31-01-2005 Pazartesi
Sabah karanlık olursa
Sabah soğuk olursa
Kalkan ben değil, ölüm
Ya da asık suratım…
Neyse ki çoğu sabah
gözlerimdeki çocuğu yakalayabiliyor
Ve mutlu olabiliyorum…
Bu sabahta zor sabahlarımdan biri, uyanmak adına… Akşamdan hazırlanan giysileri giyip sokağa fırlamak… Tabii giysiler akşam hava raporu sıkı sıkı dinlenerek hazırlanıyor.
Bu gün köprüden geçerken hava nedeniyle gri, çamur gibi beklediğim denizin çok ilginç renkte olduğunu gördüm. Turkuvaz ve lacivert renklerde. Ve Sayın Asuman KAFAOĞLU BÜKE ile söyleşi yapmayı hayal ettim.
Sabah; her zamanki gibi posta kutumu boşaltmak-okumak, yanıtlamak ve gereksiz gelen bir sürü şeyi silmekle başlayıp, kahvaltı yapmak ve gazetemin başlıklarına bakmakla devam etti fakültede. Derslerimin dışında her gün öğleden sonrayı kitap okumaya ve yazmaya ayırıyorum. Eğer bir yazı çıkarttıysam o gün çok verimli çalıştığımı kabul edip gönül rahatlığıyla uyuyorum. Eğer yazıyı bitirmemişsem hele başlamamışsam o gün haylazlık, tembellik yaptığımı sanıp çok rahatsız oluyorum. Halbuki her yazı için araştırma yapıyorum. Zamanımı hiç boşa harcamıyorum. Zaten sigara kullanmıyorum. Çay, kahve ile de aram çok iyi değil. Yalnız sabah kahvaltıda mutlaka açık ve ılık çay içerim; balın, peynirin yanında. Bir de öğleden sora 15oo ya da bucuğu gibi bir kahve veya meyve suyu ve yanında çok az kurabiye yerim. Tabii sabah kahvaltısından sonra, bir de akşama doğru mutlaka meyve yiyorum. Meyveye, öğlen yemeği de dahil. Ve öğlen yemeği üstü dostlarla bir orta kahve çok güzel oluyor…
Bu işlerimden yani okuma, araştırma, yazma ve arada çiziktirme işlerimden önce eğitimle ilgili işlerimi yaparım mutlaka. Bu gün de öyle oldu. 6 dönemdir İKGM ile dersim kapsamında yarışma yapıyoruz. İlk defa bu yıl ödüller, Rektör beyin önerisiyle törenle verilecek. Bu nedenle ilk yılın öğrencilerinden bu yana ödül alan tüm afiş tasarımları ve bu yıl ki takvim tasarımı sergilenecek. Bu sebeple bu gün Rektörlük, İKGM, ÖREM, Basın Tanıtım ve Halkla İletişim arasında mekik dokudum. Tabii servise zor yetiştim.
İKGM: İnsan Kaynakları Geliştirme Merkezi
ÖREM: Öğrenci Rehberlik ve Danışmanlık Merkezi
01 Şubat Salı
Hafta sonum günlüğüme geçti. Ama orada bir şeyi, yazacağım diğer yazıma ayırmıştım. Bu sabah Fakülteye gelirken Bilim Teknik dergisinde okuduğum Sayın Tınaz TİTİZ’in yazısından çok etkilendim. Uzun süre de kafamda tasarladığım bir yazı vardı “okumamak” üzerine, ezber eğitim eşliğinde. Yazı çıkıverdi. Günü mutlu bitirdim demektir. “Çocukla okumak”… Ama yazıda bir eksiklik kaldı. Onu da başka bir yazıyla tamamlayacağım.
Saat 13oo de Oditoryumda Güney Asya’daki Tsunami için bir basın toplantısı vardı. Özet olarak her şey bilgiye bağlandı. Verdikleri örnek sadece 8 kişinin öldüğü bir adaydı. Her deniz çekilişinde dağlara kaçarlar, böylece deprem ya da yarattığı tsunamiden ölmezlermiş. Çünkü bu olayın ilkinde deniz çekilince açığa çıkan balıkları toplamaya kalkan herkes ölmüş. Bu yaşam bilgisinden sonra bu tür olaylarda ölüm sayısı en az olan yermiş. Bir de yapılan kazılar gösterildi. Eğer toprak rengi değişip kum ve çakıla döndüyse daha önceki tsunaminin göstergesiymiş. Saydamlardan bu farkı biz de gördük. İstanbul’da az bir olasılık da olsa bu bahsedilen büyük depremde tsunami olasılığı var dediler.
01 Şubat Çarşamba
Çarşamba akşamı kolay kolay bir yere gitmem doğruca eve... Üç neden bunu engelledi. Biri, Sayın Tınaz TİTİZ ile yapacağın söyleşi için iki kitabını almaya karar vermem. Beyoğlu’nda SİMURG kitapevi hem indirimli oluyor, hem de kendisinde yoksa siz orada otururken arayıp buluveriyor. Diğeri, “Ağlayan Çayır” filminden aşırı derecede etkilenmem. Dolayısıyla yaşantıma bir araştırma konusunun daha katılması. Babamın Selanik göçmeni olması nedeniyle, filmin başlattığı merak ve ilginin üzerine gitmeliydim hemen. Filmden sonra ağ-iletişimde araştırma yapıp “Lozan Mübadilleri Vakfı”na ulaştım. Yazıştık. Çarşamba akşamları 15oo - 19oo arası Beyoğlu’ndaki yerlerinde buluşuyorlarmış. Öbür neden de genç bir ressamın sergi açacak olması ve beni sürekli sergisine davet etmesi… Düşündüm; derneğe haftaya çarşamba gitsem, Eskişehir’e seminer vermeye gideceğim bir aksilik olabilir. Ondan sonra da hiçbir çarşamba gidemeyeceğim. Çünkü saat 21oo e kadar dersim oluyor. Ayrıca cumaya Sayın TİTİZ le söyleşi yapacağım. Kitaplarını alıp bir an önce okumaya başlasam iyi olacak. Bir sayfa bile okusam kardır diye bakıyorum. Ağ-iletişimdeki bir çok yazısını okudum.
Eve gelince bir çok akrabamı arayıp bilgi topladım. Çünkü dernekte duygulu anlar yaşadım. Ve bilgi eksikliğimin ayırımına vardım. “Bizim gazete” de yazılarım çıkıyordu. Orada çalışan biriyle tanıştım bir sayfalık yazı istedi üstelik. Ben de yazılarımı asla araştırmadan yazamadığım için konuyu iyice derinleştirdim. Hatta annemi de araştırmaya karar verdim. Çünkü birkaç yıl önce bir gazeteci - yazarla karşılaşmıştım. Beni görünce şunları söylemişti; sen batı ve doğu karışımı bir melezsin. Hakikaten annem tarafından akrabalara Kırımlı diyorlar. Ama tıpkı babam gibi annem de bu konularda konuşmazdı. Annemin babasının köyü vardı ve tütün tüccarıymış. Ama annem çok küçükken ölmüş. Bu olay nedeniyle annemin hüznünü tazeleyemezdim. Babam da zaten sessiz bir kişiliğe sahipti. Fakat beni gören herkes Karadenizli olduğumu söylediğinde itiraz eder “sen Trakyalılara benziyorsun,” der. Babam da mutlaka göçmenleri ( o macur – muhacır derdi ) tanır, gider yanlarına konuşurdu. Akşam onu bu derneğe getirmeyi akıl edemediğim için çok hayıflandım. Ama o filme gitmeseydim hala bu merak uyanmamış olacaktı. Kısacası Sayın Orhan PAMUK’ un, “bir kitap okudum hayatım değişti.” Dediği gibi, “bir filme gittim hayatım değişti.”
Hatta unutmadığım bir şey vardır. Babaannem ayaklarını içe doğru basardı. Ben de öyle bastığım için annem çok üzülür, “bu kız içe basma konusunda babaannesine çekti.” Derdi. Ama ben inat edip içe basmamı düzeltmiştim, annemin bu hayıflanmaları yüzünden. Sadece aşırı yorulduğumda kendimi salıyor ve içe doğru hafifçe de olsa basıyorum. Bir anım da; mahallemizde aynen içe basan bir arkadaşım vardı ve o basışını hiç düzeltmemişti. Onu görünce içimden kıs kıs gülüp, “ben basışımı düzelttim”, derdim.
03 Şubat Perşembe
Güzel bir haber; Sayın Asuman KAFAOĞLU BÜKE’ ye söyleşi önerisinde bulunmuştum. Öneriyi kabul ettiğine dair yanıtını aldım, sevindim. Hemen onu araştırmaya başladım. Ayrıca göçmenliği araştırıyorum. Bu arada başladığım yeni yazım “merkez” üzerinde çalışıyorum. Bir de cep telefonuyla ilgili yazılar geliyor. Benim öğrenciler fazla masraf yapmasın diye onunla ilgili mektuplar yazıyorum. Çünkü Türkçe karakterli harfler daha çok yer tuttuğu için mesajlardan gereğinden fazla para alınıyormuş. Zaten bu cepçiler en çok Türkiye’de kazanıyorlardır mutlaka, bir de gereksiz masraf yapmamak, yaptırmamak lazım.
Bu arada bu dönemin “Takvim Tasarımı” ödül birincisi sevgili öğrencim geldi. Orijinal çalışmayı getirmiş moralim düzeldi. Aynı fakülteden ödül alan ama bulamadığım bir öğrenciyi bulmakta da yardım edecek.
04 Şubat Cuma
Sabah yağmurun oluşturduğu yoğun trafik o kadar işime yardı ki. Kimse kusura bakmasın lütfen. Çünkü Çok güzel yazılar okudum. Sayın Cevat ÇAPAN’ın çevirisi olan Lawrence FERLİNGHETTİ’ nin şiirlerini, Sayın Asuman KAFAOĞLU BÜKE’ nin “Ölüm mü? Ne Buluş” kitabı üzerine yazdığı eleştiri yazısını ve yine kendisinin hazırladığı “Yazarın 24 Saati”ni, bir de Sayın Feyza HEPÇİLİNGİRLER’ in “Türkçe Günlükleri” yazısını okudum. Hemen bu yazıdaki “internet” sözcüklerini “ağ-iletişim” yaptım.
Ve saat 13oo e geldi. Günün en önemli anı. Sayın Tınaz TİTİZ ile yapacağız söyleşi… O kadar güzel geçti ki… Kendisine çok teşekkür ediyorum. En kısa zamanda yayına hazırlamalıyım.
Bu arada öğrencilerimle buluşma konusunda yazıştık sıkça ve çarşamba akşamı buluşmaya karar verildi. Farklı dönemlerin öğrencileri geliyor, birbirileriyle tanışıyorlar. Çok eğleniyorum bu toplantılarda…
05 Şubat Cumartesi
Lahana gibi giyindim. Hava raporuna göre ya dolma ya lahana olmak durumunda kalıyorum sıkı giyinmekten, çok üşüdüğüm için. Tabii niyetim Kadıköy’e kadar yürümekti. Niyet 2 dakika sürdü. Çünkü yağmur başladı. Ama tam çıkarken Sirkeci’ ye telefon etmiştim, neyse saydam göstericim yapılmış onu alıp fakülteye geçeceğim. Nasılsa bu arada epey yürümüş olacağım. Fakültede biraz çalışıp Eskişehir’e bilet almak için erken çıkacağım. Oradan da iki etkinliğe katılıp eve döneceğim.
06 Şubat Pazar
Fakültedeyim. Biraz sonra çok sevdiğim Çatı’ya çıkacağım. Arkadaşlarla yemek yiyeceğiz, şiir eşliğinde… Böyle kahvaltılara da katılıyorum. Hem beyniniz, ruhunuz doyuyor hem de karnınız…
Dün fakülteden çıktıktan sonra önce Fotoğrafevine gittim. Fotoğrafları anlatamayacağım, çünkü ışıkları sönüktü. Sonra Yapı Kredi Bankasındaki Faik İZER sergisine tekrar gittim. Oradan da Can Kitapevine. Bu haftaki konu: "Bilinçdışı ve Edebiyat" Konuklar: Levent METE ve Yankı YAZGAN. Levent Mete’nin “Rika’nın Beyninde” adlı son romanını tartıştılar. Sayın YAZGAN “kolaylaştırıcı” olacağını söyledi. Yazar da böyle bir romanı, kızının okuduğu fantastik kitaplardan etkilenerek yazdığını söyledi. Daha önce böyle denemeleri olduğunu da.
Çatı’ya çıkma vakti gelmiş…
Sevgiler
|