Tülay Çellek
  Mavi bir günaydın yolluyorum sabahına
Yüreğimin sıcaklığını da gününe...
 Sending a blue ‘bonjour’ to your morning,
And the warmth of my heart to your day…
 Tülay ÇELLEK


Ana Sayfa
Yazılar
Şiirler
Poems
Söyleşiler
Tül'den Yansımalar
Resimler
Art
Fotoğraflar
Photograph
Karikatür / Çizimler
Cartoon / Drawings
Tasarım
Design
Tipleme
Character
Barış
Peace
Gerze
Ders Notları
Lesson Notes
Özgeçmiş
Autobiography/cv
Belgeler
Duyurular
Değiniler
İletişim
Contact

Yayın Tarihi: 17.2.2005  

<b>KAR VE YAŞAMA EKLEDİKLERİ</b>


KAR VE YAŞAMA EKLEDİKLERİ


KAR VE YAŞAMA EKLEDİKLERİ



07 Şubat Pazartesi

Akşam giysi miktarını abarttığımı görünce, bir kısmını bırakmaya kalktım. Ama sonra vazgeçtim. Çükü evimin yokuş yolundan her yıl, kar yağdığında düşüyordum. Ve beni sıkı giyinmem kurtarıyordu. Gerçekten ufak tefek yara bereyle atlatıyordum her zaman bu düşmeleri. Bu gün yine buz olmuştur yavaş yürümeliyim, gerekçesiyle evden biraz erken çıktım. Kar diz boyu… Tabii geciken servisi daha fazla beklemek zorunda kaldım. Yollar bomboştu adeta. Her zamanki vakitte geldik. Bu gün öğleden sonra 14 30 de kalkacak servisimiz. Epey iş yaptım. Yarın evde Sayın Tınaz TİTİZ’in söyleşisi üzerinde çalışacağım.

8 Şubat Salı

Meğer tatil Akademik personeleymiş. İdari personele tatil olmadığı için servis çalışıyor diye fakülteye geldim. Bu gün 14oo de hareket edecekmiş servisimiz. Geldiğim iyi oldu. Eskişehir’de organizasyonla ilgilenenler ile seminer ve kalacağım yer, karşılama konusunda yazıştık. Rahatladım. Yarın öğrencilerimle buluşma kesinleşti, saati hariç. İKGM den Mehmet bey tüm yarışma afişlerini aldı taramak için.

Hep hayal ediyorum. Dersimi seçen öğrencilerimle bir Avrupa gezisi… Müzeleri dolaşmak. Sanat ve bilime dair ne varsa görmek, araştırmak. Özellikle asistanlarım; hiç görevlerini aksatmadılar. Çok nadir gelmeyecek ya da gecikeceklerse bile bilgi vermek nezaketini gösterdiler. Yarışmaya katılan öğrencilerim özel bir caba içine girdiler. Atölyede çalan, çalacak olan müzik için görevli olan arkadaşlarım da bunu hiç aksatmadılar ve bize öyle güzel müzikler dinlettiler ki. Özeldi hepsi. Çünkü ilk bölümde salt sazlarla müzik istiyordum, konuşma olduğu için, fonda dinlemek üzere. İkinci bölüm, çizim bölümü olduğundan serbestti. Dersimi seçen ve devam eden öğrencilerim bir zoru da başardılar… Alışmadıkları yöntemlerle hızlı düşünmeyi ve fikir üretmeyi… Onları hep kutlarım hem içimden, hem dışımdan…

Küçükken yeğenlerime kitabın yanında anı defteri almıştım, yazmaya alışsınlar diye. Bir gün baktım, şunları yazmışlar, ikisi de defterlerine: Sabah kalktım kahvaltı yaptım. Öğlen oldu yemek yedim. Öğleden sonra arkadaşlarla oynadım ve yattım. Onlara hayallerini, duygularını yazmalarını da söylemiştim. Neye üzüldüler, neye kızdılar, nelere sevindiler, bunlar da yazılmalıydılar.

Bu yıl, yeni yıla girerken resim yapmıştım. Ve, “bu senem, resim yılım olabilir,” demiştim. Birkaç gündür farklı yerlerden resimlerlerimle ilgili ya CD istiyorlar ya da resimlerimi kopyalayıp galerilere ileteceklerini yazıyorlar… Bana resim yolu gözüküyor… Yazı yolunun yanında…

Kar Türkiye’de yaşama ne ekler? Önce tatil, sonra kaza… Üniversitenin servisi bozuk olduğu için ki sürekli bozulur, dışarıdan gelen servisin zincirsiz olması nedeniyle kayma sonucu bir kaza atlattık. Tabii öğrencilerimle buluşma uzun yazışmalar sonucu ertelendi. Ben de var gücümle çalışmaya devam edeyim, TRT 3 müziği eşliğinde. Sayın Asuman KAFAOĞLU BÜKE’ yi araştırıyorum, söyleşi öncesi…Bu arada Pınar’da çalışmasının orijinalini getirdi. Çok sevindim doğrusu. Geriye bir Evren kaldı.

Burada öğlen yemeklerini de seviyorum. Tek molam. Arkadaşlarla sohbet ederek yemek yemek ve üstüne bir orta kahve iyi gidiyor. Bu öğlende güzel oldu. Konu; göçmenlikti. “Yaratıcılık” yazılarımdan sonra en çok ses getiren…

14 Şubat Pazartesi

Perşembe 3 öğrencim yarışma çalışmalarıyla ilgili olarak beni aradı. Biri haberi yeni almış. Biri çalışmasını ağ-iletişim yoluyla gönderip eleştiri rica etti. Diğeri ise odama gelip, geliştirdiği, “eskiz üzerinde konuşabilir miyiz?” Dedi. Bunlar günün morali oldu.

Cuma yolculukla geçti. Öyle sıkı giyinmiştim ki, yollar ve Eskişehir’de İstanbul gibi kar yığını olacak diye. İyi ki çıkarken güneş gözlüğümü çantama almışım, çünkü yollar güllük, güneşlikti.

Eskişehir’den yeni deneyimlerle döndüm, zenginleşerek. Aslında bu yaratıcılıkla ilgili uygulamalı seminerimi birkaç yerde verdim. Topluluk farklı olduğu için, aynı saydamlar üzerinden her yerde farklı fikirler üretiliyor. Değişik öyküler kurgulanıyor. Gerçekten Eskişehir’de yaşadıklarım beni memnun etti.

İktisat mezunu ama kurguladığı öykü çok hoş… Hatta seminer bittiğinde beni hocama götüren mühendis bey, ben gelmeden organizeyi üstlenen hanıma, “mühendisler nasıl öykü kurarlar, bu pek olmaz,” demiş. “Ama seminerde çok şaşırdım. Meğer mühendisler de değişik düşünebiliyorlarmış,” dedi. Dedim ki “olanak tanıdığınızda bu insanlar yaratır.” Çünkü insan kesinlikle tek boyutta değildir.

Eğitimci dediğin böyle olur. Kim mi? Hocam Sayın Prof. Fikri CANTÜRK. Seminerden sonra evlerine gittim. Bana, “sizin dönem yetenekliydi. Senin siyah-beyazların çok iyiydi. Şimdi bunu yapan az. Haydi çalış, sergi aç lütfen.” Dedi. 28 yıllık eğitimciyim ve değerli hocam hala moral veriyor, teşvik ediyor. İşte eğitim ve eğitimcilik budur. Biz de bu hocalardan yetiştiğimiz ve kendilerini örnek aldığımız için işimizi namusuyla yapıyoruz. Şimdi bu yazıyı yazarken çok sevdiğim bir öğrencim geldi. Özel dertlerinden bahsetti. Böyle anlarda kendimi salt eğitimci değil, abla, anne gibi de hissediyor ve bana güvenildiği için mutlu oluyorum.

Bu gün çok öğrenci geldi odama. Derslerim dolmuş. Kontenjan artırmamı rica ediyorlar. Hatta aralarında yüksek lisanstan öğrenci de var. Bir de salı günü yeni bir grubun açılması için öneri getirdiler. Tabii atölyeyi bulmuşlar ve bir grup oluşturmuşlar. O günümü seminerlere ayırıyordum, fakat öğrencilere kıyamadım, kabul ettim. Mimarlıktan geliyorlar. Onlar yetenekliler ve ilgililer. Derste rahat ediyorum. Zaten yanlarında Beste vardı. İlk sistem dışı ders açılmasını sağlayanlardan. Bir örnek olma başlayınca devam ediyor.


Pazar günü eve geldiğimden yarım saat sonra telefonum çaldı. Arayan, Salih Zeki Kolat Kültür evindendi. Daha önce küratörlükle ilgili yazım nedeniyle bu konuda söyleşi yapmam önerilmişti. Ben de sürekli yaptığım, yaratıcılıkla ilgili seminerlerden bahsetmiş, ancak böyle bir şey yapabileceğimi söylemiştim. Önce kabul ettiler ama saydam göstericileri olmadığını, arayacaklarını söylediler. Telefon buna ilişkindi. Bulamamışlar haber veriyorlar ve ilk önerilerinde ısrar ediyorlardı. “Düşünmem gerek,” dedim. Çarşambaya kadar müsaade ettiler. Çünkü cuma program baskıya gidecekmiş. Telefonu kapattıktan sonra düşündüm. Her şeyin bir başlangıcı vardır. Nasıl uygulamalı seminerlerimin bir başlangıcı olduysa, artık konuşmamın da bir başlangıcı olmalıydı. Orayı biliyorum. İzleyici kitlesini de. Daha önce birkaç etkinliklerine katılmıştım. Artık dinleme değil, dinletme sırası bana gelmişti. Kabul etmeye karar verdim. Çünkü konuşan hanım, felsefe bitirmiş ve anladığım kadarıyla bu konuya da epey kafa yormuş. Üstelik güncelde. Yalnız bir şey ilave etmeye karar verdim. Konu, “sanatçı, küratör - yazar editör ilişkilerinde etik.”olmalı. Deneyimlerinden bahsetmeyi düşünüyorum. Çünkü bizde boyutlar tartışılmalı gerçekten… Şimdi Asuman hanımla yapacağım söyleşinin araştırması yanında, bu konuda da araştırma yapmalıyım. Hocamla yapacağım söyleşi ertelendi. Çok rahat yapabilmek için, onlar İstanbul’a geldiğinde yapacağız. Yapacak çok iş var. Ama hepsi güzel… Zaten bu yazıyı da gülümseyerek yazıyorum…Ve yine sevdiğim bir öğrencim geldi. Çalışmalarını göstermek için.

Sevgili eski-meyen öğrencilerim geldi. Çarşamba 17oo de buluşmaya karar verdik…

14-2-2004 / İSTANBUL
Tülay ÇELLEK

Tülay ÇELLEK








<< Geri Dön [Okunma: 3545 ]


[ Yukarı çık ]    



© Her hakkı saklıdır.