BİR FİLM İZLEDİM DÜNYAM DEĞİŞTİ
Bir film izledim, bana yeni bir araştırma konusu çıktı…
“Ağlayan Çayır” filminden çok etkilendim doğrusu…
Babamın Selanik göçmeni olması nedeniyle, filmin yoğun bir şekilde başlattığı merak ve ilgi oluştu, göçmenliğe dair. O akşam ya da ertesi gün gazetede Lozan Mübadilleri Derneği diye bir yazı gördüm ve not aldım. Sonra ağ-iletişimden arama motorlarına girip sitelerini buldum. www.lozanmubadilleri.org Hemen mektup yazdım. Birkaç gün sonra yanıt verdiler. Çarşamba günüydü ve buluşma, tanışmalarının da çarşambaları 17oo – 19oo arası olduğunu bildirmişlerdi. Çarşamba günleri hiçbir etkinliğe katılmam doğru eve giderim. Düşündüm; derneğe haftaya çarşamba gitsem, Eskişehir’e seminer vermeye gideceğim için bir aksilik çıkabilir. Ondan sonra da hiçbir çarşamba gidemeyeceğim. Çünkü saat 21oo e kadar dersim oluyor. Bu nedenle o gün gittim. Temiz bir apartman dairesi. Karşılayan ve her halinden göçmen olduğu anlaşılan güler yüzlü bir hanımdı. Beni, Genel Sekreter olan beyin yanına götürdü. Kısa bir konuşmadan sonra salona alındım, diğerleri ile tanıştırılmak üzere. Beyler ve hanımlar bir masa etrafına oturmuş sohbet ediyor, çay içip kurabiye yiyorlardı. Hepsiyle teker teker tanıştırıldım. Ama isimlerinin yanında, geldiği yerler de söylenerek. Biri Girit’ten diğerleri Yunanistan’ın çeşitli yerlerinden gelmişler. Salonun diğer tarafında, hem “Ağlayan Çayır” hem de “Bulutları Beklerken” filmini anımsatacak fotoğraflar asılıydı. Bir ara o tarafa geçtim. Göçmenlikle ilgili kitaplar da vardı. Sanki o fotoğraflarda babamı, büyükbabamı, babaannemi görecekmişim hissine kapıldım bir an. Halbuki fotoğraflar özel arşivlerden. Umut ve çaresizliği aynı anda yaşadım. Bu arada ertesi günü Eskişehir’e gidecek olanlarla da tanıştım. Haftaya gelmeye kalksam tanışamayacakmışım. Eskişehir’e seminer vermeye geleceğimi söyleyince beni karşılamak istediler, evlerinde misafir etmek ve yatırmak istediler. Bu duyguyu onlar için ben de hissettim, salona ilk girdiğimde. Hayatımda ilk defa yabancılık duygusu yaşamadım. Sanki oradakiler akrabamdı.
Eve gelince bir çok akrabamı arayıp bilgi topladım. Çünkü dernekte duygulu anlar yaşadım. Ve bilgi eksikliğimin ayırımına vardım. “Bizim gazete” de yazılarım çıkıyordu. Orada çalışan biriyle tanıştım bir sayfalık yazı istedi hemen. Ben de yazılarımı asla araştırmadan yazamadığım için konuyu iyice derinleştirdim. Hatta annemi de araştırmaya karar verdim. Çünkü birkaç yıl önce bir gazeteci - yazarla karşılaşmıştım. Beni görünce şunları söylemişti; “sen batı ve doğu karışımı bir melezsin.” Hakikaten annem tarafından akrabalara Kırımlı diyorlar. Ama tıpkı babam gibi, annem de bu konularda konuşmazdı. Annemin babasının çok büyük bir köyü vardı. Köy ağası ve tütün tüccarıymış. Ama annem çok küçükken ölmüş. Bu olay nedeniyle annemin hüznünü tazeleyemezdim. Babam da zaten sessiz bir kişiliğe sahipti. Ama beni gören herkes, “Karadenizli” olduğumu söylediğimde itiraz eder “sen Trakyalılara benziyorsun,” der. Babam da mutlaka göçmenleri ( o macur – muhacır derdi ) tanır, yanlarına gider konuşurdu. Akşam onu bu derneğe getirmeyi akıl edemediğim için çok hayıflandım. Ama o filme gitmeseydim hala bende bu merak uyanmamış olacaktı. Kısacası Sayın Orhan PAMUK’ un, “bir kitap okudum dünyam değişti.” Dediği gibi, “bir filme gittim hayatım değişti.”
Babam durmadan, “Selanik’e, Kavala’ ya gideceğim, doğduğum evi ve sokağımızı bulacağım.” Derdi. Ben de, “baba oralar çok değişmiştir, bulamazsın.” Diye karşılık verirdim. O akşam dernekte bunları söyleyince, “hayır biz arada gidiyoruz, değişmemiş, baban bulurdu,” dediler. Hatta sanırım nisanda Yunanistan’a gezi varmış, geziye katılmamı önerdiler. Babam gibi ben de hep babamın doğduğu yerleri görmek isterdim. Üstelik Yunan sanatını da çok severim. Sanki o filmi yaşayacağım. Bir de form doldurdular. Orada, “nereden geldiler” sorusu var. Yanıtını Selanik Kavala’ dan diye verdim. Ama amcamı arayıp sorduğumda biraz farklı yanıtla karşılaştım ve çok şaşırdım. Gümülcine’ ye yakın olan Dar Ovadan gelmişler. ( Kavala’ ya bağlı )1924 de Sinop’ talarmış. 1 yıl Sonra Gerze’ye geçmişler. Babam 11 yaşındaymış geldiklerinde. Büyük amcam da 13. Babam İstanbul’da tren istasyonunda uzunca bir süre kaldıklarını söylemişti.
Halam da bazı bilgiler verdi. Büyükbabam, ev halkı tütün dizerken 3 bölmeli kavalını çalar, ağlarmış ve hep şunları söylermiş, türkü şeklinde;
“Kavala’ dan çıktık…
Kavala’ dan kovdular bizi…
Kavala’ dan sürgün ettiler…”
Babamın, “Kavala’ ya gideceğim, evimizi bulacağım,” demesi bu türküye dayalı olabilir. Çünkü dedem çok yanık bir sesle ve sürekli ağlayarak söylermiş bunları. Orada tarlaları varmış. Hayvanları, davarları varmış. Nitekim ağabeyim, “Türkiye’ye gelirken at arabası, yer üzümü, tütün getirmişler. Onlar çok ileride, ilerici insanlardı.” Dedi. Ben babaannemi anımsıyorum. Çok ufak tefek bir hanımdı ve tıpkı filmdeki kadınlar gibi giyiniyordu. Büyükbabamı da anımsıyorum. Oldukça uzun boylu ve iri yapılıydı. Gözleri mavi olduğu için “Çakır Mustafa” derlerdi. Aslında çocukluğumuzda bayramlarda ailece elini öpmeye gittiğimizde hep anılarını anlatırdı. Şimdiki aklım olsa banda alırdım. Bir tarih gitti çünkü. Babamlar Gerze’de yerleşmişler. Dedeme oradan toprak verilmiş, Yunanistan’daki toprakları karşılığında. Bir kardeşi Sinop’un bir kazasına, bir kardeşi de Yalova’da yerleşmiş. Üç kardeşin de soyadları değişik. Çellek, Güney, Güneysu… Yunanistan’dan geldikleri yerde babaanneme Kahyaların kızı, büyükbabamlara da Mülazımoğulları derlermiş. Ama bu lakaba dayalı bir soyadı almamış üç kardeşte. Bu arada babaannemin bir erkek kardeşi orada kalmış. Babaannem bunun için durmadan ağlarmış.
Dernekte tanıdığım 92 yaşındaki bir bey, “İç Anadolu’dan göçürüldükten sonra 200-300 yıl Yunanistan’da kaldık. Ta ki Lozan antlaşmasına kadar.” Dedi. Merak ettim, acaba bizim kuşak ne kadar zamandır orada? Babam çok istediği halde gidemedi. Ben gitmeli, büyük dayımı bulmalıyım. Babamın çocukluğunu hayal etmeliyim. Ağabeyim babamın sesinin çok güzel olduğunu söylemişti. Büyükbabam kaval çaldığına göre…
İnsanlık ne çok acı çekti savaşlardan. İşin en kötü tarafı hala da acı çekiyor. Yazılacak ne çok konu, resmi çizilecek ne çok görüntü var. Ve daha çok yapılacak film var… Şu an gerçekten çok acı çekiyorum, insanlığın ortak yaşamına dair…
Her yazımı neşeli ve umutlu bitirmeye özen gösteririm. Ama bunda hüznüm sürüyor.
Birilerine soruyorum. İnsanlara bu kadar acı çektirmeye hakkınız var mı? Babam hep yabancılık çekti… Hep yalnızlık…
Soruyorum birilerine…
Atatürk ilkelerine bağlı biri olarak; “göç” sözcüğünün anlamında yüzyıllardır yaşanan ve yaşanacak olan hüzne, tüm dünya boyutundan bakarak hissettiklerimi paylaşmak istedim - istiyorum.
03 – 02 - 2005 / İSTANBUL
Yıldız Teknik Üniversitesi
Sanat ve Tasarım Fakültesi Sanat Bölümü Öğretim Görevlisi
http://www.amatorceedebiyat.com/tulay/
tcellek@yildiz.edu.tr
|