Biri savaşı yaşarken, diğeri TV karşısında izliyor. Yaşanan ne? Artık umursanmayan olsa gerek, rahat koltuğunda seyredilen. Birileri silahtan kazansın diye diğerlerinin bir mermiye satılan hayatı. Aslında hayatları demek daha doğru, çocuğunda devam eden. Ölümler de alışkanlık yaptı. Eskiden bir kişi ölse kıyamet kopardı. Şimdi binler ölüyor, televizyondan seyrediliyor. Tıpkı Beyrut’taki Ahmad gibi... Bir tarafında kalaşnikofu, diğer tarafında nargilesi. Yaşam ile ölüm içiçe. Tıpkı fotoğraflardaki gibi. Ölümü çeken canlı, diğer canlılara iletmek üzere. Peki savaşın ruhlarda bıraktığı ölüme ne demeli? Arkadaşını, dostunu öldürtecek kadar derin izleri ne yapmalı? Her gün öldüren, ruhsal ölümlere nasıl bakmalı? Bunları sonlandırmanın yollarından biri o parçalanan bedenleri göstermek olmalı, parçalanmadan yaşayan yüreklere sanırım. Coşkun Aral’da bunu yapıyor, bedenini, ruhunu parçalamak uğruna olsa da. Ve robot gibi olmak. Ölümün karşısında ancak bu tarzda fotoğraf çekilir herhalde...
Yaratıcılığı hep olumlu aldım şimdiye değin bir eğitimci olarak. Ama Coşkun Aral’ın kaleminde vahşetteki yaratıcılıktan bahsediliyordu, beni irkiltircesine. Fakat o da sanatın tüm inceliklerini ruhunda duyumsayarak yapıyordu bunu.
Silahı eline geçiren insanın ruh halini yaşamak, güçsüzlüğü güçlendiren ama insanlıktan çıkaran. Bunu görmek ve fotoğrafa taşımak. İletmenin amacına sahip olmak. Yaşananları gömmeden, o ölüm anını, öldürme anını saptamak ve herkese göstermek. O an tam bir sezgiyle çekilen fotoğrafları, yaşamın diğer kesitlerine sunmak. Ne için? İşte burada Coşkun Aral kişiliği çıkıyor karşımıza, sözün bittiği yerde başlayanla... Yaşananların fotoğrafçısı, bazen de insanı, yardım edeni, koşturanı fotoğrafladığı kadar.
Coşkun Aral’ın Çad’la ilgili yazısını okurken yıllar önce BİLSAK’ta gittiğim Sudan’la ilgili bir saydam gösterisini anımsadım. Su alırken mikropların vücuda bulaşması sonucu deri içinde oluşan solucanları, parazitleri gösteriyordu saydamlar. Açlık, yanında hastalığı beraberinde getiren sefalet ortamı saydamlara yansımış. Saydamlarda gördüğüm insanları Coşkun Aral bu yazısında çizmiş. Yara bere içinde esirler, insanlık dışı koşullarda kalmaktan. Tıpkı fotoğraf gibi önüme serildi anlattıkları.
Bizler günlük yaşantımızdaki sıkıntılarla boğulurken, savaştakiler ve savaş fotoğrafçıları yarına çıkıp çıkamayacakları ikilemiyle yatıp kalkıyorlar. Ölümü, savaşı anlatan Coşkun Aral, doğumu da, düğünü de anlatıyor, ya da şöyle diyelim, doğumla ölüm arası her şeyi anlatıyor. Bir anlatıyor ki, fotoğraf ok olmuş yüreğimize, yazılar mavzer olmuş beynimize işliyor. Bir kere daha savaşın ortasında yalnız olmadığımı hissediyor, mutlu oluyorum. Ama arkasından pala fotoğrafını anımsıyorum, C. Aral şekerkamışı üretiminde kullanılan palayı anlatırken. Fotoğrafındaki pala ise insanı öldürmek için kullanılıyor. Bu arada Coşkun Aral’ın yazılarını okurken Ara Güler’i anımsadım. Onun da, neden fotoğraf, sorusuna verdiği yanıt, “yazılarım görsel ağırlıktaydı, fotoğraftı” diyordu. Şimdi de aynı hisse kapıldım. Yazılar sanki fotoğraf. Ben yazıların resmini çizerek okur oldum sayelerinde.
TV deki “Haberci”yi izledikten ve kitabını bitirdikten sonra, neden bunları yapıyor, diye düşünmüştüm. İşte kendi ağzından; “Amacımız, serüvenci bir ruhla gezmek ve gördüklerimizi, yaşadıklarımızı sizlere sıcağı sıcağına aktarmaktı. Aktardıklarımızın içinde renk renk mutluluklar da vardı, kapkara acılar da. Vahşet dolu savaşlara tanıklık ettik, çılgın karnavallara da. Dünyanın farklı yerlerinde, farklı koşullarda insanların seslerini duymaya, anlamaya çalıştık. Haberci tüm yolculuklarında gerçeğin peşindeydi. Acısıyla tatlısıyla insan gerçeğinin.”
Cumhuriyet Bilim Teknik dergisinde bir yazı okumuştum. Sonlarına doğru moralim bozulmuştu. Yazı, genlerden bahsediyordu ve insanlıktan. Kötülüğün çağlar boyu süregeldiğinden ve devam edeceğinden. Buydu beni üzen. Fakat son paragrafta tam tersi anlatılıyordu. Yani diğer genlerden ve iyilikten. İnsan varoldukça iyilikte devam edecekti. Her şey zıddıyla yaşıyor.
Yeşilköy Uluslararası Kitap Fuarındaki fotoğraf sergisini dolaştım ve güzel bir yazıyı okuyarak etkisinde kaldım. Coşkun Aral’ın son sözleri; “Afganistan’da savaşın insanlarını gördüm. Ve her şeyden öte, insanın bitmek bilmeyen savaşını... İki durumda da kaybeden hep insandı.” Coşkun Aral’la buluştuğumuzda söylediği gibi hükmetmek ve kazanmakta iyi yollardan gerçekleşebilir. Yine kazanabilir ama doyumsuzluğun sonsuzluğuna bir nokta koyarak, paylaşım duygusunu yaşayarak...
“Haberci” de Malezya yolculuğu ve altındaki çeşitlilik anlatılmış. Yeryüzündeki çeşitlilik zenginliktir. Dilden yemek farklılığına kadar uzanan. Bir de Yağmur ormanlarının çıkarlar için kesildiği, yok edildiği anlatılıyor. Bu nedenle hayvanlar için artık güvenli değil yağmur ormanları deniyor. “Haberci”, bize sadece Türkiye’de değil dünyada da aynı şeylerin yapıldığını gösteriyor. Oradaki kıyım Türkiye’yi de etkileyecektir. Tıpkı buradaki kirli suların Antarktika’yı etkilediği gibi. O halde verilen mücadele salt kendimiz ve yakın çevremiz için değil, tüm dünya ve insanı için olmalı. Haberciyi izledikten sonra ister istemez çıkarımlarım bunlar oldu, diğer insanlarla da paylaşmayı düşünerek...
YTÜ SANTAS
23-12-2002 İstanbul
|