20 Ocak Perşembe
Bayramın ilk günü üç yazıya başladım ve o gün en azından iskeletini tamamladım sayılır. Bayramın diğer günleri de yazılar üzerine düşünme, değiştirme ve geliştirmelere ayrıldı zaman zaman. Yazılardan biri bu günlerde çok gündemde olan ama aslında uzun süredir kafamı kurcalayan küratörlük üzerine. Diğeri “ZİP İSTANBUL” önerisiyle gerçekleştirdiğim öğrencim sanatçı Şevket SÖNMEZ ile yaptığım söyleşinin ön yazısıyla ilgili. Öbürü ise derslerimdeki yöntemleri ve yaşadıklarımı paylaşma üzerine. Ve bu en son dördüncü yazım Tül’ den Yansımalar için. Aslında bayramda resim yapma planlarım vardı. Yeni yıla da resim yaparak girmiştim üstelik.
21 Ocak Cuma
İkinci gün, özellikle görsel şölen diye nitelendirdiğim ve çok etkisinde kaldığım Theo ANGELOPULOS’ un “Ağlayan Çayır” filmine gittim. Resim yaparsam etkileneceğimi hissediyorum o siyah-beyaz görsel tattan . Tüm filmin görselliğinden, sona doğru gerçekleşen sayıklamalardan ve son sahnede söylenenlerden çok ciddi şekilde etkilendim. Doğrusu son sahnede söylenenleri bir kere daha duymak isterim. Bir üçlemenin ilkiymiş. Kesinlikle ikisine de gideceğim. İkincisi hakkında bildiğim yol filmi olacağı üzerine. Film yaklaşık 3 saatti.
Hatta bu filmin konusundan etkilenmem nedeniyle, ertelediğim Yeşim USTAOĞLU’ nun “Bulutları Beklerken” filmine de yarın gitmeye karar verdim. Üstelik de Selanik Kavala’ dan geldiklerini söyleyen babamın doğup büyüdüğü yerlere gidip görmeyi de düşünmeye başladım. Bilgisayar Tasarımı bölümünde bir öğrencim var. Onu bulacağım. Çünkü onlar da göçmenmiş ve annesi göçmen bürosu ya da derneği ile ilgili çalışmalar yürütüyormuş. Öğrenmem lazım. Bir de bu konuda kitap, roman okumalıyım.
22 Ocak Cumartesi
Üçüncü gün, daha önce arkadaşlarla gittiğim Sayın Mehmet AKAN’ın eseri olan “Bedrettin” isimli tiyatronun tadına doyamadığım için tiyatroya gittim yine. “İlk sahnede duvara asılı tüfek, oyun bitene kadar kullanılmalı ya da oraya asılmamalı” sözünü çok sevdiğim ve sık sık kullandığım ÇEHOV’ un “Çok Yaşa Komedi” oyunuydu bu seferki. Orada M. GORKİ’ nin, “Ayaktakımı Arasında” oyununa da gitmeye karar verdim. Tiyatroyu çok severim. İstanbul’ a ilk geldiğim yıllar çok sık giderdim. Özellikle Genco ERKAL’ın tüm oyunlarına, Ferhan ŞENSOY’un oyunlarına ve özellikle devlet tiyatrosu ile şehir tiyatrolarına. Sonra tiyatro yerini, sinemaya bıraktı. Ve uzun süredir tiyatroya ihanet ediyormuşum hissini yaşadım. Hatta Feyza HEPÇİLİNGİRLER hanım ile tiyatroya gitme kararı almıştık bir süre önce ama ne o, ne de ben uygulamamıştık bu kararı. Şimdi tiyatroyu ne çok özlediğimi fark edip bir daha bu kadar vefasızlık etmeme kararı aldım. Uzun süredir Oyun Atölyesine gitmek istiyordum. Arayı soğutmadan ona da gideyim. Tek sorun biletini almada.
İki gündür karşıya geçiyor ve yürüyorum. Yarın bu tarafta sinemaya gideceğim ve yüreyeceğim. Bu arada alış veriş ve ev işleri de var. Gerçi iş hayatımda olduğu gibi ev yaşamımda da planlı olduğum için bir şey aksamıyor ama vakit de alıyor. Resim çalışma esnasını saymasak eğer, dağınıklılığı sevmiyorum. Düzen iyidir, rahatlatıcıdır. Bu arada kitap da okudum. Freud’un, “Sanat ve Sanatçılar Üzerine” ve Aziz Kemal HIZIROĞLU’nun “Mühür” isimli şiir kitabını. Bayramı iyi değerlendirdim.
Televizyon izlemekle aram iyi değildir. Ama hep kısık sesle açıktır. Fakat bayramın ilk günü alışkanlığım olan haberleri dinlerken görüntü gitti. Sesle idare eder oldum. Görüntü varken zaman zaman sesi tamamen kısar bakardım. Şimdi görüntüsüz sesleri daha ayırt edici oldum. Hem ses, hem görüntüde çoğu kez görüntü öne çıkıyor. Şimdi hayalimi çalıştırarak görüntüsü şu olabilir diyorum bazen. Romanları okurken yaptığımız gibi… Eğer anlattığım bu işleri yapmasaydım belki sesleri dinleyerek bir öykü kurgulayabilirdim bile. Geçen tatilde de yine dolaplarımı gözden geçirmiş bir sürü anıma rastlamıştım. Birinde Şehremini lisesinde yazdıklarım elime geçti. Tamamen bu yazdığımı unutmuşum. Okuyunca kendime hayret ettim. Aslında zaman zaman düşündüğüm bir şey vardır: Kişilikler. Bu konuda vücut diline de çok baktığım için gözlemciyim. O zaman demişim ki, “önce kişilikleri yazsam ve sonra bunlardan çıkışla bir öykü kurgulasam.” Hayret ettiğim, öykü yazmayı düşünmem oldu doğrusu. Bunu gerçekten anımsamıyorum. Sanırım iki ya da üç hafta önceydi. Yine Can yayınevinde Sayın Asuman KAFAOĞLU BÜKE’ yi dinlemeye gitmiştim severek. Konu, 2004 yılının değerlendirmesiydi, genel olarak. Konuşmasının bir yerinde akademisyen yazarlardan bahsetmişti. Akademisyenlerin kendi alanlarıyla ilgili olarak yazdıkları kitapları okurken çok zevk aldığını ama öykü ya da romanlarından bu kadar zevk alamadığını söylemişti. Sebebini de romanda ve öyküde bile öğretmeye kalktıkları içindi. Aslında her şey öğretir. Ama kendi dilinde. Orada Asuman hanıma hak verdim. Bende yazar değilim ama özelikle sorumluluk duygum nedeniyle yazıyorum ve kendime “yazar” yerine “yazan” sözcüğünü kullanıyorum. Ve anılarıma baktım onlar da bile bilgi iletimi, öğretme, anımsatmalar yapma ve örnek olma vb. şeyler var. Bu da bir öykü diliyle değil, bir eğitimci tavrıyla… Ama yazmayı seviyorum. Yaşadığım güzellikleri paylaşmayı da… Üstelik özellikle “yaratıcılık” konusunda ve eğitim üzerine yazdığım yazılar nedeniyle üniversite ve değişik kuruluşlardan aranıyor ve “yaratıcılık” konusunda seminer vermem öneriliyor. Severek kabul ediyor, severek gidiyorum. Oldukça da eğlenceli oluyor. Çünkü anlatmak yerine yaşatmayı tercih ediyorum. Gösterdiğim saydamlar üzerinden fikir ürettirip, öykü kurgulatarak…
23 Ocak Pazar
Hava güneşli. Zaman zaman ısırıyor ama. Sinemaya yürüyerek gittim… Sayın Yeşim USTAOĞLU ile ilk karşılaşmam İFSAK da olmuştu, yıllar önce. Bir arkadaşım tanıştırmıştı. Sn. Yeşim USTAOĞLU’ nun ilk sözünü hiç unutmuyorum. “ Bana para versene, film çekeceğim. Biraz paraya ihtiyacım var tamamladım mı hemen başlayacağım çekim yapmaya.” O kadar şaşırmıştım ki… Tanışınca, tanıştırılınca söylenen klasik sözlerin hiç birini söylemeden doğrudan para istemişti. Tuhaf baktığımı da anımsıyorum. Biraz sonra arkasına döndü ve karşısına ilk gelene yine aynı şeyi söyledi. Biraz ilerledi ve yine birisinden para istedi. Belli ki parayı bulmuş. Ama ondan öte inadını, inancını, sevgisini hiç yitirmemiş. Film boyunca bunlar geldi durdu aklıma. Gittiğime de memnun oldum.
Umudun bayramında resim yapmak vardı… Tıpkı yazdığım yazılara yaşamın her anında yoğunlaşmam gibi beynimde, yüreğimde, yapacağım resimlere de yoğunlaşıyorum bunca aradan sonra. Artık aklımda kitap kadar sergi açmak da var. Bir gün onun anısını yazmakta…
Güzelliklerle…
YTÜ Sanat ve Tasarım Fakültesi
22-01-2005 / İSTANBUL
Saat : 21oo
23-01-2005 – 20oo
|