Tülay Çellek
  Mavi bir günaydın yolluyorum sabahına
Yüreğimin sıcaklığını da gününe...
 Sending a blue ‘bonjour’ to your morning,
And the warmth of my heart to your day…
 Tülay ÇELLEK


Ana Sayfa
Yazılar
Şiirler
Poems
Söyleşiler
Tül'den Yansımalar
Resimler
Art
Fotoğraflar
Photograph
Karikatür / Çizimler
Cartoon / Drawings
Tasarım
Design
Tipleme
Character
Barış
Peace
Gerze
Ders Notları
Lesson Notes
Özgeçmiş
Autobiography/cv
Belgeler
Duyurular
Değiniler
İletişim
Contact

Yayın Tarihi: 12.10.2004  

<b>BİR SEMPOZYUMUN ARDINDAN</b>


BİR SEMPOZYUMUN ARDINDAN


BİR SEMPOZYUMUN ARDINDAN



“EĞİTİMDE KALİTE - ÖĞRENME VE YARATICILIK”

Telefondaki ses,
- Ben Prof. Dr. Ali Şimşek, “Eğitimde Kalite” başlıklı bir sempozyum düzenliyoruz. Yaratıcılık değince herkes Tülay ÇELLEK diyor. Sempozyuma katılmanız mümkün mü? Dediğinde tanımadığım ses, hemen kabul ettim. Konumdu. Çok memnun olmuştum doğrusu.
- Konu ayrıntısında ne konuşmak istersiniz? Panelde sanırım 3 kişi olacağız.
Hemen heyecan dalgası vücudumu dolaşmaya başladı. Telefonda sanki daha bir heyecanlanıyorum. Her zaman ki gibi yazının ya da öğrendiğimden beri bilgisayarın ardına gizlenmeye kalktım. Üstelik o bilgisayar beni böyle güzel olaylara ve iyi insanlara ulaştırıyordu. Tabii ayrıntıda her şeye ulaştırıyordu. Seçmesi size kalmış.
- Siteme, yazılarıma bakar mısınız, lütfen. Ona göre karar verebiliriz. Derken heyecandan tüm vücudumu ateşler basmıştı.
- Tabii ki sitenizde dolaştım, yazılarınıza baktım. O nedenle davet ediyorum.
- Ben uygulamadan örnekler verebilirim. Saydamlarımı getireyim. Sizden programı bir de Dekanlığa resmi yazı göndermenizi rica edeceğim.

Program hemen geldi. Hem yoğunluğum hem de sözlü olarak onayladığım için yazılı olarak, “evet” demeyi bir iki gün sonra yaptım. Ardından hemen resmi nitelikteki yazı dekanlığa geldi. O andan itibaren adeta buradaki olayları sildim. Her şeyi Eskişehir’ deki sempozyum için hazırlamama göre ayarladım. Epeydir derslerimi anlatmaya başlamış ama sonunu ya da devamını desem daha doğru olacak getirememiştim. Ama yazı kendi içinde bütündü ve dersimin iyi bir özetiydi. Hatta genişçe bir özetti bu. Uygulamamı, devam etmeyi düşündüğüm öğrencilerimin kendi yaratıcılıklarını, ütopyalarını, düşlerini, şiirlerini yazdıkları sınav alıntılarıyla süsleyerek anlatıyordum. Nitekim şu cümle tüm heyecan tellerimi titretir adeta. “Ben hayaller kurarken gürültüleriniz ürkütüyor hayallerimdeki kelebekleri. Ne olur kelebeklerimi ürkütmeyiniz” Öğrencimin bu sözleri yeter, eğitimi nasıl ele almamız gerektiği açısından.

Sayın ŞİMŞEK’e önce bu uygulama yazımı gönderdim. Arkadan bir de yaratıcılığı teorik yani akademik - bilimsel tarzda anlatan bir yazı gönderdim. Üç bölüm olmuştu, böylece düşündüğüm plan. Biri teorik anlatım, ikincisi uygulamamı anlatmam, üçüncüsü de saydamlar göstererek salonda fikir üretmelerini, öykü kurgulamalarını istemek. Tabii burada dikkat edilmeyen bir şey vardı, hatta iki şey. Biri “zaman” düşünülmemişti. Diğeri de her şeyi ben anlatmayacaktım. Çünkü tek değildim. Ama telefonda ayrıntı konuşulmadığı için dolu dizgin hazırlanıyordum. Eskiden okuduğun yazı ve kitapları tekrar okuyor, yeni yazılar ve kitapları da araştırmayı ve okumayı ihmal etmiyordum. Gerçekten her şeyi ertelemiştim, Eskişehir için. Hem ayrıntıyı konuşmak, hem de izleyicilerin karşısına yorgun argın, asık bir yüzle çıkmamak için bir gün önce gitmeye karar vermiştim. Nitekim geçen senede hiç tanımadığım bir ses, “Uludağ Üniversitesine gelip ‘Temel Tasarım ve Yaratıcılık” konusunda seminer verir misiniz?” Değinde de heyecanla kabul etmiş ve bir gün önce gitmiştim. Beni bilgisayardaki yazılarımdan bulan değerli Yrd. Doç. Mehtap SAĞOCAK’la böyle tanışmıştık ve birlikte projeler üretme kararı da almıştık. Orada yaklaşık iki saat, gösterdiğim saydamlarla salondaki öğrencilere sonra öğretim elemanları da gönüllü olarak katılmış, fikir üretmiştim. Çok güzel olmuş, “seneye tekrar bekleriz,” demişlerdi. Gerçekten gençlere - insanlara olanak tanıyın neler ürettiklerini, ne çok yaratıcı olduklarını göreceksiniz. Herkes yaratıcıdır. Buna candan inanıyorum.

Eğer bir şeyi aşırı önemsersem başıma olumsuz şeyler geliyor. Bir iki yıl önce www.universite-toplum.org dergisinden dolayı tanıdığım dostlar YTÜ ye geleceklerdi. Oditoryumda yapılacak olan “Etik”le ilgili sempozyum için. İlk defa geliyorlardı. Ben de ev sahipliği yapacaktım. Çok heyecanlıydım. En iyisini yapmalıydım. O gece hiç başıma gelmeyen bir şey oldu. Duvarın köşesine çarptım. Gözümün üstü mosmor renkle ve fındık büyüklüğünde bir kabarcıkla canımı epey sıkmıştı. Makyajla kapatmak için epey uğraşmış ve zaman zaman da güneş gözlüğü kullanmıştım. Ölümün dışında her şeye çare bulunuyor. Birkaç yıl önce de TRTİNT için yapılacak çekimler öncesi başıma gelmedik kalmamıştı. O yıl mürdüm rengi modaydı. Morumsu bir renk olduğu için hoşuma gidiyordu. Çekime yeni bir takım alayım, moral olsun istemiştim. Ama son yıllar aldığım kilolardan mı yoksa zor beğenir olduğumdan mı nedir, istediğim gibi bir takım bulamamıştım. Kendimi bir şeye hazırladıysam tam hazırlarım, olmazsa da çok canımı sıkarım. Alışverişe çıktığım gün arkadaşıma da gidecektim. Çünkü heyecanlarımı onunla paylaşıyordum. O da dedi ki, “bize gel, ben kızıma kompozisyon yarışmalarına girerken eline sahte bir mikrofon veriyorum, karşısına ayna koyuyorum, bizde dinleyici kılığında oturuyoruz. Gel bir ön deneme de seninle yaparız, heyecanın azalır” demişti. Gittim. Açım. Harika bir sofra hazırlanmış. Masada börekler beni bekliyor. “Önce karnımızı doyuralım, sonra provayı yaparız,” dedik. Ben dünden razı. Böreği ısırdım ve trafik kazası nedeniyle parçalanmış dişime ceket dedikleri teknikte bir diş takmışlardı. O düştü ve ertesi günü çekim var, yenisini yetiştirmeye olanak yok. Alın bir moral bozukluğu daha. Yemek faslı bitti. Arkadaş aynayı ve mikrofonu hazırladı. “Haydi yazını getir okumaya başla,” dedi. Günlerdir hazırlanmış önce sanırım en az 15 - 20 sayfa sonra özet yaparak üç sayfaya düşürdüğüm yazımı almak için çantama gittiğimde metnin olmadığını gördüm. Çünkü hafta sonları spor giyiniyor ve bellik kullanıyordum. Hafta içi kıyafetlerime uygun ve kitaplarımı vs. şeyleri taşımama yardımcı olacak büyüklükteki çantamda kalmıştı notlarım. Arkadaşım “konuş” diyor, ama her şeyi unutmuştum. Tek kelime dahi konuşamadım. Kan ter içinde kaldım. Eve gelip duş aldım ve hayatımda ilk defa lenslerimi gözümde unuttum. Aklıma geldiğinde çıkartmaya çalıştım ama sanki göz bebeklerime yapışmışlardı. Çıkmak nedir bilmiyorlardı. Gözlerim kan çanağına dönmüştü. Eyvah kör kalacağım diye kıvranmıştım uzun süre. Ertesi gün, televizyon binasındaki merdivenlerden düşe kalka indim. Ve çekim hep düşen dişimin tarafından yapılmıştı. Üstelik o sabah çok yetenekli dansçı bir öğrencim de gelmemişti. Onu epey umutla beklemiştim. Ne çok canım sıkılmıştı.

Gelelim Eskişehir olayına: Önce trafik kazalı meşhur dişim yine düştü. Anlaşıldı önemli toplantıları bekliyor. Artık o hale geldi ki üniversitemizdeki küçük hastanede yapamaz oldular. Ben de bu Eskişehir bana çok pahalıya gelecek diye diye yaptırdım. Çok tedbirli bir insanım. Migrenim nedeniyle sürekli kullandığım ilacım var. Bu nedenle idareye yedek sevk kağıdı imzalatır, hem onları sürekli rahatsız etmemek adına hem de aradığımda bulamazsam diye tedbir olması bakımından hep yedek sevk kağıtlarım bulunur. O gece kolay kolay çıkmayan ki sanırım hayatım boyunca bu ikincisi yada üçüncüsü oldu. İkincisi geçirdiğim bir trafik kazası sonrası olmuştu. Birincisini pek anımsamıyorum. Evet üçüncüsü de Eskişehir’e gitmeye bir gece kala ansızın oldu. Yani gözümde arpacık çıktı. Nasıl panik yaptım. Moralim alt üst oldu. Ertesi gün, evden Harem’e gidecektim. Ama erkenden uyanıp servisle fakülteye gitmek zorunda kaldım. Bir de baktım ki hiç sevk kağıdım kalmamış. Dehşete kapıldım. Saat erken, dekanlıkta kimse yok, mahvoldum. Kıvranıyorum, ne yapacağım, derken sekreter geldi. Hemen yedekleri de dahil sevk kağıtlarımı alarak göz doktoruna gittim. Sıcak su ile pansuman önerdi. Eskişehir yolu bin bir rica ile, çünkü her söylediğimde çay vakti değil, sıcak su yok diyen muavine rağmen pansumanla geçti. O gece farklı bir kitleye hitap edeceğim diye heyecandan migrenim tuttu. Eşyalarımı yerleştirirken kan ter içinde kalmıştım. Artık midem iyice bulanmaya başlamıştı. Doğrusu kötü bir gece geçirdim. Daha önce seminerler vermiştim ama genelde öğrenci kesimiydi. Nasıl başlayacaktım? Ya hiç konuşmasalardı. Çünkü her gittiğim konferans vs. sonunda soru-yanıt kısmında ilk soru sorulamaz. Sorulunca gerisi gelir, ama ilk sorunun çıkması zordur Bu nedenle ilke takıldım durdum. Ve geceyi kendime zehir ettim diyebilirim.

Ertesi sabah çok sevdiğim meyvesi de dahil odamda harika bir kahvaltı yaptım. Arkasından Ali Beyle görüştük. Dramada yaratıcılık Ankara dan gelen arkadaşın konusuydu. Kendisi yaratıcılığı bilimsel bağlamda anlatacaktı. Ben de ders uygulamamı anlatacaktım. Yönetici ile birlikte 4 kişiydik. Sempozyumun yapıldığı yer kaldığım otelin yanındaydı. Başlamadan önce görevlilerle tanıştık onlardan saydamlarımı göstermek için bir makine rica ettim. Ali Bey, “CD de değil mi,” diye sordu. Yetiştirememiştim. Daha doğrusu tarayıcım için saydamların tek tek çerçevelerini çıkartmak ve tekrar takmak zorundayım. Bu vakit kaybettiriyor. Bir de ilk defa saydamlarımın kopyalarını yaptırdım. Çünkü seminer saydamlarını tüm ders konularımın içinden özenerek seçmiştim. Bu da ders saydamlarının sırasını alt üst etmişti. Bir oraya, bir buraya çok sinirlerime dokunur olunca, “sinirin gideceğine paran gitsin”, deyip seminerler için ki devam edecek görünüyordu saydamları kopya yaptırıp bir köşeye koyarak en sonunda sinirlerime bayram ettirmek aklıma gelmişti. Tabii burada aldığımız maaşın da etken olduğunu unutmamak gerekir. Baştan itibaren sempozyumu takip ettim. Çünkü aynı şeyleri yinelemek şık olmuyor. Sürekli böyle toplantılara giden biri olarak bu konuda deneyimliyim. İzleyicinin nabzını tutmak, dikkatini dağıtmamak, sıkmamak çok önemli.

Sıra bize geldi. Günün en son konuşmacısıydım. Tabii bu şanssızlık. Ama…
Önce Ali Bey yaratıcılığı çok güzel anlattı. Ses hakimiyeti vardı. İşim kolaylaştı. Sonra “drama ve yaratıcılık” anlatıldı. Ve sıra bana geldi. Heyecanım bitmemişti. Koca bir dosya hazırlığım vardı. Ama çok küçük notlar aldım. Fazla konuşmayıp uygulamaya geçeçektim. Benden önceki arkadaş konuşmasının sonunda herkes arkasına baksın demişti. Bu salonda hareket yaşattı. Yani uyandılar. Ben de ufak bir anımı anlattım. Hakikaten yine birkaç yıl önce “Güzel Sanatlar Liseleri Yönetmeliği” ile ilgili bir bildiri sunmuş, heyecanlanıp sesimin tonunu gittikçe yükseltmiş, bu nedenle arada arkadaşlardan özür dilemiştim. Biri “üzülmeyin, bu sayede uyandık” demişti. Dersi çok kısaca özetledikten sonra, öğrencilerimden kısa alıntılar yaptım. bu arada heyecanım doruğa doğru tırmanıyordu var gücüyle. Sıra saydamlara geldi. Kendimi bir gece önce boşuna yiyip bitirmişim. Salondakiler harika, her şey akıyor güzelce. Ama zaman da akıyordu bu arada. Nitekim herkese 20 dakika, bana 40 dakika. Daha saydamların yarısına bile gelmemiştik. Haklı olarak başkan zamanı anımsattı. Ben de panellerde çok uzatanlara kızardım. Gerçi salondan “devam” sesleri geldi ama kesmek gerekiyordu gerçekten. Onlardan zaman nedeniyle önce özür diledim ve her zaman ki gibi katkılarından dolayı da teşekkür ederek konuşmama son verdim. Daha doğrusu salondakilerin fikir üretmeleri için yaptığım organizasyon yönetimine noktayı koydum. Alkışlar, alkışlar…Ve bir anda sahne doldu. Aklımda kalanlar; Eskişehir Anadolu Güzel Sanatlar Lisesinden, onlara da gelmem için önerigeldi. Yanıtım olumlu oldu tabii. Bir de çok önemsediğim ve gerçekten çağrıldığımda gideceğim bir şey daha oldu. Bir ilköğretim okulu müdürü yanıma geldi, kendini tanıttıktan sonra onların okuluna da gelmemi önerdi. Kabul ettim. Bir aradan sonra ödül törenine geçildi. Başvuran okullardan birine KalDer tarafından “Eğitimde Kalite” ödülü verildi. İşte burada dikkatimi çeken bir şey oldu. Tüm katılımcıların müdürleri sahnedeydi. Bana öneri getiren ise, ödül alan değil de ödül alamayandı. Bu beni yıllar öncesine getirdi bir an. Tabii burayla özleştirerek anlatmıyorum anımsadığım için geçemiyeceğim. “Maaşla ödül” diye bir şey çıkmıştı. O zaman, edebiyat öğretmeni bir arkadaş öğretmenler kurulunda beni önermişti ve tüm öğretmen arkadaşlar da kabul etmişti. Ama, daha sonra müdürlüğü elinden alınarak sürülen o zamanın müdürü ile yakalık yapmanın dışındaydı ilişkilerim hatta onun kişiliğinden kaynaklanan nedenlerle iyi değildi de ve o ödülü bu yüzden alamamıştım. Önerilmeme ve çalışkanlığıma karşın. Bu nedenle ödülü almadığı halde eğitimde yaratıcılığa değer veren bu müdür özellikli olmalıydı. Benim gözümde de büyüdü doğrusu. Hani denir, “iki elim kanda olsa yaparım”. Sempozyum binasından ayrılırken bir hanım yaklaştı. Meslek lisesi müdürü olduğunu ve benden nasıl yararlanacaklarını sordu. Ona sitemin adresini verdim. Sitemin olması çok işime yarıyor. Sanırım başkalarının da. Nitekim bize-panele sıra gelmeden başkanın özgeçmişimizi istediğini söylediler. Önce panik yaptım. Çünkü yanımda özgeçmişim yoktu. Ama birden aydınlandım. Çünkü sitem olduğunu anımsayıp görevlilerden rica ettim. Sağolsunlar onlar da zamanında çıkış alıp verdiler. Öyle çok mutlu oldum ki. Bir de bir hanım yanıma yaklaştı sempozyum binasının kapısında. Meğer bir şirkettenmiş. Şirkete de gelip seminer verip veremeyeceğimi sordu. "Masraflarımı görürseniz gelirim tabii," dedim. Yine bir başka hanım, “şirketimiz sizden nasıl yararlanır?” Diye sordu…Ve “buraya tekrar gelirseniz mutlaka haberim olsun.” Dedi. Bir başka hanım, “göstermediğiniz saydamları çok merak ediyorum.” Dedi. Haklıydı. Gösterilemeyenlerde ilginçti. Ödül töreninde yanımda oturan bir bey tören başlamadan, “ancak bu kadar yaşamla ilişkilendirilerek anlatılır bir konu, sizi çok tebrik ediyorum.” Dedi.

O gece de neden bir gece önce bu kadar heyecanlandım da gecemi kendime zehir ettim diye kızarak, ama moralle ve daha bir kendime güvenle geçirdim. İlk defa Eskişehir Anadolu Üniversitesine geliyordum. Yerleşkeye girince “acaba öldüm de cennete mi düştüm” diye düşünmekten kendimi alamadım. Hele kaldığım sosyal tesisleri beş yıldızlı oteldi doğrusu. Çok memnun kalarak ayrıldım. Bir tek gezmeden döndüm ona yanıyorum.

Bir Eskişehir böyle heyecanla başlayıp, böyle heyecanla bitti. Ama yüreğimde bitmediği kesin… Başta beni oraya davet eden Sayın Ali ŞİMŞEK olmak üzere Eskişehir KalDer e ve ilgilenen tüm arkadaşlara ve de otel çalışanlarına çok çok teşekkürler. Ama müsaadenizle en büyük teşekkürü annemle babama ayırmak istiyorum. O güzel insanlara yürekten teşekkürler…

12 – 10 – 2004 / İSTANBUL

Tülay ÇELLEK
Yıldız Teknik Üniversitesi Sanat ve Tasarım Fakültesi




Tülay ÇELLEK








<< Geri Dön [Okunma: 3768 ]


[ Yukarı çık ]    



© Her hakkı saklıdır.