Tülay Çellek
  Mavi bir günaydın yolluyorum sabahına
Yüreğimin sıcaklığını da gününe...
 Sending a blue ‘bonjour’ to your morning,
And the warmth of my heart to your day…
 Tülay ÇELLEK


Ana Sayfa
Yazılar
Şiirler
Poems
Söyleşiler
Tül'den Yansımalar
Resimler
Art
Fotoğraflar
Photograph
Karikatür / Çizimler
Cartoon / Drawings
Tasarım
Design
Tipleme
Character
Barış
Peace
Gerze
Ders Notları
Lesson Notes
Özgeçmiş
Autobiography/cv
Belgeler
Duyurular
Değiniler
İletişim
Contact

Yayın Tarihi: 4.4.2005 13:00:00  

<b>RÜYA</b>


RÜYA


RÜYA

Sakın ola seminere giderken saydamlarımı ve notlarımı unutmayayım. Yıllar önce aniden, “ben bu defteri bu sınıfta unutsam kaybolabilir. Adımı yazmış mıyım, acaba?” Deyip ilk sayfaya bakmıştım. Yazdığımı görünce, tedbirli olduğumu da anımsayıp rahatlamıştım. Unutsam bile adım vardı ve beni bulurdu. Enteresan bir şey olmuş o gün ilk ve son defa defterimi o sınıfta unutmuştum hakikaten. Tekrar aynı sınıfta dersim olduğunda, gitmek için yaptığım hazırlıkta dehşetle defterimin olmadığını fark etmiştim. Tüm notlarım gitmişti. Olmaz a belki oradadır diye fırladığımda hayretle defterimin sınıfta kaloriferin üzerinde durduğunu görmüştüm. Unutmakla ilgili düşüncelerim de gelmişti usuma. İşte şimdi de ilk defa seminere giderken, önce unutacağımı düşünmüş sonra da her şeyimi unutmuştum. Okula gelince fark ettim. Organizeyi yapan E. ye bunu söylediğimde seminer saat 10oo da başlayacaktı ama gidip alalım 11oo de başlatırız dedi. Döndük. Camla dışarıdan ayrılmış bir koridora girdim. Kalabalık sayılırdı. Dışarıda uzun boylu bir kız, belli ki öğrenci, kendine bakmak için ayna arıyor. Sonra camdan içeri girdi. Buradakilerden biri onun çello çaldığını, vücudunu dans ettirerek söyledi. Ama asıl maksadı yaşlanınca bu aleti nasıl çalacak, vücudu bu kadar hareketli olamaz ki idi. Kız sessizce geçti gitti yanımızdan. Koridorun karanlığına doğru yürüdü ve kayboldu. Bu arada oradakilere aynı semineri vermeye başladım. Bizim okulun elemanlarıydı. Biri güzel bir öykü kurmuş hatta devamında şiir yazmıştı. Ama bunlar gömleğine yazılmıştı. Hatta sırtındaki bu yazı kotunda devam ediyordu. Sonuna doğru acelemden tam okuyamadım. Seminer neşeli geçerken birden diğer üniversitedeki semineri anımsayıp mekan değiştirdim. E. Kıyafet değiştirmiş beni bekliyordu. Pantolonu çıkarmış etek giymişti. Her şeyi aldık. Taksi bulmaya çalışıyoruz. Geç kalmaktan nefret eden ben, “bulana kadar yürüyelim” de dedim. Ama yerler kar ve buz tutmuştu. Düşüp bir yerimizi kıracağımız gelince aklıma, “seminere hiç gidemeyiz o zaman,” diyerek durdum. Seminer yerine geldiğimizde saat 11 20 idi. Ve bu benim canımı iyice sıkmıştı. Hem geç kaldığımız hem de öğle yemeğine denk geldiği için epey canım sıkılmıştı. İkisinden de hoşlanmam çünkü… Sonra uyandım. Ve sıkıntı bitti.

Evi temizlerken iki kez ara verdim. Telefonla fotoğraf çeken iki arkadaşımı aradım. Nisan ve mayıs ayı için derslerimde saydam gösterisi yapmalarını rica ettim. Kabul ettiler. Tüm öğrencilerime eşit davranmak için her grubuma gelmelerini istedim. Koşuluma uyacaklar sağolsunlar. Biri “Mısır” gezisinde çektiklerini gösterecek, diğeri konusu olan “Panayırlar”ı.

Cumartesi günü arkadaşımla saydam gösterisine gittim. Tolunay TİMUÇİN’in saydamlarıydı. Anadolu’nun çeşitli yerlerinden. Aralara çiçek görüntüleri koymuş. Oradan bir şeyler içmeye gittik. Deniz manzaralı çok sevimli bir yer. Etrafı yeşillik. Kapiçinosu da güzeldi. Dönüşte Kadıköy’den çini mürekkebi aldım. Aslında bu gün niyetim resim yapmaktı. Ama Bilgi Üniversitesindeki “kitap resimleme” ile ilgili panele gideceğim.

Cuma akşamı Acıbadem’de açılan öğrenci sergisine gittim. SANTAS’ tan da bir çok öğrenciye rastladım. Farklı fakültelerden ve uluslardan gençler. Disiplinlerarası anlayışla çalışmışlar. Eski, ahşap binanın yapısına uygun çalışmalar üretmişler. Kendilerini kutladım.

03 Nisan Pazar günü yazmayla başladı. Ve uzun süredir bulamadığım annemin yüzüğü bulup sevindim. Ona bir çiçek kondurmuştum. Arada takıyorum. Şimdi de taktım.

4 Nisan Pazartesi

Fakülteye gelir gelmez mektup kutuma baktıktan sonra, “tiplemelerimi” buldum. Çoğunu fakülteye getirmiş, dolabıma koymuştum. Şu an hepsi masamda. Çizilecek boş kağıtlar da. Çünkü yeni tipler bulma kararı aldım. Nasılsa cini mürekkeplerim ve tarama ucum da buradaydı. Artık bu yazılarıma bir “tip” eklemeye - koymaya karar verdim. Eski tiplerimden başlayacağım. Görsel alandan gelmemin bir özelliği olmalı. Üstelik bunu seviyorum, özledim ve değerlendirmeliyim.

“İf you go away – Terry Jacks” Bu müzik beni çok etkiliyor. Şu an o çalıyor. Bunu bana veren öğrencime teşekkür ediyorum. CD nin arkasına tüm ezgilerin adını ve sanatçısını da yazmış sağolsun. Şimdi de “Yellow – Get on” çalıyor. Bu ezgiden de çok etkilenirim…

Pazar günü evden öğlende çıktım. Bilgi Üniversitesinde “2. Çizgili Günler Şenliği” vardı. Her zaman AKM nin önünden servisleri vardır. Tam 45 dakika bekledim ve bu arada uzunca bir şekilde dünkü üşümeme ilave yapıldı. Güneşi ısıran bir günün soğuğunu iyice yedim. Nihayet yanımda bekleyen hanımla ortak taksi tutmaya karar verdik. Tabii beklemekten sinirim bozulmuştu. Kapıda duran görevlilere panelin yerini sorduktan sonra, “Taksim’de çok uzun beklediğimizi” söylediğimde aldığım yanıt daha çok sinirlenmeme neden oldu. Meğer bu gün durak yerini değiştirmişler. Ve haberi orada bekleyenlere şimdi vermişler. Bilginin reklamı çoktur. O reklamların ardında her anlamda durmak lazım. Biz orada boşuna beklemiş olduk. Bağışlanır gibi değil. Dolayısıyla eleştirisi de yazılır.

Şimdi film müzikleri çalıyor. Salt sazlarla çalan ezgileri çok severim. İlk konuşan Sayın Barış MÜSTECAPLIOĞLU, “öyküye yetecek kadar tasvir yapıp diğer tarafını okurun hayal güçüne bırakmak,” gerektiğini söyledi. Karakterleri hayal etmekten bahsetti. İşte burada karar verdim, tiplemelerime devam etmeye ve bu yazılarıma eklemeye. Yazarken de bu tiplemelerimi üyesi olduğum yahoo grubu Karikatür Fakültesine de gönderme kararı aldım. Yıllardır bende saklı duruyorlardı. Artık güneş görmeliydiler. Öğrencilerimi sürekli teşvik ediyorum. Bunu kendime de uygulamalıyım.

Bu arada sunucunun sürekli tırnaklarını yemesi, dişlerini temizlemeye kalkması, parmaklarının durmadan ağzında olması ve dudaklarını yırtma çalışmaları trafik olayından sonra ikinci sinirlerimi bozan olay oldu. Boş duramıyorsa bir kağıt, kalem alır çiziktirir. Böyle bir şey, izleyenleri bu görüntü kadar rahatsız etmez. Tırnak yemenin bir sorun olduğunu biliyorum. Ama tedavisi de var. “Herkes konuşsun kalkayım,” diye bir karar aldırdı bu tavır bana. Bir de konuşmasına takıldım. Bir kalemde gençleri harcayıverdi. Gerçi haklı olduğu bir yer vardı ama yöntemi o kadar yanlıştı ki. “Gençler yapamaz. Çünkü bu iş bilme işidir, okuma işidir. Siz bilmiyorsunuz o halde yapamazsınız” gibi bir konuşmaydı adeta. Evet okumak, araştırmak, sorgulama ve çalışmak gerekir. Ve bu bir yeti, bir duyarlılık işidir. Bunlar üzerine konulmalı her şey. Herkes bilir ama eğitimci olamaz. Yeteneği ve ilgisi olan gençleri teşvik etmeli. Önlerini tıkamak yerine. Yol açıcı olunmalı. Eğitim bir tavır, bir yöntem bilimidir.

Bahsedilen çizgi romanların görüntülerini de sunsalardı, işte o zaman şenlik olurdu gerçekten. Hem de konuşmaları daha çok kalırdı bizlerde. Yeni tiplemelerin bulunmasını istediler, önerdiler . Türk’e, doğuya ait tiplerin olması gerektiğinden bahsettiler. Kopya konusuna katılıyorum. Bir de fikir veren ve çizenin ortak çalışmasından bahsettiler. Buna da katlıyorum. Şu an derslerimde aynısı yapıyorum. Hatta teşvik de ediyorum.



28 Mart Pazartesi

Geçen sene ilk dersimde bir öğrenci, dersin başında haftalarını nasıl geçirdiklerini anlatacaklarını duyunca itiraz etmiş, “ben hafta, mafta anlatamam,” demişti. Daha sonraki bir dersimde ilk defa doğrudan konuyla ilgili soruya geçince, ilk ders bunları söyleyen sevgili öğrencim öylesine heyecanlanmış ve buna o heyecanla kuvvetlice itiraz etmişti ki, “bu haftamızı anlatmayacak mıyız,” diye adeta haykırmıştı. “Hayır, anlatacaksınız,” deyip ilk sözü ona vermiştim. Meğer gitmediği sinema, tiyatro kalmamış o hafta. Hatta o haftayı, K’ın sanat haftası ilan etmiştik. Başta itiraz etmesine karşın, her hafta gelip en çok konuşanlar arasına girmişti sevgili K. ( Kafka’nın romanındaki K. gibi oldu. Ama onunla uzaktan yakından ilgili değildir. ) Mezun öğrencilerimi özlüyorum. Onu da çok özledim. Tabii zorlananlar da var. Görmeden yaşamaya devam edenler. Eleştirel bakmaya alışmamış olanlar… Alışkanlıklarını değiştirmek yerine, devam etmesini isteyen rahatlar var. Değişen dünya da bunlar da zaman içinde değişecek umudundayım.

Bu gün asistan öğrenci geldi. Yanımda teyp çözümlemesine devam etti. “Bakın ne çok uzun sürüyor,” diyerek. Bunu çok iyi bildiğimi, bu nedenle asistan istediğimi söyledim. Öğlene kadar çalıştı. Şimdi ben de kontrol ediyorum. Son kontrolü Sayın TİTİZ yapacaklar tabii, son söz onun çünkü. Bir öğrencim geldi, dersimdeki afiş tasarımı yarışmasına katılıyor. Bir öğrenci de e - posta yoluyla göndermiş. Çünkü onlara sabah yine mektup yolladım.

Konu: AFİŞ TASARIMI İÇİN SON HAFTA

Merhaba Sevgili Arkadaşlar,

Afiş tasarımı için ayrılan zamanın, bu hafta sonu geldi. Yaklaşık 1,5 aylık bir zaman geçti. Bu zaman zarfında başkalarının ürettikleri, yarattıkları üzerinden zenginleştik. Şimdi kendi ürettiklerimizden, yarattıklarımızdan da zenginleşme zamanı geldi. ( de geçiyor bile… )

Lütfen bu hafta atölyeye gelirken; bu zaman zarfında oluşturduğunuz fikirlerinizi, duyumlarınızı, sezilerinizi yazarak ya da çizerek – çiziktirerek geliniz. İlk dersten beri yaptığınız her şeyi getirmenizi rica ediyorum.

Zeki ve yetenekli olduğunuza inancım sonsuz, size duyduğum güvenin sonsuz olması gibi. İşte bunları sergilemek, sınırlarımızı zorlamak zamanıdır diyorum.

Ne kaçmak sorunu çözer, ne de mazeretlerin arkasına gizlenmek. Bu yaşam başkalarının değil, sizin. O halde kendiniz olarak yaşamak, varlığınızı yaptıklarınızla göstermek durumundasınız.

Bu hafta; “yaratıcılık” vizesinin de başlama haftasıdır. Ve artık dersin yönetimini size devretmeyi düşünüyorum. Benden daha farklı soru üreteceğinize ve değişik ilişkilendirmeler yapacağınıza inanıyorum…

Tabii size sunduğum planın - konuların dışında, sizlerin gerçekleştirdiği etkinliklere de devam edeceğiz. Denge içinde. Bir etkinlik, diğer tarafı sarsmamalı…

Sevgiler

Tülay ÇELLEK

Aslında daha sonra bu mektuba ilaveler yapmıştım fakat tadında bırakayım diye bu şekilde yolladım.

29 Mart Salı

Sabah zor kalktım. Bir de bu mektubun oluşturacağı sonuçları merak ediyordum. Olumlu ve olumsuz gelip gitmelerle. Genelde çalışma – iş, proje, resim teslimi günleri bazı öğrencilerinizi bulamayabiliyorsunuz. Ama sanırım kendi istekleriyle açtırdıkları için olacak, doluydu atölye. Hemen herkes gelmişti. Bir iki kişi hariç. Bu grup gerçekten hem ilgili, hem bilgili. Dersin sonunda iyice neşelendim, yaptıkları eskizler üzerinden fikir üretirken. Yönetimi de öğrenciye bıraktım. Haftaya yeni konu var. Ama yine onlara yönetimi bırakmayı düşünüyorum.

Öğleden sonra Sayın TİTİZ’ in söyleşisi üzerinde çalıştım. İnternette mektup kutumun gönderi tarafını uzun süredir dosyalara aktarmamıştım. Onlara baktım biraz. Fotoğraf ve Video Programı binasında açılan fotoğraf sergisine gittim. Bir doktorun fotoğrafları. Önce balıkgözü objektif sandım ama değilmiş. 28 lik bir geniş açıya eklenen ikinci bir aparatla çekilen ve bilgisayarda son haline gelen fotoğraflardı gördüklerim. Dünya, dünyanın yuvarlaklığında gösterilmiş. Bu gün Tiyatro kulübü keşke oyunlarını e - posta adreslerimize gönderseler diye düşünmüştüm. Koridorda elime bir tiyatro duyurusu tutuşturuverdiler. Aslında geç gelen telefona, bu bilgi önceden gelseydi uyardım. Bir arkadaş ortak arkadaşımızın sergisine gidiyormuş, yolda haber verdi. Eğer erken verseydi bu haberi, giderdim. Perşembeye bıraktım ben de. Eğer bu tiyatro haberini erken duysaydım sergiye gider, dönüşte de bu oyuna kalırdım. Aslında evin karşıda olması artık bazen zorluyor beni. Servisin rahatlığına da alıştım doğrusu.

6 yıl yatılı okulda okudum. En yakın arkadaşım günlüğümdü. Son yıllarda ara vermiştim. Bu köşe nedeniyle tekrar başladım. Ama bu Tülay, o Tülay değil artık. En azından daha dışa döndüm… Yoksa öz aynı tabii… İçe kapanık dönemlerimin de en yakın arkadaşıydı günlüğüm. Fakat o zaman da bazı şeyleri yazmazdım, şimdi olduğu gibi… Yazılacak ve okunacak ne çok şey var aslında. İnternetten gelen bir sürü yazıyı okuyorum her gün. Araştırma konularımın yazılarını da. Söyleşi yaptığım kişilerin ürettiklerini de. Ve kitaplar. Masamda yığılmış. Evimde hemen oturduğum koltuğun yanına koyduğum sehpa da kitap dolu…


31 Mart Perşembe

Dersim olduğu günler gazete almam sorunlu oluyor. Sabah üniversiteye geldiğimde vakıf mağazası açık olmuyor. Dün dersim olduğu için sabah alamadım. Çok nadir yaptığım bir şey oldu, unuttum. Akşam evimin oradan aldığımda İtalyan Kültür de, bir İtalyan Fotoğraf Sanatçısının söyleşisi olduğunu okudum ve üzüldüm. Çünkü bu bilgiye fakültede sahip olsaydım servise binmezdim.

Sayın TİTİZ’ in yazısı üzerinde çalıştım yine.

Öğrencilerime mektup yazarken gelmek konusunu etkiler mi diye düşünmekten kendimi alamamıştım gerçekten. Ama sanırım, “mazeretlerin ardına sığınmak ve kaçmak çözümsüzlüktür” paragrafı işe yaradı. Bir de sürekli işlediğim bir şey var: Gösterdiğim saydamlar nedeniyle hep başkalarının ürettikleri - yarattıkları üzerinden zenginleşiyoruz. Şimdi sizin yaratılarınız – fikirleriniz üzerinden zenginleşeceğiz. Bu çok daha önemli… Afişin son haftasında devamlılık yine çok iyi idi. Her ne kadar hepsi çalışmalarını getirmedilerse de ve çoğu ilk gün ürettiği fikirlerle kalsa da eskizler üzerinden konuşmak da çok iyi oldu. İzlediğim kadarıyla bu onlara da tat verdi. Ve çok güzel fikir ürettiler. Bunu fikirlerin dallanıp, budaklanmasına ve çiçeklenmesine benzetirim. Hem çizen zenginleşti, hem gören. Bu da yapmayanlara örnek oldu. “Çizimim iyi değil,” diyenlere karakteriyle ilgili çözümler sunduğum için o da çözülüyor - çözülecek. Sabır gerekli… Aslında defalarca söylediğim ve yazdığım gibi gençler zeki ve yetenekliler. Sistem nedeniyle bu tarafları geliştirilmediği gibi, bağımlı hale getirilmişler. Önce anne babaya, sonra öğretmene - hocaya… Zorlanmaları bu nedenden. Bir gün kendilerinin ayırımına varacaklar. O zaman başkalarının figürleriyle değil, kendi figürleriyle var olacaklar.

Dersin eğlenceli olması da katılımı etkiliyor. Bu hafta yönetimi onlara bıraktım. Aynı konu, aynı saydamlar her grupta ayrılaştı sanki. Bakışlar, yorumlar, fikirler, katkılar farklıydı. İstediğim de buydu zaten. Ben de eğleniyorum. Her öğrencimden “sözcük” yakalamaya çalışıyorum. Onun üzerine gidiyor, gidilmesini sağlamaya gayret ediyorum. Bu soyut sözcükler yeni fikirler oluşmasına, yeni görüşler bildirilmesine neden oluyor. Yaratmaya sebep oluyor.

Bu gün sınıf arkadaşımın sergisine gidecektim. Ama randevusu varmış. Bu nedenle yarına ertelendi. Ben de tekrar Tınaz Beyin yazısı üzerinde çalıştım. Tabii bu arada gerek e - posta ile, gerekse odama gelerek projeleri konusunda bilgi - yardım isteyen öğrencilerim için araştırma yaptım - yapıyorum. Araştırmayı seviyorum. Araştırmacı kişiliğe sahip olanları da. Onlara yardım etmeyi de.

Dün köprüden geçerken, bir haftalığına izne çıkan arkadaşımızı düşünerek;

“geçmek bilmedi sensiz bu hafta…
Geçemedi bir türlü sensizliği içinde saklayan günler… ”

Diye düşündüm. Sonrada bunun bir şiire mısra olabileceği düştü aklıma. Bir arkadaş Kadıköy’de servisten inerken, düşündüğüm arkadaşın selamı olduğunu söyledi. O mısra geldi hemen aklıma. Başka zaman değil de, selam söylediği zaman düşmüştü hislerime…

Neden kendilerini hiç kullandırmayan, yardım etmeyi bile esirgeyen insanlar başkalarını kullanmaya çok heveslidir? Eğer kendini kullandırmıyorsan, başkalarını da kullanmamalısın. Hep tipler üzerinde düşünür, onların karakter haritalarını yazmayı hayal ederim. Hakikaten bu özelliği etrafımdaki birkaç kişide yoğun bir şekilde gözlüyorum. Asla yardım etmezler, eder görünürler. Ama sizi nasıl kullanacağının hesabını çok iyi yaparlar. Bir takıldığımda sizden hoşlanmayan birilerinin yanında, selam vermeyip onlar yokken size sarılanlardır. Bir başka gözlemim; işi olduğu sürece size selam verip, işi bittiğinde selamı kesenlerdir. Bir başka kafama takılanlar; salt kendini anlatabilmek, sadece kendine övgü yağdırabilmeniz için arkanızda dolaşan ve size bunu vazife haline getirtenlerdir. Bir benzeri; hep kendini anlatan, hep kendi etkinliğine gidilmesini isteyen, salt kendi doğum gününün anımsanmasını bekleyen ama bunun hiçbirini karşısındakine asla yapmayanlardır. Bu nasıl dostluk, arkadaşlık ilişkisi… Bir dikkatimi çeken de çok hassas olanlardır. Bir dikkatimi çeken…

Dersim var ama yazmadan gidemeyeceğim. Şu an dinlediğim müzik beni çok etkiledi. Kahvaltı yaparken de aynı hissi yaşadım. Çünkü aynı müzik çalıyordu. Bana tüm dünyayı, oluşumu, insanları, heyecanları, yaratmayı düşündürdü… Yüreğim titriyor… Ve gitmem lazım…

Gerçekten güzel ve neşeli biten bir ders oldu. Bu haftanın son dersine noktayı böyle koymak beni çok memnun etti doğrusu. Hemen herkes gelmişti. Tahmin ettiğim gibi eğlenceli geçmesi, gelme nedenlerinden en önemlisi. Hemen hepsi eskizlerini getirmişti. Birkaç tane fikir üretmişler. Ve hemen her fikrin varyasyonları da vardı. Üstelik bunlar üzerinden ayrıca yeni fikirler üretildi. Bir fikir üretilince onun üzerine eklemeler yapıldı. En sevdiğim taraf da budur. Bu grup haftaya ilk etkinliklerini yapacaklar. İki kişi şiirlerini getirecek. Biri de kendi programındaki sunumunu burada yineleyecek. Yine yönetim onlardaydı. Ama bunu zor kabul ettirdim. Şair yönetti. Benden daha farklı sorular yöneltti. Haftaya konuya katkı olsun diye okudukları kitapları da getirecekler olacak. İyi ki öğrenci sayısını düşürmüşüm. Sonuçları güzel gidiyor.

Eskizlerdeki ilişkilendirmeleri çok hoşuma gitti. Şair köprü yerine, sigarayı köprü yapan birini betimlemiş. Bir olumsuzluk, diğer bir olumsuzlukla giderilmeye çalışılmış. Bir de kaleme bağımlılığın insanı nasıl mutlu edeceğini, yücelteceğini göstermiş. Ama bir şey çizemiyorum diye ne çok naz yapmıştı. Ben de yazar getirirsin demiştim, özel yazışmalarımızda. Çizip getirmiş, yanında sloganı da var. Hem de çok iyi. Moru seven ama bunu zor söyleyen arkadaşımız da kelebek ömrünün kısalığı ile tadın kısalığı arasında ilişki kurmuş. Ayrıca çok amaçlılık üzerinde ilişkilendirmeleri olmuş. Bir de gençliğin düzenlediği etkinliklerle ile ilgili bir çalışması vardı. O da iyiydi. Modern dans için afiş yapanların da ilişkilendirmeleri çok iyiydi. Uluslararası fotoğraf şenliğinin araştırmalarını yapan arkadaşımızın, grafiğin kendi dilini kullanımı güzeldi… Çevre ile ilgili çalışmalar da çok iyiydi. Yatağa yatırılan ağaç ve diğerleri…Ö. adına laik bir çalışma yapmış. Asistanlığı da bir o kadar nitelikli yürütüyor. Annesinin iyileşmesine sevindim. Mutlu olma zamanı…

Arkadaşımdan telefon gelseydi, sergisine gidecektim. Etik ile ilgili kitaplar almıştım kütüphaneden. Asistan öğrenciye bazı şeyleri devredince onları okumam söz konusu oldu. Tam da bu gün Karikatür Fakültesi yahoo grubundan etikle ilgili yazı gelmesin mi? “Bu kadar olur,” dedim. Üstelik Prof. Dr. İoanna Kuçuradi’yi de o kadar severim ki. Yazılarını okurum, söyleşilerine, konferanslarına giderim.
Dün de alışveriş yaparken iki sebze arasında gidip gelmiştim. Sonunda birinde karar kıldım ama aklım da diğerinde kaldı bir miktar. Öğlen yemeğinde almadığım sebzenin yemeğini görmeyeyim mi, tabii hemen onu seçtim. Aşçılara da anlattım.
Dün ve bu gün öğrencimin konusuna katkı olsun diye sağa sola yazdığım her yerden yanıt yağdı. Ne çok kişi meğer “dişi - erkek kentlerle” ilgili kafa yormuş. Gelen yazılar benim de ilgilimi çekti. Dün Paris’te okuyan ama daha önce İAGSL ve YTÜ Müzik Bölümünde öğrencimiz olan arkadaşımız bir mektup göndermiş, epey etkisinde kaldım. Meğer Paris küçükmüş. Öyle yazıyor. İstanbul’un büyük olduğunu ve geriye doğru da durmadan genişlediğini anlatmış. Kafam Paris’in küçüklüğüne takıldı. Çünkü orayı çok büyük hayal ederdim hep. Bu iletiden sonra düşündüm ki benim gözümde Paris’i büyüten Luvr müzesiydi, şairleri, felsefecileri, yazarları, sanatçılarıydı…
Bu gün derste odak noktasından konuştuk. Daha önce odak noktasına – egemen noktaya yaşamın geneline göre örnek veriyorduk. Yöneten şair arkadaşımızın çok büyük katkısı oldu, genelden daha özel anlara indirgedi. Bu da çeşitliliği sağladı. Kendisine bol bol teşekkür ettim… Genel anlamda yaşamımda öğrencilerim odak…Tabii başka odaklarım da var. Özel anlamda değişiyor. Eğer bir yazıya başlamışsam, Beyoğlu’nda yürürken bile yazıya odaklanmışımdır. Zaten yazıyı bilgisayar karşısında yazmam. Burada çoğu kez zanaat tarafını yapıyorum adeta…
Çiçeklerimden bahsettim. Çünkü atölyede bir öğrencinin yaptığı ilişkilendirme, diğer öğrencide başka anlam taşımıştı. Çabuk büyüyen çiçekler çabuk ölüyorlardı, geç büyüyen çiçekler daha dayanıklı oluyordu. İnsan da geç ve zor büyüyor ve geç yaşamını yitiriyor, bir genelleme olarak düşünürsek. Ve yine bir genelleme olarak doğa kanunu buydu…
Mutlu olma zamanıdır. Öğrencilerim yaşamımı gerçekten çok zenginleştiriyor… Ve kendileri de zenginleşiyor… Şimdi yine bir sergiye gideceğim… Yapımcıları öğrenci…

Mutluluk dileklerimle…

Tülay ÇELLEK








<< Geri Dön [Okunma: 6508 ]


[ Yukarı çık ]    



© Her hakkı saklıdır.