FOTOĞRAFIN YAZISI 1
“BABAM VE İÇİNDEKİ ÇOCUK”
Yıllar önce çektiğim sararmış, solmuş fotoğraflarım İstanbul karının eve bağlaması nedeniyle bir kere daha geçti elime. Her sefer bakıp bakıp anılarımı canlandırmalarına aldırmadan sessizce yerlerine koyardım. Ama bu sefer yerine değil çantama koydum. Aslında yerleri de değişmişti. Yıllarca naylon bir torbanın içinde, taşındığım her evime gelmişlerdi ardım sıra. Bir resim öğretmeni arkadaşım, “Tülay sana bunu hiç yakıştıramıyorum. Şunları artık bir albüme yerleştirsen iyi olur.” Derdi durmadan. Ben de ne zaman albüm almaya kalksam vazgeçer parasını kitaba verirdim. Fakat bu sefer nasıl olduysa albüm alıp tüm fotoğraflarımı yerleştirdim. Bunlar kalmıştı. Onlara ayrı albüm düşünürken, aldığım resimleri tarama aletim sayesinde bir mutlu şekilde her şeyi tararken, neden bunları da tarayıp bilgisayara yüklemeyeyim diye kendime sorduğum soru tabii ki olumlu bir yanıtla noktalandı. Tararken yeniden kadrajlama yaptım çoğunda. O dönemin fotoğrafları, çoğu farklı amaçla çekilmiş. Aslında kalabalık görünümlerinin altında biçim ve ton birleştirmesi yaptığınızda kalabalık olmaktan çıkıp lekesel bir hal alıyorlar. Neden yayınlanmasınlardı o halde? Gerçi şimdiki anlayışımla bu fotoğrafları çekmezdim ki çoğunu üzerinden boya ya da çini mürekkebiyle boyamak geldi içimden. Gerçi hala düşünüyorum. Nitekim İTÜ de yüksek lisans yaparken ekolin ile sonradan boyadığım fotoğraflarım beğeni almıştı, ama onları bulamadım… Bu solmuş fotoğrafları aslında çok zor koşullarda tap etmiştim. Gerçekten derbeder bir agrandizörle…Yıllarca her elime aldığımda anılarımı ve eleştirel bakışımı ayağa kaldıran fotoğraflarımı sanatsal sorunlarıyla başbaşa bırakarak tekrar yerlerine koyarken susturmuştum yüreğimde her şeyi; anıları, düşündürdüklerini, çağrıştırdıklarını. Fakat bilgisayarında hayatıma girmesiyle suskunluk bitiyor yavaş yavaş.
Akşamdan beri babamın fotoğrafı üzerinde düşünüyorum. Aslında her elime aldığımda aşağı yukarı aynı şeyleri anımsamış ve düşünüp durmuştum. Bu tarzda ve seride 4-5 fotoğraf daha vardı. Komşumun eşini demir döküm atölyesinde çekmiştim. O zaman elimde Cengiz Karlıova beyden aldığım 2. el canon vardı ve salt 28lik bir objektife sahiptim, yani geniş açı. Şimdi elimde yine aynı fotoğraf makinesi var ama objektifi normal olanla değiştirdim. Geniş açıyla çektiğim atölye içi fotoğrafları hep kalabalık bulmuştum. Her baktığımda da daha secici, eleyici olabilirdim demiştim. Öğrenci yapsa eleştirirdim deyip durduğum fotoğraflar, geniş açıyla istediğim sadeliğe ulaşamamışlardı. Bir de kullanılan fotoğraf kağıdı ve sanırım banyosu sertliklere neden olmuştu sanki, görsel olarak. O fotoğrafları herhalde onlara hediye ettim. Elimde o seriden salt babamın fotoğrafı kalmış. Her bakışta ne çok sert bir fotoğraf diye arkalara koyardım. Dediğim gibi öncelikle tekniksel nedenlerle sert geliyordu bana. Yoksa babam zaten çok nadir gülümserdi. Ama arada sırada gülümsediğinde ise işte o zaman, o gülümseme, yüz hatlarını öylesine değiştirir , öylesine güzelleştirir ve muazzam bir sıcaklık oturturdu ki. Bir anda dünyanın en sevecen insanı olurdu. İçindeki çocuk oynamaya çıkardı yüzüne. Bu fotoğrafı gördükçe hep neden bu anını yakalayamadım, diye hayıflanırdım. Belki bu nedenle sürekli bu fotoğrafı geriye atar olmuştum. Ama belki yayınlanır diye tekrar elime alıp baktığımda arkasındaki çocuk beni çok ilgilendirdi. Ve eğer isim koymam gerekiyorsa bu fotoğrafa şunu koyardım. “Babam ve İçindeki Çocuk”. Evet arkasındaki değil, içindeki çocuk olurdu kesinlikle. O gülümsediğinde hissettiğim buydu bir anlamda. Sanatsal bağlamda bakıldığında ise, bana daha çok uyan bir fotoğraf, diğer fotoğraflarıma göre. Çünkü eleman az. Lekesel durumu fena değil. Sade, çelişkiler iyi vurgulanmış. Zıtlık tavrı önceliğimdir. Bu fotoğrafta sanki zıtların birliği sunulmuş. Hatta bir öykü bile yazılabilir. Yaşam üzerine… Siyah-beyaz adına…
Bu fotoğrafın kod adı: fo6…
Çekim yeri: Güngören-İstanbul…
Yılı: Sanırım 26 yılı dolmuştur…
19-02-2004/ İSTANBUL
Tülay ÇELLEK
FOTOĞRAFIN YAZISI 2
“GERZE DENİZ ŞENLİKLERİ”
Aşkın baharı vardır yüreklerde… Gerze’nin baharı da, aşkı da her yıl temmuz ayında yapılan deniz şenlikleridir. Nüfusu bile artar. Gerçi son yıllarda enflasyon nedeniyle bu artış azaldı. Belki bir nebze de coşkusunu yitirdi. Hani bizim çocukluğumuzda yaşadığımız bayram sevincinin, bu nedenle alınan yeni giysilerin mutluluğunun artık bu yaşa taşınmaması gibi…
Şenlik ve örtüşen kalabalık, fotoğrafın konusu olmuş. Kalabalık, hemen bakınca fazla gibi geliyor ama eleştirel bakışın anlamını lekeye dönüştürdüğünüzde, birbirine benzer şekil ve tonlar, sizde bıraktığı izler bağlamında kompozisyonu derleyip topluyor. Hem de derinliğine götürebiliyor.
Fotoğrafın kod adı: fo1
Aslında yağlı direk yarışması. Uçundaki bayrağa ve sonunda verilen ödüle ulaşmak öylesine uğraş gerektiriyor ki. Hem yapanların, hem de izleyenlerin yüreklerini hoplatıyor. Çığlıklar yükseliyor gökyüzüne bulutları delercesine… Bir düşme daha böyle noktalanıyor hedefe varmadan. Ama sonunda biri ulaşıyor bayrağa-hedefe, yağı gelenden gidenden hafiflemiş direkte. Artık burada çığlıklar morunda ötesine geçiyor bir çizgi şeklinde.
İnsan topluluğunu koyu bir leke, kayıkları gri ve açık bir leke, direği iki lekeyi birbirine bağlayan çizgi ve üzerindekileri de diğer iki büyük lekeye göre denge oluşturmuş küçük leke olarak görebiliriz. Ve denizin gri lekesi… Deniz, rahatlık duygusu yaşatan…Her iki uçta da sonsuzluk ya da perspektifsel bir taraf var… İnsanların bulunduğu yön ve kayıkların gittikçe açılan yönüne baktığınızda bu yaşanıyor bedende ya da ruhta diyelim. Gerçi bu fotoğrafımın kadrajında oynama yaptım. Küçülttüm. Gerçekten çok eskiye dayanan bu fotoğraflarda lekeler vardı. Gerçi bir kısmı sonradan temizlenmeye çalışıldı. Bunu yapan Sayın Çağlar Nar’a teşekkür ediyorum.
Kod adı: fo2
Bu da küçültülen fotoğraflardan. Aslında kayıkların bize yakın tarafı daha genişleyerek bitiyordu kayık lekeleriyle. Bu fotoğrafta hemen zıtlık ön plana çıkıyor. Bizden doğru giden kayıklar ve onu, tam zıt yönde kesen Gerze’nin görüntüsü. Kayıktaki insanların başları nokta gibi değil mi? Ve yine kayıkların yanından geçen üzerinde aralıklı noktalar taşıyan ip, çizgi görevi görüyor adeta yaşamdan alınıp fotoğrafta sergilenmeye niyet edildiğinde… Kayıkların yönlerinin farklı oluşu ritmsel bir tavır ve zıtlıksal bir görüntü veriyor. Hareket kazandırıyor fotoğrafa.. Ve deniz… Ve gökyüzü… Ferahlatan… üstündekileri derleyip toplayan. Ağaçların koyu lekesi sizi içine çeken…Şiir mi yazmak gerekir izlerken, ya da çekip gitmek mi? Bazen kayıkların içinde ben de olurdum. Bazen de izleyen konumunda… Ama her ikisinde de deniz sevgim bir başka sonsuzlaşır içimde…
Kod adı: fo3
Küçülttüğüm fotoğraflardan biri daha. Gerze’nin silueti gitmiş gibi bu arada. Aslında biraz içerde kalsa iyi olurmuş. Uzantısı başka bir hareket kazandırıyor çünkü… Oradakilerden yabancı ama bir anlamda tamamlayıcı yinede. Kayıkların dikey ve yatay yönleri gittikçe açılan tonları, içinde taşıdıklarının farklı biçimleri dikkat çekici… Ama merkez, odak noktası şamyerde yüzen çocuk-genç…Ya da yüzen yalnızlık diyelim. Denizin ortasında, arkasında bıraktığı herkes umurunda bile değil…Elini uzattığı yer deniz mi, yoksa düşlenen sevgili mi? Belki de etrafında oluşturduğu şamyere paralel dalgacıklar arasında hiç yalnız değil, kayıklara tıklım tıklım dolmuş insanlarının önünde…Kimbilir?
Kod adı: fo4
Yine sağı solu kesilmiş bir fotoğraf. Ama tarafımdan yapıldı. Yoksa başkası yapsa asla kabul etmem. Çünkü bu benim tasarrufum. Açı yapmış iki kalabalık görüntü. Aslında üç leke, giden ve dönen çizgiye benzeyen insan kalabalığı sıra sıra, diğeri de deniz. Ve içindeki belli belirsiz bir iki küçük parça, büyük parçaların yanında gerekli olan…Arkada dağın grisi, bizden ıraklığını kağıda bu tonda geçiren. Fotoğrafa bakarken bir zıtlık olmalıydı dedim, herkes aynı tarafa bakıyor çünkü. Ama dikkatlice bakılınca bize dönük bir yüz var. Fakat portre lekesi fazlaca koyu, daha açık olsaydı odak noktası olmaya yaklaşırdı o zaman. Her yeniden baktığımda iskelenin beyaz çizgisi, yaşamları bölen çizgiler gibi vurgulu görünüyor gözüme…Ya da alttakiler, üstekiler… Bakanlar, yüzenler…
Bütün bu kalabalık, denizde olan başka yaşamları izliyor, kendisininkini belirli bir süre kenara bırakarak. Akşam eve gidince eline, içine alacaktır mutlaka. Şimdi eğlencesinde…
Kod adı: fo5
Bir ayrıntı… Yağlı direk yarışmasından. Bunun da sağını solunu kesmişim. Asılları yanımda. Çıkartıp çıkartıp bakıyorum. Birden romanları yazanlar geldi aklıma. Kurguladıkları karakterlerin asılları kendilerinde. Bize sundukları ise bir parçası.
Fotoğrafta oluşmuş bir üçgen. Neleri anımsatıyor? Yaşam üçgenini, saçağını, Bermuda şeytan üçgenini, buluşturmayı…Bunları çoğaltabiliriz. Yağlı direk karayla denizi, insanlarla kayıkları buluşturmuş ucunda. Denize düşen gölge… Salt gölgeleri çekenleri anımsatıyor. Bakışlar, kafalar, hareket sağlıyor fotoğrafa. Aslında bunu çekerken heyecanlanmıştım. Fotoğraf bir anı yakalamak. Bu anın doğru olması önemli. Direğe tırmanışta başka görüntüler de olabilirdi. Bu görüntüyü yakalamak için acele etme heyecanı. Çünkü biraz sonra denize düşecekler. Ayrıca bunun da insanda bıraktığı heyecan, fotoğraf çekme heyecanından öte… Hani savaş fotoğrafçılarının ya da basın muhabirlerinin yaşadıkları zaman zaman… Fotoğraf mı çeksin, kurtarsın mı? Gerçi burada doğrudan böyle bir olay yok ama yaşananlar ister istemez başka bir benzerliği çağrıştırıyor, anımsatıyor yaşam kesitlerini…Küçük - büyük, yatay - dikey, açık - koyu dengesi… Ayrıntıya bakıldığında görülenler, öykünün dışında fotoğrafın, kompozisyonun yaşamında olması gerekenler…
Yıl : Anımsamıyorum… Bunların da vardır bir 25-26-27 yılları
Yer: Gerze
Tarih, ay olarak: Temmuz sıcağı
Kod adları: Çoktan sicillerine geçti, yukarıda verildi.
19-02-2004 / İSTANBUL
Tülay ÇELLEK
FOTOĞRAFIN YAZISI 3
"İÇİMDEKİ PENCERE ANNEM"
Tüm oturduğu yerler pencere kenarıydı canım pencerem annem. Eğer oturduysa tabii, çalışkan annem. Ya üşüyen ellerini koltuğunun altına alır ya da bitiremeden gittiği danteli örer durur. Hani bizim bilgisayarın tuşlarına tek tek basmamız ve yazarak anlamlar üretmemiz gibi ince ince dokurdu dantelini. Arkasında büyük bir boşluk oluşturarak, yüreğimize sevginin, ahlakın, sorumluluğun, güzelliğin, iyiliğin penceresini yerleşik bırakarak çiçek olmaya gidene kadar ördü durdu dantelini sessizce pencere kenarında…
Beyazı hep sevdi. Fotoğrafta pencereden süzülen ışığın beyazı gibi… Ama sanırım çok duygusal olduğundandır hep karamsarlıkları yaşadı fotoğraftaki siyah alanlar gibi… Belki de hayatındaki tek gri halının grisiydi ya da fotoğraf siyah-beyaz olduğu içini arkasındaki mavi duvarın grisiydi. Çünkü en sevdiği renk maviydi, gözleri gibi yeşildi ve saflığını anlatan beyazdı. Karamsarlık duygusunu sık sık yaşamasına karşın asla karamsarlığın rengi olarak bilinen siyahı sevmezdi. Belki de kötümser olmadığı için. Fakat doğu insanının özelliklerini de yansıtırdı, “bana acıklı hikayeler getir kızım” derken. Çünkü ona özel günlerde kitap hediye ederdim ve o okumayı çok severdi. Ormanın ferahlığını çağrıştıran yeşil gözlerine baktığınızda, derinlerinde bir hüzün sezerdiniz çoğu kez. Belki bir köyün sahibi olan, tütün tüccarı babasının ikinci dünya savaşı nedeniyle iflas etmesini, çocukluğunun en güzel döneminde yaşadığı için. Belki de bizler küçükken Gerze yangınında göklere kadar çıkan alevlerde tüm eşyalarının yanıp kül olduğunu gördüğü için. Kim bilir? Uzun uzun anlatmadıkları ruhunun derinliklerine itilmişti, tıpkı gözlerine derince batığınızda hissettiğiniz gibi…
Fotoğraftaki halının desenlerini andırırcasına, ev işlerinden arta kalan zamanda oturduğu pencere kenarında dantel ördü yaşamı boyunca suskunca. Yazılabilse keşke deryalar gibi o dantele bir öykü, bir şiir. Şimdi dantel kutusunun içinde bitmeyen dantelini saklıyorum ve keşke dantel örerken fotoğrafını çekseydim diyorum.
Kod adı: fo7
Yıl : Vardır bir 25 yılı
Yer : İstanbul’daki ilk evim
Tarih : Bahar
DANTEL
Toplanırken
annemin dantelleri geçti elime
birden ilişkimiz
dantel dantel döküldü önüme.
Ne kadar güzel örmüş,
orman ferahlığını yaşatan
güzelim yeşil gözleri gibi.
Bir bir kokladım
kokusunu duymak için.
Onları ruhuma sereceğim,
yaşamıma dantel güzelliği versinler diye.
Balkonumda diktiği çiçekler de
pembe pembe açacaklar
düşlerime renk verecekler
Annemin kendi yoktu ama,
bitmeyen danteli
elimde yarım duruyordu…
Tülay ÇELLEK
ANNEM ANNEM MELEK ANNEM
Melek annem
Seni özlüyorum.
Bana umutsun
Bana sevgi
Bana çiçeksin.
Bana su
Bana güneşsin.
Melek annem
Sen benim
Yaşamımsın
Güzelliğim
İyiliğim
Her şeyimsin…
Tülay ÇELLEK
ANNEME
Annemden sonra,
Hep gözlerim dolarak
geceleri yalnızlık hissetmeye başladım.
Bazen de toplulukta yaşarım yalnızlığı.
“Koptun yine” derler.
Bilseler ki nerelere uçtum?
Ne sevdalara
ne çiçeklere kondum?
Ne kokular yaydım dünyaya mis gibi,
Annemin güzelim kokusu gibi…
Tülay ÇELLEK
FOTOĞRAFIN YAZISI 4
"EVİM VE GİZEMİM"
Nereden başlasam? Sevdiklerim, özelliklerim yan yana, alt alta, iç içe…
Zıtlık… İnanılmaz bir şekilde beni biçimlemiş. Yapım zıtlıkla anlatılabilir, yaptıklarım da…Zıtlar birliğinden yola çıkarak…
Zaman… Ne çok bağımlısı olduğum. Gece, gündüz, yaz, kış… Denizde, mutfakta, yolda…
Kitap… Ne çok yaşantıma serilmiş. Bu konuda panik yaşıyorum adeta. Okunacak o kadar kitap var ki. Hepsini okumaya vaktim yetmeyecek endişesi sömürür çoğu kez ruhumu. 6 satır mı yazacağım, en az 6 kitap okumalıyım. Ayrıca eski okuduklarıma tekrar bakmalıyım. Her yıl, her gün ne yapacağımı yazdığım ajandamda kitap listelerim uzar gider. Çoğunu alamamışımdır. Aldıklarımınsa üzerlerini çizmişim. Anımsıyorum sevinçle yapardım bu işi. Bir öğrencime, “yaratıcılık” konusundaki sınav kağıtlarında önemsediklerimin, ilginç bulduklarımın altlarını çizdiğimi söylemiştim. Mutlu olmuştu, diğer hocaları gibi üstlerini çizmediğim için. Çizgiler ne çok anlam taşıyor yaşantımızda. Alta çizilenlerle, üste çizilenler ne çok fark ediyor varlığımızda mutluluk ya da mutsuzluk adına. Öğretmenliğim ilk yıllarında kitaba düşkünlüğüm nedeniyle yanıma getirilen kitap pazarlamacısından aldığın 10 cilt kitabı ağırlayan, odamın zemininde bir köşesi olmuştu. Sonra yıllardır kitaplarımın ağırlığından eğilip bükülen her gelen misafirimin de dikkatini çektiği için uyarıldığım kitaplığımda zevkle yerlerini almışlardı. Bu kadar olur şimdi bunu yazarken bir öğrenci geldi. Bir derginin mayıs sayısını arıyor ve bulamıyorlarmış. İşin fenası bu dergiden sınavda sorumluymuş. Dergi bende vardı ve çok sevinerek gitti. İşte o kitaplık yıllarca kahrımı çekmişti ve benimle birlikte bir iki ev de görmüştü. Kapalı tarafın kapaklarını sökmüştüm. Katları yetersizdi üst üste dizilen kitapların altlarından aldıklarım zorlardı beni. Ve bir gün o an geldi çattı. Dayanamadı kitapların ağırlığına bacakları, dışa doğru açıldı ve bir daha da kalkamadı. Arkadaşlarımın dilinden kurtulmuştu. Ama olan bana olmuştu. Kitaplıkları dolaştım bunu almadan önce ki bu zaten kanepemin uzantısıydı, yine epey kitaplık almak için dolaşmış parası çok gelince ona vereceğim parayı kitaba veririm diye durmadan vazgeçmiştim. Bu sefer de öyle oldu uzun zaman. Sonra ucuz olur diye Gerze’de yaptırmaya kalktık. Ama İstanbul’a taşıma sorunu çıktı. Otobüsün bagajına sığmadı. Sonra İstanbul’dan aldım. Daha geniş ve katlı olandan. Kitaplarım ve ben bir süre rahatladık. Şimdi mi? Sormayın yine tıklım tıklım. Hem Fakültedeki hem evimdeki. Halbuki alacağım o çok kadar kitap var ki…
Saatim, sabahları uyandırma vazifeli. Evimin kitaplar kadar değerli eşyası, can yoldaşım. Kolumda, duvarımda ve masamda…
Sıra geldi akrilik boyanın rahatlığıyla bir heves yaptığım resimlere. O tuvallerde babamın emeği yatar çerçevesini çakan komşumuzdan sonra. Bezleri birlikte germiş, çivilerini sevgili babam çakmıştı. En büyük zenginliği ailesi olan babam. Onu çok özlüyorum, pencerem annem gibi, yaşantımın danteli dostlarım. Beni hiç aldatmayan, hayal kırıklığına uğratmayan can dostlarım. O gördüğünüz sert dikdörtgenlerin altında yumuşacık çizilmiş portreler var. Hem kullanılan çizgileri ve lekeleri yumuşak hem de yüzlerindeki ifadeler yumuşacık, masum. Ama o yufka yüreklilik sertliklerle örtülmüş. Belki de hüznü görülmesin diye. Kırıldığımda içime kaçarım. Ve derler ki yine duvar ördün. Çoktan örülen duvarları yükseltmekle meşgulken. İşte sonra yok edilen bir seri resimler böyle çıktı bir yoğunlukla…Görenler altındakileri çoğu kez fark etmediler bile. Esas gerçeği. Yoğun duygulanımlarımı. O sertliklerin altına gizli kaldı hep. Bir ben bildim, bir de derinliklerime girmesini hayal ettiklerim…Ya arkadaki gökyüzü, sonsuzluk, mavi… Bir dünyam da o. Beni sarmalayan, uçuran, büyülten, rahatlatan…
Fotoğrafın kompozisyonu… 4 parçadan oluşan. Saatin yuvarlaklığı kitapların dikey sertliğine zıtlık oluşturmuş. Aslında evimin badanası çok sevdiğim açık mavi ama burada sararmış solmuş. Kitapların yataylığı, dikeyliği, tablolardaki yataylık dikeyliğe koşut adeta, yaşamdaki gibi. Kütüphane ve kitapların oluşturduğu büyük leke, yapıtın o tarafına ağırlık vermiş. İyi ki tablolardan biri diğer tarafa tam yanaşmış. Aslında bunu da kestim yine… Kesilen bir sürü hüzün, bir yığın mutluluk gibi…
Kod adı: fo35
Yılı: Vardır bir 22 - 23 yılı
Mevsim: Bahar olsa gerek
Çekim yeri: İstanbul
|