Tasarlayarak, Tasarlananlarla Yaşamak
Salona oturur oturmaz, karşımda ilk gördüğüm tasarımın adı DNA merdiveniydi. Gerçekten de bakar bakmaz DNA sarmalını çağrıştırıyordu, hayır ta kendisiydi.
İngiliz tasarımcı Sayın Ross LOVEGROVE, "21.Yüzyılı Tasarlamak" konulu sunumunda DNA dan esinlenerek yaptığı merdiveni gösterdi. Ama dedi ki, "Bunu bana yaptıran DNA değil, düşlerimdi…”
Fakülteye gelir gelmez hem derslerimde söyledim, hem de öğrencilerimizle oluşturduğumuz gruba hemen şunları yazdım: “Evet herkes, görür ve bilir ama ancak düşleri olan yaratır ve tasarımlar. Bu bilim, sanat ve yaşamın her alanıdır... Şimdi "yaratıcılık" sınavında neden, "düşlerinizi anlatın" dediğimi bir kere daha anladınız sanırım...Ütopyanız yoksa siz de yoksunuz demektir. Yaratmak için bilgi, görgü ama ille de hayaller, düşler... Dün Eczacıbaşı’nın organizesini yaptığı "Yaratıcı ve Yenilikçi Buluşmalar" sempozyumuna gitmiştim. Ve sizinle paylaşmadan edemedim...”
Gördüğünden, bildiğinden değil, öncelikle düşlerinden hareket etmek… Düşleriniz güçlüyse, size ilham verenlerden hareketle yaratır, tasarımlarsınız. Ve farklı kültürlerden beslenmek. Merak etmek. Küçükken çaydanlığın içinde neler oluyoru merak eden Sayın Ross L. şeffaf çaydanlık tasarımlıyor. Üründe dışardan, içerde olup biteni görmek için. Böylece saydam malzemeyi tercih ediyor. Termos tasarımı böyle gerçekleştiriliyor. “İçerde kaynamaya şahit oluyorsunuz. Şeffaflık - yenilik kavramı size çok şey katıyor. Geri dönüşümü alıyorsunuz.” Çıkış noktası “hafiflik”. Tüm tasarımlarında bunu hep görüyor, hissediyorsunuz. En ilgimi çeken bir tasarımı da su şişesiydi. Soruyu yanıtlamanın ötesinde, sormak da çok önemlidir. “Su en iyi nerede saklanmaya yaraşır - yakışır?” Diye kendine sormuş. Yanıtı, “bulut” olmuş. Burada gözlem ve sunumu önemli. Nitekim tasarladığı bulut şeklindeki su şişesini hem çocuklar, hem büyükler hem de romatizmadan rahatsız olup kuvvet kaybeden, pek kavrayamayan eller de tutabilsin diye bildiğimiz şişe tasarımından faklı tasarımda gerçekleştirmiş. Su şişesinin görünümüne - dışına hareket verilmiş.
Yaratıcılık neden doğar? Başta ihtiyaçtan. Bay Ross soruyor,”Neden pet şişeye gereksinmemiz var? Önce musluktan içerdik. Şimdi şişeden içiyoruz. İlkin suyun anlamı önemli. Pet şişenin tasarımından evvel bunu düşünmek lazım. Şişelere göre bulutlar suyu daha iyi taşıyor. Dünya da su çok. Ama taze olanı azaldı. İnsanlar suyu içerken suyun öneminin farkına varsınlar. Tasarım böyle başlar. Şişedeki giriş çıkışlar; suyun anlamına hayat vermektir. Herkese hitap etmektir. Seri bireyselliktir. Ürünün kullanımı doğrultusunda farklılaşmasını sağlamak. Tasarımda da, yumurta pişirmedeki gibi çeşitlilik var. Katı pişirmek, rafadan pişirmek gibi. Bir şeylerden çıkış, üretme, değiştirme ve yol alma.”
Farklılığın farkında olmak, değişim rüzgarlarıyla yaşamak. Beynimizin, kişiliğimizin ayırtında yaşamak. Öğrencilerime bakıyorum. Çok zeki ve yetenekliler. Ama bunları kullanmak akıllarına gelmiyor. Çünkü öyle bir sistemde yetiştirilmişler. Geçen sene bir öğrencim yalvarıyordu, “siz fikir verin, ben ne isterseniz yapacağım.” Diye. Fikir vermedim. Önce zorlandı, sonra çok güzel fikirler bulup uyguladı. Eksiklik burada. Yapamamakta değil, yapmamakta. Yanlış alışkanlıklar kazandırılmasında. “Endüstriyel tasarımda beklenmedik bir şeyler yaratmak” diyen Bay Ross, köşeli şeyleri sevmediğini, yuvarlak hatlardan hoşlandığını söyledi. Öğrencilerime de bu konular üzerinde çok dururum. “Herkesin bir özelliği olmalı. Sevdikleri, sevmedikleri, hoşlandıkları vs. ve öncelikle bu konularda mücadele etmeleri gerektiği”ni söylerim. “Teknolojiyi bir alandan, diğer alana geçirmek.” (R.L.) Yine öğrencilerime diyorum ki; “bu derste öğrendikleriniz, alımladıklarınız Grafik Tasarım - Grafik Atölye konuları ile sınırlı değil - olmamalı, bu derste edindiklerinizi alanlarınıza, diğer derslerinize ve yaşamınıza aktarmanız - transfer etmeniz gerekir.”
“Çağdaş mimariye, çağdaş mobilya olmalı… Minimum sayıda bileşkeden, maksimum sayıda obje elde ediyorsunuz… Birbirine giren, çıkartılan karolar – objeler - formlar…” (R.L.)
Bir konuda tutkulu olmalı ve mücadele verilmeli. Bay Ross plastik yüzey sistemi konusunda böyle bir mücadeleyi veriyor: “Ahşap vb. malzeme gibi dayanıklı değildir, ağırlığı kaldırmaz,” diyenlere. Uygulamaya girilince, 4 katı dayanıklılık olduğu görülüyor, istenilen yerlere masa, sandalye vs. yerleştirildikten sonra… Bu arada bal peteği sistemi her yerde geçerli. Bunu bizim bilim adamlarımızdan ve mimarlarımızdan da çok duyarım. Doğa harika bir örnek, almasını bilene.
“Nerede olmak istiyorsun? Sahilde olmak istiyorum, Gri renkli ofis istiyorum. Ya da sarı veya mavi…” ( R.L ) İAGSL deki odama ilk girdiğimde koyu griydi. Gri, koyu olunca sevmem. Nitekim sonra beyaza boyattım. Tabii altı gri olduğundan tam beyaz olamadı. Ama bir şey yaptı. Odayı ferahlattı. Her gelen bunu söyledi. Renklerin insan üzerindeki psikolojisi çok önemli. Yeni bir heyecan yaratıyor. Yeri daraltıyor ya da genişletiyor.
“Kemik yapıları… Bakın, nasıl değiştirebiliriz?” Diye soruyor Bay Ross ve yanıtlıyor, “protein ve şekerden oluşmuş. Büyüme sistemiyle oluşmuş organik bir şey. Kemik yapımı bu. Buna bakıp tasarımlar yapmak…” ”Kendimizi doğaya daha yakın hale getirebilecek miyiz? Yusufçuk böceklerini, zar kanatlarını, yıldızları görebiliyoruz...” Bunlara bakarak neler tasarımlanmaz? Ve ne şiirler yazılmaz…
“Toksinler, su eksikliği… Bunlar kırılgan ediyor bizi ve bu bizi yeniyi yapmaya yönlendiriyor. Her ne kadar bu olumsuzluklara biz insanlar sebep olsak da…” ( R.L. )
Pratik, yer kaplamayan, dolu dolu - tıklım tıklım olmayan, sade ve çok amaçlı şeyleri severim. Kare şeklinde bir tabla gösterdi. Ortasında dört nokta var. Daha sonra o noktalardan masanın bacakları çıkıyor. Aynı tabla iki tane oldu. Biraz sonra birbirine yapışık tablalar açılıp bank haline geldi. Her şeyde ekonomik ve sade davranmak gerektiği, derslerimde sık sık öğrencilerime söylediklerimdendir.
İlginç dijital fotoğraf makine tasarımları da var. Gördüklerimizin dışında bir forma sahip. “Bilgisayarın köpük ama dayanıklı olan ambalajı çocuklara sandalye olmalı atılmak yerine,” diyor. O arada mimar olan çok yetenekli ve ilgili bir öğrencimin tasarımı geldi aklıma. Sokaklar için taşınır büfe yapmış. Aynı anda ilginç bir şekilde oturulan yerleri de var. Bu hoşuma gitmişti. Ama, “oturulan yerlerin altındaki boşluğu da depo mu yaptın?” Diye sorduğumda, “düşünmedim, daha doğrusu bir kapı tasarlamadım,” demişti. Daha önce birkaç İtalyan tasarımcıyı dinlemiştim. Tasarımlarındaki her yerin bir işlevi vardı. Ve tabii sunum çok estetikseldi. Tasarımların estetik olması kadar işlevsel olması da önemli olduğundan Sayın Ross. L., “büyük parçalar yapmak yerine küçük bileşkenler hazırlayıp, tekrarlamak daha pratik,” diyor. Ve her şeye - tasarıma çıkışı insandan, doğadan. “Yenilikçi olmak, rahatsız olmak, rahatsız etmek…” Küresel tasarımcı, yani her şeye hitap eden tasarımlar yapmak.” Ve bir anımsama; Çehov, “tiyatronun ilk sahnesinde duvara asılan tüfek son sahnesine kadar kullanılmazsa oraya asılmamalıdır” der.
Değişim dalgasıyla yaşamak, önünüze her sunulanı kabul etmemek; önermeleri, yaratmaları beraberinde getiriyor. Öğrencilerime gösterdiğim saydamlardaki tasarımları, “eleştirir misiniz yerine, siz olsaydınız ne - nasıl yapardınız?” Diye soruyorum.
Tasarımlamak düş kadar bilgi ve gözlem de istiyor. “İnsanın fetüs haline gelip uyuması kendisini emniyette hissettirir. Bu bilgi - gözlem tasarımın buna göre yapılmasına neden oluyor. En çok ilgimi çeken tasarımlardan biri de koltuklardı. Çünkü koltuğa bitişik olarak yapılan masa türü bir tasarımda içecek yeri, kitap yeri ayrılmış. İçtiğiniz döküldüğünde kitabınızı, notlarınızı ıslatmıyor. Koltuk aynı anda yatak haline gelebiliyor. Ve kullanılan ışık TV ışığı. “İnsanlar TV karşısında uyurlar.“ Diyor. Bir alanda, görülen diğer yerde nasıl kullanılır? Buna yanıt yaratıcılığı beraberinde getiriyor. Koltuk, kabinli de olabiliyor. Arkası dolap olarak kullanılıyor. Çevresi yükseltilebiliyor. İstediğinizde diğerlerinden ayrılabiliyorsunuz. Değişkenlik…
“Rakiplerinize ileriyi düşündüğünüzü gösterebilmek.” İlginç tasarımlarından biri de tek kişilik arabaydı. Ama esas ilginç olan yanı havaya park edilmesiydi. Çünkü kara - toprak insanlar içindi. Üstelik bir de lamba oluyordu. Aynı şeyden iki ayrı kullanım; araba ve ışık. Resimlerde, çizimlerde, tasarımlarda en çok tuttuğum - hoşuma giden şeydir. Hem el, hem kuş. Balıktan kuşa geçiş vs. gibi…
Bay Ross, “Hayatın temeli su” dedi, konuşmasının başında. Rüya peşinde koşmaktan bahsetti. Güneşle çalışan şapka tasarımından söz etti. Yeni, ileri teknoloji ürünü, hafif malzemeleri tercih ettiğini sürekli yineledi.
“Küçükken yaratıcılık sözcüğünü - konusunu duymadım. İçgüdülerle bu güne geldim ve dünya tasarımcısı oldum” dedi. Aynı şeyi derslerimde yaşıyorum. “Ben bu güne kadar böyle bir şey duymadım, yaşadım” diyen öğrencilerime olanak tanıdıkça inanılmaz fikirler ürettikleri gördüm. Atölyede öyle bir an geliyor ki fikirler, daha önce ilişkilendirilmemiş şeyler havada uçuşa geçiyor adeta. Bunlar ezber eğitimden gelen gençler ve hakikaten böyle bir uygulama yaşamamışlar. Tam tersi köreltilmişler. Ama ışığı gösterdiğinizde coşuyorlar. Her şeye karşın içlerindeki potansiyel yok edilememiş. Küllerle örtülü sadece. Biraz silkelediniz mi, altındaki kor ortaya çıkıp alev alıyor adeta. Hani bizde “öğrenmenin yaşı yoktur” derler. Sevdiğim ve yaşamıma uyguladığım bir söz. Bu yaştan sonra bilgisayarı öğrenip dünyamın değişmesi gibi.
“Rüyadan gerçekliğe uzanan yol.” Hayatınız kolaylaşsın, kalite katılsın” diyor Bay Ross.
Aynı sempozyumda “Tasarım; marka ile müşteri arası köprüdür.” Dendi. (Sayın Jop TİMMERS) Ve tabii gösterilen tüm tasarımlar gereksinmelere dayalı. Yaşlı bir insana, hastaya ya da daha rahat etmeye yönelik çalışmalar sergilendi, İngiliz, Fransız, Japon tasarımcı - sunumcular tarafından. Ekonomik olması, çevrenin düşünülmesi, fonksiyonel olması. Söylemin olması, duygusal boyutun bulunması. Tasarımın özünde insanın yer alması. Ve ayakta kalabilmenin en önemli boyutun, tasarım olması vurgulandı.
Gözleri iyi görmeyen ve hafızası zayıflayanlara resimli cep telefonu tasarımından bahsedildi. Hastalanırsanız içinde acil servisi de var.
Sonuç olarak tasarım hayatımızın tümüne girmiş, girmeli de. İyi önce, güzel sonra olmamalı. İkisi aynı anda yaşama geçirilmeli.
“Tasarım, yaşama anlam katmak için gereklidir.” “Bir yerin sesi olmak.” “Ses yaratmak”. “Kültür faktörünü sunmak - tasarıma sokmak.” “Her şeyi farklılaştırmak.” “Önce cesur olmak.” “Eğlenceli olmak.” Sunumdan çıkartılanlar bunlardı…
Mimari tasarımda yeşilin yapıya girmesi ön planda sunuldu. Her binanın iyi bir damara, omurgaya gereksinmesi olduğu vurgulandı.
Mutfak tasarımlarından bahseden Sayın Gerd BULTHAUP, işi babasından devraldığında bir tasarımcı dostu, yemek yapmayı bilmiyorsan bu işe girmemesini söylemiş. Diyor ki, “gerçekten yemek yapmayı öğrendikten sonra mutfağa ve mutfakta bulunan her şeye başka bakmaya başladım. Mutfak salt yemek yenen yer midir? Hayır oturulan, sohbet edilen ve tüm aile bireylerinin bir araya geldiği yerdir. O zaman tasarımlar buna göre yapılmalıdır, mutfak yaşanan bir yerdir. Burada kültürü de unutmamak gerekir. Ayrıca kalite korkusuzluk yaratır .” Yıllar önce Sayın Prof. Dr. Mustafa ASLIER anlatmıştı. Almanya’da okurken çok tanınmış bir derginin matbaasında stajyerlik yapmış. Bir gencin sırtında kağıt rulolarıyla durmadan sağa sola koşturduğunu görürmüş. Merak etmiş sormuş, “bu genç kimdir,” diye. Yanıt, “derginin - matbaanın sahibinin oğlu. Burada işe girdi. Ve tabii en alttan başladı. Bizde olsaydı nereden başlardı?
Sayın Junichi Tani geleneklerine uygun banyo tasarımlarını anlattı. “Japonlar çok çalışkandır. Banyo onlar için dinlenme yeridir.” Dedi. Bu anlayışa göre yapılan tasarımları izledik. “Güzellik, stil, teknoloji.” ”Her yaşa hitap etmek.” “En yeni yaratı peşinde koşmak.” Boya göre inen çıkan mutfak lavobası gösterildi… Öncelik, çevreyle dost olmaya verilmiş. Temizlik kadar sağlık da düşünülmüş tasarımlarda.
Sayın J. Baur’da, “başarılı olmak için özgün olmak lazım, kopya yapmak kaybetmektir.” Dedi.
Tabii konuşulanlar ve gösterilenler daha fazlaydı. Avuç içi bilgisayar… “Son damla şişesi” vs.
Türkler panel yöneticisiydi ve bir Türk mimar da ( Sayın M. TABANLIOĞLU ) sunum yaptı.
Çalışmak ama, salt bedenle değil, beyinle, yürekle…Ancak bu bizi yarınlara taşır, özgürce…
08-01- 2005 / İSTANBUL
Yıldız Teknik Üniversitesi
Sanat ve Tasarım Fakültesi Sanat Bölümü Öğretim Görevlisi
http://www.amatorceedebiyat.com/tulay/
tcellek@yildiz.edu.tr
|