Mavi bir günaydın yolluyorum sabahına
Yüreğimin sıcaklığını da gününe...
Sending a blue ‘bonjour’ to your morning,
And the warmth of my heart to your day…
Cumartesi çok nadir olarak karşıya geçmediğim günlerdendi. Yürümeye karar vermiştim ama ev işleri zaman alınca yine arabayla inmek zorunda kaldım Kadıköy’e.
Çıkmadan önce hangi filme giderim diye bakmıştım gazeteye. Gidip gitmemekte karar veremediğim bir filmin eleştirisini okuyunca fikrim değişti ve ona gitmeye karar verdim. Eleştiriyi yazmak için, gazetenin verdiği dergiden kesip getirmiştim. Geldiği andan beri masamda duruyordu. Fakat tam günlüğümü yazacağım yok oldu. Kan ter içinde kaldım ararken. Ve gözünü sevdiğim internet geldi aklıma. “İmdadıma yetişti,” diye buna denir. Dergideki yazının aynısı üstelik. İnternetten olduğu gibi aktarıyorum.
Yaradılış: Büyük Sır - Nereden Geliyoruz? Genesis …
BÖCEKLERİN DÜNYASINI GÖZLER ÖNÜNE SEREN MİCROCOSMOS’UN YARATICILARINDAN YENİ BİR BELGESEL. Ama bu kez, merceklerine yakalanan, böceklerden çok daha büyük bir şey: Yaradılış. Filmin adı bazılarına dini çağrışımlar yapsa da, aslında bu film, dini metinlerin anlattıklarının film versiyonu değil; aksine, bilim adamlarının gözüyle Darwin'in versiyonu. "Öykü"nün tamamını, bir mağarada oturan Afrikalı bir öykücü anlatıyor: Evrenin başlangıcından itibaren dünyanın yaradılışını ve hayvanlarla insanların ilk ortaya çıkışını. Yetişkinler için olduğu kadar çocuklar için de uygun bir film.
Herkese tavsiye ediyorum. Arkamda ve önümde çocuklar da vardı. Aileler çocuklarını getirmeliler mutlaka. Onlara anlatamadığınız bazı şeyler, öylesine güzel gösterilmiş ki. İlk defa bir filmi iki kez izlemek gereksinmesi duydum ve CD sini almalıyım diye düşündüm. Bir görsel şölendi. Ve konuşmalar… Daha önce “Kuşlar – Kanatlı Uygarlık, Microcosmos ve Baraka - Yaşam Yolu”na gitmiştim. Onlar da görmeye değer…
Sinemada Sayın Asuman KAFAOĞLU – BÜKE hanımı gördüm. Selamlaştık. Sayın Tınaz TİTİZ’İN söyleşi çözümlemesi yeni bitti. Onunki de uzadı. Bunun hakkında bilgi verdim. Her zamanki gibi güler yüzüyle karşıladı beni ve konuşmalarımı.
Çözümleme yapması için asistan öğrenci istemek adına idareye dilekçe vermiştim. O geç gerçekleşti. Bir de asistan öğrenci çözümlemeyi çok geç bitirdi. Suratım iyice asıldı. Ama öğrenci çözümleme sonucu Sayın TİTİZ’i merak edip, "yazılarının nerede yayınlandığını" sorunca tüm sıkıntım dağıldı bir anda. Sürekli çözümleme yaptıkça da, verdiği örneklerden bahsediyordu. Bir kişinin okuması bile benim için çok önemlidir. Hele bu öğrenci olursa. Gerçekten geciktiği için epey üzülmüştüm ama bu öğrencinin söyleşiyi çözümleme sonucu Sayın TİTİZ’i merak edip okumaya karar vermesi sıkıntımı azalttı. İlk defa iyi ki migrenim tuttu diye, asistan öğrenci istedim sevincini yaşadım.
Pazar günü Yıldız Çatı’ya kahvaltıya geldim. Arkadaşlarımı görmekten mutlu oldum. Yeni arkadaşlar da katıldı yaşamıma. Ve odama gelip çalıştım akşama kadar. Cuma günü servise yetişeceğim diye bazı işlerim kalmıştı. Aklım buradaydı o nedenle.
Bu gün de oditoryumda toplantı var, ERASMUS ile ilgili. Ama yapmam gereken işler nedeniyle gidemedim. Şimdi kolayladım. Bir ara gidebilirim belki. Ama arkadaşım geldi, gidemedim. O da burada fotoğraf sergisi açıyor. Sergiler çakıştı. Akşama benim de bir resmimin bulunduğu 175 akademisyen sanatçının çalışmalarının açılış kokteyli var. Arkadaşlarla oraya gideceğiz.
Bazen enteresan şeyler yaşarım. “Bir arkadaşımdan çoktan telefon almadım,” diye düşünürüm. Telefonun zili çalar, düşündüğüm arkadaştır. “Bir arkadaşa telefon edeyim,” diye düşünürüm ama ertelerim. Zil çalar, ertelediğim arkadaş telefondadır. Otobüste aniden, düşünmeden arkama dönerim, biri bana dikkatlice bakıyordur. Cuma günü köprüden geçerken, “çoktan değerli komşumu görmedim,” diye düşündüm öğlen yemekte masama geldi, kendisine de bunu söyledim. Cuma sabahı da sınav haftası nedeniyle bir aksama yaşadım. İlk defa asistan öğrencilerim gelmedi ki ikisi de çok sorumluluk sahibi, dünya tatlısı gençler. Telefon listesinde üçüncü isme yani şaire baktım durdum ama telefon etmedim. Kapıdan çıktım, şair karşımda…
Sabahları serviste kitap dergisini okuyorum, bilim teknik dergisinin yanında. “Yazarın 24 saati”nde tükenmez kalem sevemediğinden bahsetmiş bu haftaki yazar. Tükenmezi tanıdığım ilk yıllara gittim bir anda. İnatla çok uzun süre tükenmez almamıştım. Çünkü hiç sevememiştim. Ama artık kullanıyorum.
Kafam etik paneline takıldı…
04 Nisan Pazartesi
Öğlen yemek uzun ve güzel sürdü. Tek molam. Dolu dolu geçmesini önemsiyorum. Hem karnımın, hem beynimin doyması güzel. Türkiye manzaralarından dünya manzaralarına geçildi. Gelibolu filmiyle nokta kondu, kahvelerimizin son yudumlarıyla birlikte konuşmamıza.
07 Nisan Perşembe
Salı günü dersim biter bitmez İTÜ ye gittim. “Bilim ve Etik / Aykırı Örnekler” konulu panel vardı. Sağolsun hocam Sayın Prof. Dr. Yaman ÖRS davet etmişti. İlk konuşmacı, “etiğin en önemli konusu sorumluluktur” dedi. Etik konusunda şimdiye değin duyduğum en güzel cümleydi. Bana da çok uyuyordu. Annem, babam “iş insanın namusudur.” Diye yetiştirdiler bizi. Sayın Prof. Dr Hasan YAZICI, en çok “özgünlük” üzerinde durdu. Bir de aşırma söz konusu olduğunda, suçtan önce ayıp sayılmasının önemini vurguladı. Sayın YAZICI’ nın eğitimci yönü öne çıktı ve bu tarafını görmek beni çok mutlu etti. Diyor ki; “önce cezaları hafifletelim ve konuyu konuşmaya – tartışmaya açalım.” Bu özellikle panelin sonunda bir konuşmacı tarafından ısrarla reddedildiyse de ben Sayın YAZICI’ ya katılıyorum. Ceza ile eğitmek başarılı olmuyor. Sanki idam edilerek ölümleri durdurabiliyorlar mı? O halde eğitimin diğer yüzünü, insani yüzünü ön plana almak – çıkartmak gerekir. Sayın YAZICI, “hepimiz suçluyuz, yeteri kadar bağırmadığımız için.” Dedi. Ayrıca ondan bir tek ilaç bile yapmadığımızı öğrendim. Bu kadar Prof. olan dr. var. Bunların prof. olmaları için özgün bir şey bulmaları gerekmiyor mu?
Felsefeci Popper ve kitabı “Açık toplum ve onun düşmanları”ndan bahsedildi. Birey olmadan, özgün eser olmadan bilimin olamayacağı vurgulandı.
Sayın Prof. Dr. ÖRS, “üniversitenin görevi bilgi üretmektir,” belirlemesinden sonra doğal zorlukların yanında yaratılan yapay zorluklardan bahsetti. Hatta bu konuda bir üniversiteden örnek de verdi. Aslında başarılı olan öğrencilerin, “üniversite zordur” imajına zarar gelmesin diye yıpratıldıklarını anlattı. Sayın Mehmet BAYDUR ve Sayın Ongun ONARAN’ ın birlikte çevirdikleri “Son Moda Saçmalar” kitabını ısrarla önerdi. Alıp okumam lazım. Zaten bu konuda panik halindeyim. Ne çok okunacak kitap var. Ve yetiştiremeyeceğim diye zaman zaman stres yapıyorum. Bir de Sayın Cemal YILDIRIM’ ın Bilim Felsefesi ve Bilimsel Felsefenin Doğuşu isimli kitaplarından bahsetti.
Sayın Orhan BURSALI, “toplumda özgün düşünceler, özgün fikirler, özgün görüşler, ve tezler desteklenmeli, değerlendirilmeli. Bunu yeteri kadar yapmazsak aşırmalar devam eder. Özgünlüğü ön plana alanlar onere edilmeli. “ Dedi. Bir de etik tanımlarını kızlarının önerisi üzerine ekşi sözlükten verdi. Çok güldük.
Bir dinleyici İTÜ de tezlerin yabancı dilde yazıldığını bunun da aşırmaları katladığını söyledi. Paragraflar olduğu gibi “kes yapıştır” usulü alınıyormuş. Bu nedenle tezlerin Türkçe yapılmasının daha doğru olduğunu savundu. Ben de katılıyorum. Ama nedenim salt bu değil. Türk’üz, Türkçe’nin içine doğduk. Fikirlerimiz, düşünsel boyutumuz ancak bu dille daha iyi ifade edilebilir. Kaynakları yabancı dilde gösterirsiniz olur biter. Zaten yabancı dil araştırma yapmak için gereklidir. Türkçe’yi bir kenara bırakmak ya da dilimizi yozlaştırmak için değil.
Etik konusunda, “aşırmayı yapanlar kadar, kabul edenler de göz önünde bulundurulmalıdır,” dendi. Bunun da etiksizlik olduğu savunuldu. Katılıyorum. Özet olarak bu panelden paylaşımlar bu kadar. Bir paylaşımı da “Karikatür Fakültesi” yahoo grubuma yazdığım mektupla yapacağım.
Merhaba
6 Yıl yatılı okudum. Çok içe kapanıktım. Kızdığım arkadaşlarla kavga edemezdim, karikatürlerini çizer panoya asardım. Böylece intikamım korkunç olurdu. Sinirim geçene kadar panodan indirmezdim. Arkadaşlar da sanata duydukları saygıdan dolayı benden izinsiz indiremez, yalvarırlardı "indir artık şunu," diye. Sakinleşince panodan kaldırırdım.
Bazen eskileri karıştırırım. Arkadaşlarımın dışında da bir sürü tiplemem var. Henüz hiç biri kahraman değil. Ne bir öykünün hüznünü taşıyorlar, ne bir romanın sevincini, ne de filmin kötü adamı değiller şimdilik...
Geçende Bilgi üniversitesinde "çizgili günler" diye bir şenlik vardı, o kapsamda bir paneline gitmiştim. Orada aklıma geldi. Anılarımı özetleyerek yazıyorum, "neden aralarına da bir anı olan bu tiplemelerimi koymayayım," dedim kendi kendime. Heves de geldi birden bire çini mürekkebimi, tarama ucumu da masama koydum. Belki yeni tipler eklerim, henüz "kaldırım kahyası" olan...
Bir de odama gelen öğrenciler tiplerime bakıyorlar. O zaman bu gruba da yollasam dedim...
Geliyor ikincisi
Sevgi ile
Tülay ÇELLEK
Dün sınav haftasıydı. Bu da derslerimi feci vurdu, öğrencileri vurduğu gibi. Çoğu grubum istek sonucu sistem dışı açıldığı için, sınavlarla çakışabiliyor. Üstelik yeni konuyu verdim. “Kitap kapağı.” Haftaya bir arkadaşım saydam gösterisi yapacak. Ondan sonra gelmeyenlere yeniden konu saydamlarını göstereceğim. Bir de değişik kitap kapakları örnekleri getiriyorum atölyeye. Okudukları bir kitabın kapağını yeniden tasarımlayacaklar. Diğer grubun konusu da “ambalaj tasarımı” idi. Önce sevdiklerine nasıl bir ambalaj tasarımıyla sarılı – paketlenmiş olan hediyeyi verirlerdi, sorusuna yanıt verdiler - aradılar. Baştaki sıradanlık bir süre sonra iyice ilgi alanlarına girdi. Yönetim yine onlardaydı.