21 Şubat Pazartesi
Bu kadar işimin arasında bir de Beşiktaş’a gidip geldim. Yapacağımı, yaptıklarımı yazdıklarımın dışında yazmadığım bir sürü yaşadıklarım var. Bu nedenle yazarak planladığım şeyler kayıyor zaman zaman.
22 Şubat Salı
Geçen seneler sistem dışı ders önerirken, “asla bunu yapamayız, sisteme uymaz,” demişlerdi. Ben de “ölümün dışında her şeye çözüm vardır. Mutlaka bu da çözülür, yeter ki isteyelim.” Diye karşılık vermiştim. Şimdi gelen bir iletiye baktım da, “öğrencilerimi bir kere daha kutlamalıyım,” dedim. Onların mücadeleleri başka derslerin de sistem dışı günlerde açılmasını sağlamış. Sayıları az. Ama olsun. Hiç olmazsa biraz daha öğrenci sıkıntı çekmeden yararlanmıştır.
Dün çok öğrenci geldi. Eski-meyen öğrencilerimden de…
Dün bir öğrencim bilgisayar konusunda yardım ederken “ben ne şanslıyım YTÜ nün en iyi öğrencileri dersimi seçmiş,” dedim. Yanıtı aynen şöyleydi ve tüm gece düşünmeme neden oldu. “Sınıfın kalabalık olmamasıdır şans. Tüm bunlara - bu güzelliklere neden, atölyede sayımızın az olmasıdır.”
İktisatta okuyan bir öğrencim “ekoloji” ile ilgili tez almış. Tam kendine layık bir tez. Geçen dönem öğrencimdi. Dağcıydı, çevreciydi, fotoğrafçıydı ve son derece sorumluluk sahibiydi. Fakat hocası demiş ki, “arada ilişki kuramazsan jüriye söz geçiremem.” “Sakın konunu bırakma,” dedim ister istemez. Derste işlediğimiz “yaratıcılık” tavrına dikkati çektim. Yaratıcılık birbiriyle ilişkisi olmayan - gibi gözükenler arası hiç kimsenin düşünmediği tarzda ilişki kurmak değil miydi? İktisatla ekoloji arasında rahat ilişki kurabilirdi.
Bu gün ilk dersim tam moralle başladı. Gelen öğrenciler çok ilgili, kişilikli. Seçtikleri alanları en azından 13. sırada değil. Resim çizdiklerini söylediler. Çoğu Mimarlıktan. Biri SANTAS , biri İktisat, biri Jeodeziden, diğerleri de Elektrik Fakültesinden. Onlar da ilgili. Sistem dışındaki derslerim çok iyi oluyor gerçekten. İnanılmaz bir sevinçle çıktım dersten… Açılmasında biraz ikircikli davranmıştım. Artı yük getirdiği için. Çünkü o günümü İstanbul dışı seminerlerime ayırmıştım. Yani zaten boş durmayacaktım. Fakat dayanamadım açtım. İyi de etmişim. Odama geldikten biraz sonra 3 öğrenci geldi. Mazeretleri atölyeyi bulamamaları… Hemen canım sıkıldı. Fakat toparladım. Her şeyin dört dörtlük olması mümkün değil. Ya da zamanın Milli eğitim Bakanının dediği gibi değil. “Okullar olmasaydı Bakanlığı ne güzel idare ederdim.” Hep biraz canımı sıkan öğrenci olursa bu söz gelir aklıma ve öğrenciye yüklenmem bu nedenle. Çözüm ararım.
18 Mart Cuma
Günler ne çabuk akıp gidiyor. İlk derse gelmeyip odama gelen öğrenciler daha sonraki derslerde olağan üstü performans gösterdiler. Çok güzel fikir üretiyorlar. Peşin karar vermemekte yarar varmış demek ki.
Bu ara düzenli yazamayışım, yoğunluk nedeniyle oldu. Bu yoğun yaşananlar güzeldi. Önce tam moral olan sergi yoğunluğu vardı. Neresinden başlasam acaba? Son anda sunuculuğun, Basın yayın birimimizden yapılmayacağını öğrendim. Bir anda şoka girdim. Çünkü nasılsa her zamanki gibi onlar yapacak diye bu konuyu hiç düşünmemiş, sergi hazırlığı ile meşgul olmuş, öğrencilerimi ona göre organize etmiştim. Ama sistemleri öyleymiş. Hemen öğrencilerime telefon etmek için odama yöneldim. Şenel’ i buldum yolda. Ona önerdim. Sağolsun kabul etti.
Sergilenecek çalışmaların standart olması için alınan kopyaları kalitesiz bir kağıda yapıldığı için arkasına attığımız imzalar bile görünüyordu önden. Bu nedenle kaliteli bir kağıda yeniden bastırdık. Tabii bunlar ve davetiyeler için birkaç sefer Beşiktaş’a gitmek zorunda kaldım. Çünkü yardımcım yok. Bu nedenle zaman zaman çok zorlanıyorum. Saydamlarım taranacak, teypten yaptığım söyleşiler çözümlenecek… Sergi hazırlığı da epey yordu. Hem koşturmaca, hem de psikolojik tarafı. Çok iyi olsun istedim. İlk defa böyle bir şey yapılıyor burada çünkü. Yeni rektörümüzün önerisiyle oldu. Kötü baskıları da değerlendirdim. Sergi alanına kaliteli kağıtta olanları ve varyasyonlarını da astık. Pencereye diğerlerini. Sergi hem içerde, hem dışarıda oldu. Pencerelerde öyle bir yerdeki, YTÜ ye giren herkes görüyor. Bu durumdan çok memnun kaldım doğrusu. Ödül alan öğrencilerin isimleri, konular ve dönemleri yazıldı. Kapı girişine bu yılın çalışmaları kondu. Zaten sergi bu nedenle hazırlandı. Geçen senelerde yapılan hiçbir çalışmayı atmamıştım. Şimdi bunun yararını gördüm. Hazırlamaya öğrencilerimde geldiler. Açılış gününü, 6 yıldır hiçbir karşılık almadan jüriliğimizi yapan hocamız MÜ GSF den Sayın Prof. Dr. Mehmet ÖZER’ e göre ayarladık. Salı günleri dersi yokmuş. Eşiyle beraber geldiler. Önceleri jüri üyeliğini samimi sandığım, alanları benim gibi Grafik Tasarım olan arkadaşlarıma önermiştim. Onlar benden yardım istediğinde diğer işlerimi bırakıp, onlara öncelik verirdim. Belki 10, belki 20 defa telefon etmeme karşın hep bir mazeret belittiler. Sonunda “siz bari işiniz olmadığında arayın,” dediğimde ise hiç aranmadım. Sonra öğrencilerin durmadan “sonuçlar ne oldu,” sorusuna karşın tekrar ben aradığımda, “unuttuklarını” söylediler. Bunun üzerine Mehmet bey hocama başvurdum. İlk önerimde kabul ettiği gibi, zaman zaman başka randevularını bile iptal ettiler ailecek. İşte bu beni çok duygulandırdı. Aynı semtte oturuyoruz. Evine götürüyordum çalışmaları. Önce öğrencinin derse devam edip etmediğini ve ilgi durumunu soruyordu. Çünkü bu bir sanatçı jürisi değil öncelikle, eğitim jürisiydi. Evine giderken küçük bir hediye getirdiğimde hep güler yüzle, “neden zahmet ettiğim,” sorulurdu. Kendilerine ve eşine çok teşekkür ediyorum. Her sene, hep bu güzelliği yaptı. Eğitimci olmak budur işte.
Sergi açılışına Rektör bey de geldiler. 1. ye ödülü kendileri verdiler. 2. ye İKGM nin Sayın başkanı, 3 ye jüri başkanımız, mansiyon alan sevgili öğrencimize ben ve jüri özel ödülü alan öğrencimize de İKGM Bşk. Yrd.cısı olan diğer jüri üyemiz verdi. Sayın jüri başkanımıza teşekkür çiçeği aldırmıştım. Ona da bu güzel çiçeği Basın Yayın Halkla İlişkiler Başkanı Sayın Doç Dr. Nurten VARDAR verdiler. Alkış boldu. Eski öğrencilerim gelmişti. Yenileri gelmişti. Arkadaşlarını ve ailelerini getirmişlerdi. Öğretim elemanı arkadaşlarım gelmişlerdi. Özellikle Türkçe bölümünden arkadaşlar Beyazıt bey, Cemile hanım, hep yardımımıza koşan sekreterleri de vardı. Sadece dersi olanlar gelememiş, onlar da tebriklerini yollamışlardı. Bu günlerde insan, samimi sandığı arkadaşlarını bekliyor. Böyle bir arkadaş da beklendi. Mazereti o gün dersi olmamasıydı. Benim gibi tam gün elemanıydı ama bu nedenle gelmediğini söyledi. Kutlamayı da unuttu herhalde. Halbuki ben onun için her şeyi yapıyordum. Hemen her etkinliğine de gidiyordum. İdareden birkaç kişi vardı. Bir de çayımız kahvemiz. Açılış sonrası hocayı eşiyle Çatı’ya çıkarttım. İlk defa görüyorlardı. O kadar beğendiler ki. Giderlerken hocamız jüri üyeliğine devam edeceğini belirtti. Memnun kalmıştı. Tıpkı benim gibi… Hemen öğrencilerime teşekkür mektubu yazdım. Özellikle Şenel sunuculuğu güzel yürütmüştü. Eksiği bana aitti. Ama bu, bizlere bir deneyim oldu. Bir dahaki çok daha güzel olacaktır.
Merhaba Sevgili Arkadaşlarım...
Güzellerim ve yakışıklılarım...
Öncelikle sergiye emeği geçen herkese yürekten teşekkür ediyorum... Siz olmasaydınız ben ne yapardım? Sağolun.
Sevgili Şenel, o kadar güzel bir girişle sunuculuk yaptın ki hayran kaldım. Tabii ben bu ayrıntıyı, sana ulaştığımda yeni öğrenmiştim ve panik halindeydim. Bunu YTÜ Basın Yayın Bölümü yapacak sanıyordum ve bu nedenle bu konuda çok ferahtım doğrusu. Ama son anda öğrendiğim bu değişikliği çok iyi kurtardın. Sana ne kadar teşekkür etsem azdır. Eğer bir eksiklik varsa tamamen benden kaynaklanıyor. Lütfen bağışlar mısın? Bunun için senden özür diliyorum. Yaşayarak öğrenmek çok önemli. Yaşadık ve öğrendik. Bir dahaki sefere daha hazırlıklı oluruz. Anlıyorsun değil mi? Yeni sergimiz olduğunda da seni sunucu yapmayı düşünüyorum. Üstelik oraya mikrofon tertibatı kurabileceklerini söylediler. Ayrıca sergi hazırlamadaki katkın için de teşekkürler...
Sevgili güler yüzlü Gökçe Hilal, sana da güzel katkılarından dolayı çok teşekkür ediyorum. Güzel bir dayanışma örneği gösterdin. Ayla sen de sağol.
Sevgili Elif, sana da önce sergi hazırlamadaki katkın için çok teşekkürler... Ancak bir şeye gerçekten çok üzüldüm. Senin konuşma yapmamana... Nasıl anımsamadık? Neden sana ödül verildiğinde konuşmadın? Sanırım öyle kararlaştırmıştık. Bana neden anımsatmadın? Görüyorsun ki çok heyecanlıydım. Hep "merkez" öğrenci derim, yine sadece büyükler konuştu ve bundan kendimi sorumlu tuttuğum için vicdanen ne kadar çok rahatsız olduğumu bilmeni isterim. Neyse ki aşağıda verdiğim adreslerde bana yazığın mektup yayınlandı, bakarsın. Ama olurda başka olanaklar çıkarsa önce sizleri konuşturacağım. O gün sizlerin gününüzdü.
Sevgili Reşat, müzik için çok teşekkürler. Sorumluluk gösterip en erken gelen ve en son çıkan birisi olarak sana da çok teşekkür ediyorum. Umuyorum ki birlikte yapacağımız daha çok güzel işler olacak. Bu arada dersim için aldığın anfiler çok işimize yaradı. Sağol.
Sevgili Zeynep, henüz bu dönem aramıza geldin. Ama hemen sarıldın. Bu ne güzellik böyle... Sergi hazırlamasını sana devrettiğimde inanılmaz bir rahatlık hissettim. Çok teşekkürler...
Sergi açılışına arkadaşlarını ve ailesini getiren öğrencilerime teşekkür ediyorum.
Orada çalışması bulunmadığı halde, gelen arkadaşlarıma teşekkür ediyorum.
Dersimden mezun olduğu halde, gelen arkadaşlarıma teşekkür ediyorum.
Ödül alan ve almayan tüm arkadaşlarımı çalışmalarından dolayı kutluyorum. Başarılısınız ve hep başaracağınıza inanıyorum.
Acaba diyorum Beste, Çağkan, Boran ve bir çok arkadaşım geldi de, ben heyecandan onları görmemiş olabilir miyim? Öyleyse kendimi asla bağışlayamayacağım...
Sergi için hazırladığım yazının yayınlandığı siteler:
http://www.amatorceedebiyat.com/tulay/eser.asp?id=4119
http://turkcelil.com/modules/news/article.php?storyid=2357
http://www.guvercinevi.net/haberler.asp?id=906&t=kultur
http://amatorceedebiyat.com/eserp.asp?id=10020
Yürek dolusu sevgiler
Tülay ÇELLEK
21 Mart Pazartesi
Günler çağlayan olmuş akıyor. Yakalamakta zorlanıyorum bazen.
Bu arada neler yapıldı? Can kitapta, “Don Kişot” üzerine güzel bir söyleşi vardı, Sayın Murat BELGE ve Sayın Jale PARLA’ nın katıldığı. Sergileri dolaştım. Sayın Murat GERMEN’in sanayi görüntülerini bizimle paylaştığı fotoğraf sergisi. YKB da Joseph BEUYS un “Aslolan Çizgidir” sergisi. Fotoğrafhanedeki söyleşi, Sayın O. Cem ÇETİN ve Sayın Murat GERMEN’ in birlikte yaptıkları, yine her zamanki gibi ilginçti.… Fotoğraf insanlarını neye göre seçtiklerini, sorduğumda aldığım yanıt; “Türkiye’de olanlardan farklı fotoğraf anlayışına sahip fotoğraf insanlarını seçiyoruz,” dediler. Edebiyat-koop da Sayın Beyazıt KAHRAMAN’ ın dilin gelişimiyle ilgili konferans-söyleşi dizisini takip ediyorum.
Yıllarca hep dinlerken artık bende seminerler vermeye başladım. Ama kendi etkinliğime, gidebileceğim başka etkinlik çakıştığında çok üzülüyorum. Ne de olsa yılların alışkanlığı var. Her seminerimden zenginleşerek çıkıyorum. Çünkü saydamlar aynı olsa bile, bakan gözler ayrı. Dolayısıyla fikirler ve öyküler de farklı üretiliyor, yaratılıyor. Bu seminere bir arkadaşım da katıldı. Sevgili Emel’in bir yüzünü daha görmüş oldum. Çok güzel öyküler yarattı. O da benim bu yönümü ilk defa gördü. Durmadan kutladı. Bir yerlere önereceğini söyledi. Her zamanki gibi bu semineri ne zaman versem ikinci kez yinelemem isteniyor. Burada da aynı talep oldu.
En yakın arkadaşıma dahi haber vermeden yanına – evine - işine gitmem. Aynı şey benim için de geçerlidir. Tüm arkadaşlarımın haber vererek gelmesini isterim. Ama bu kural öğrencilerim için geçerli değil. Onlar her an geliyorlar, gelebilirler. Ben de işime ara verip, onlara zaman ayırıyorum. Onlar için buradayım. Bu nedenle hep önceliğimdirler. Bir öğrencim ki, bu senenin en çalışkanlarından Dostoyevsky ile ilgili bir araştırma yapıyor. Yardım istedi. Diğeri eski-meyen öğrencilerimden. Biraz önce gittiler.
Akşam olsa da yatsam dediğim günlerimden biri. Gelibolu, Çanakkale gezisi çok yorucu, ama bir o kadar da doyurucu geçti. İlk defa gittim. Geziye çıkmadan önce “Gelibolu” filmine gittik. Sanki yabancı bir yönetmen çekmiş. Film tek taraflı, salt yabancılar gözüyle anlatılmış. Tamam mektuplara dayandırılmış, ama... Bizde – Türklerde okuma yazma çok az deniyor, fakat sözlü tarihe neden başvurulmadı o zaman. Batının yazılı tarihi varsa, Türklerin de sözlü tarihi var. Ayrıca yabancı birkaç danışmana başvurulmuş, bizden ise sadece bir danışman konuşturulmuş. Halbuki çok değerli tarihçilerimiz var. Eşitlik anlamında onlara da başvurulabilirdi. Eğer bu bir öykülü film olsaydı anlardım. Fakat belgesel olunca çok yönlü olmak durumundadır. Hele ki ertesi günü Gelibolu’da gördüklerim ve dinlediklerim, daha sonra da Çanakkale Deniz Müzesinde gördüklerim ve dinlediklerimden sonra bu belgeselin ciddi şekilde eksiklikleri olduğunu gördüm. Özellikle oraya neden geldikleri ve neden savunma yapıldığı üzerinde hiç durulmamış adeta. Sadece, gösterilen ölülere baktıkça; onların ne Türk, ne Anzak ne İngiliz, ne de Fransız olduğu belli olmadığını gördüm - yaşadım… Ve ölüm, öldürmek ve de savaş öyle anlamsız geldi ki o zaman. Hele mezar taşlarında yazılı 17, 18, 19 yaşları görünce kahroldum. Üstelik günümüzde hala savaşın var olması, yüreğimi iyice sıkıştırdı – sıkıştırıyor. Hala o savaşlarda yüzlerce insan, çocuk haksız yere ölüyor.
Çanakkale’de Üniversitenin sosyal tesislerinde kaldık. Hafta sonu gezileri, yorgunluğunu saymazsak çok güzel geçiyor. Dönüşte otobüste eğitimden bahsettik. Zevk alarak dinledim ve konuştum. Okuyan, düşünen insanlarla birlikte olmak güzel bir duygu. Birbirinizi anlıyorsunuz. Birbirinizle zenginleşiyorsunuz.
Akşam olsa da uyusam. “Gelibolu” filmini yeniden çeksem düşlerimde…
21 – 03 - 2005 / İSTANBUL
|