Öğretmen öğrencilerine ödev vermiş. “Bu konuyu evde 10 kez okuyacaksınız” demiş. Anne sormuş: “Oğlum ödevin var mı?” Yanıt, “var”. “Yaptın mı?” “Yaptım.” “Öğretmenin istediği gibi mi yaptın?” “Hayır.” “Neden?” “Çünkü ben 1 kere okudum, anladım. Salak değilim ki 10 kere okuyayım. Öğretmen 10 kere okumalarını aptal olan çocuklar için istemiştir. Bu nedenle iki kez bile okumadım. Gerek de yok, okuduğumu anlıyorum.”
Öğretmen kesinlikle sınıfta, “çocuklar bu yazıyı akıllı olanlar 1 kere, aptal olanlar 10 kere okusun,” dememiştir. Herkese eşit şekilde seslenerek, “10 kez okuyun,” demiştir. Bu da ezber eğitim anlayışında bir yöntemdir. Çünkü öğrenme; tekrar etme anlamını taşır. Nitekim geçmişte bir tarih, psikologların öğrenme ile ilgili verdiği bir panele gitmiştim. Gerçekten öğrenmeyi, tekrar etme olarak tanımlamışlardı. Ve yaratıcılıktan hiç bahsetmemişlerdi. Öğretmen mutlaka, öğrencinin muhtemelen ilgi alanı dışında olan ve merak duygusunu uyandırmayan bir konuyu müfredat gereği vermiştir. Yöntemin de bu olduğunu bildiğinden sınıftaki herkese aslında aptal muamelesi yapmıştır. Bu çocuk, yazar annesi sayesinde farklı yetiştirildiğinden, olayı böyle yorumlayarak doğru olan şekilde gerçekleştirmiştir. Gerçekten öğrenme değince, hemen ilk üç sözcüğü çağrıştırırım: yaratıcılık, merak, sorgulama.
Nitekim Sayın Tınaz TİTİZ’in altta adresini verdiğim yazısından aldığım bu alıntı da, yaşananları doğrular şekildedir. “Devlet ise müfredatı bu sorunların çözümleriyle şişiriyor ve sonunda bu kadar çözümün bellenmesi ancak ezberle mümkün olabileceği için de "sormayan, sorgulamayan, sadece itaat eden ve kendisine -her yönden- bakılmasını bekleyen" özel bir merinos türü yetişiyor.”
http://www.tinaztitiz.com/yazi.php4?id=708
Eğitimde yaratıcı yöntemler yanında ilk sırayı alan, güven olmalı. Eğer siz öğrenciye güvenmiyorsanız, o da size güvenmiyor ve başkalarına da. Uzun süre aynı ortamda yaşayan ve birbirine güvenmeyen insanlar arası ilişki, iletişim ne kadar sağlıklı olabilir? İşte bu sağlıksız ilişkide, ezber eğitim iyi gidiyor. Düşünmeden yinele dur. Tabii bu, öğrencinin kendisini idare etmesine gerek duyurmuyor. Dolayısıyla birey olduğunun bile ayırımında olmadan hocanın savurduğu yöne doğru bakmaktan, başını başka yönlere döndürmeyi düşünemiyor bile. Böylece hazırcılık hiç değişmeden devam edip gidiyor. Yatılı okulu sevmiyorum ama bu yönden faydasını çok gördüm. Kararlarınızı kendiniz veriyorsunuz ve sorunlarınızı kendiniz çözüyorsunuz. Yoksa ışığın düğmesine hep evdeki büyükler basacak.
Hafta sonu anne babalara verilen seminerden çok etkilenip sabah serviste bir anneye sordum. Çocuklarına kitap okuyor musun, diye. Vakti olduğunda masal anlattığını ama hiç kitap okumadığını söyledi. Ama arkasından hemen ilave etti. “Oğlumun dersleri çok iyi, hepsi pekiyi,” diye. Üniversite son sınıfa gelmiş, dersleri iyi ama ders dışı kitap okumamış zeki ve yetenekli bir çok öğrencim var, okuyanların yanında. Biz neden hala gelişmekte olan ülke konumundayız? Var olan zekilik ve yetenek bir işe yaramayacaksa, geliştirilmeyecekse eğitim neden var? Londra’da sanat müzelerinin yanında gezdiğim ve çok etkilendiğim Science Museum – Bilim Müzesinde düşündüklerim bunlardı. Bizim çocukların bunlardan geri kalan tarafı yok, zeka ve yeti açısından. Ama ülke neden geri? Eğitim siteminden… samimiyetsizlikten, eylemin ve söylemin bir olmadığından… Güvenme konusunda kuşku duymamız, son derece kuşkulu olmamızın yanında bilim söz konusuyken bu kuşkuya hiç kapılmayıp, araştırma yapmamızdan. Sanat eğitiminde de, aynen hocanın tekrarı olmamızdan. Hazırcılıktan. Yukarılarda olmaktan hoşlanmakta ama oraları dolduramamaktan… Başkalarına ezilip, bizim de başkalarını ezmemizden. Bu örnekler çoğaltılabilir. Tıpkı sayın Tınaz TİTİZ’ in C. Bilim Teknik dergisinde yazdığı "İş dünyasını bir deklarasyona çağrı! " Başlıklı yazısında olduğu ve verdiği internet sitesindeki diğer adreslerde yazdıkları gibi.
İAGSL de iken bir sanatçı velim “siz ve biz çocuklarımızı elimizden geldiğince iyi yetiştirmeye - eğitmeye çalışıyoruz. Ama televizyonu açıp ‘kıl oldum abi’ şarkısıyla karşılaşınca verilen eğitim yere düşüyor adeta,” demişti.
Okumak, okuma yazmayı öğrenmek okulla birlikte başlamaz. Anne babayla birlikte okumak, dinlemekle başlar. Çocukla birlikte okumak anlamları da başlatır bünyesinde, yaşamında…
Bu sıralar yine, kendisinden ve yazılarından çok şey öğrendiğim ve de yıllardır uygulamaya çalıştığım çağdaş eğitim yöntemlerini daha bir cesaretle yaşama geçirmeme neden olan Sayın Tınaz TİTİZ ile söyleşi yapacağım. Ona hazırlanıyorum harıl harıl. Rollo MAY’ın “Yaratma Cesareti” isimli kitabında “cesaret” sözcüğüne takılmıştım aldığım andan beri… Evet bilmek, ama uygulamak cesaret ister. Bu da çok zor değil. Riski göze almak gerekiyor. Yaşam zaten bir risk değil mi? Var olmak; risklerle mücadeleyi öğrenmek değil mi? Var olmak; karşı çıkmak adına yaratmak değil mi, bilimde ve sanatta… En önemlisi yaşamda…
Sevgiyle…
01-02-2005 / İSTANBUL
http://www.amatorceedebiyat.com/tulay/
tcellek@yildiz.edu.tr
İAGSL : İstanbul Anadolu Güzel Sanatlar Lisesi, Şimdiki adı İstanbul Anadolu Avni Akyol Güzel Sanatlar Lisesi
SEMİNER: Kırmızı Balık Çocuk Yuvası, Sayın Erdal ATABEK’İN anne babalara verdiği seminer dizisinden. ( Bu haftaki konuğu Sayın Aytül AKAL’DI )
SİTE: http://www.tinaztitiz.com
|