz son sözlerinizi de almak isterim, nelerdir?

Teşekkürler.
Senin gibi gençler olduğu sürece umut bitmez…
Sevgiler, saygılar…

08-11-2004 /İSTANBUL

Selçuk ERAT
LS Genel Koordinatörü
© LacivertSanat, 2004
selcukerat@mynet.com
212 243 23 43 faks


Tülay ÇELLEK








<< Geri Dön [Okunma: 6850 ]


[ Yukarı çık ]    



© Her hakkı saklıdır.