Yıllar önce gravür ve litografilerime cini mürekkebi ile müdahale etmiştim. Hem ton, hem biçim olarak. İtiraz edilmişti. Gerekçe de şuydu “ bu gravür baskı, bu tekniğin üzerine başka teknik-tarzla müdahale etmek cinayettir, gravüre hakarettir” diye. Kendi gravürüme ki daha sonraları çektiğim fotoğraflara da ekolin boyayla müdahale ederek değişime uğratmıştım. Neden fotoğrafa hakaret olsun ki? Birisinin beyni salt bir malzemeyle sınırlıdır, diğerinin beyninde, yapısında, yetisinde farklı malzemeler vardır. Ama bende özellikle elimi değdirme, elle müdahale etme istemi önceliktir. Makine ve aletlerin soğuk sınırlı ve aracı tavrına karşılık doğrudan iletişim, dokunum çok daha birincil, sıcak bir olay benim için. Resim yaparken bile bir yerde fırçayı bırakıp ellerimle yapardım ve ellerimle yaptığım yerlerde derinlik, farklılık çok daha iyi olurdu. ( Bana göre )
Sanat akımlarının adlandırılmasına sanat tarihinin kolay anlaşılması, algılanması da sebep olmuştur. Ama adlandırılan resimler birbiriyle yüzde yüzlük bir ayrım içinde değillerdir. Bir teknik bulunur. Kendine özgü özelliği vardır. Ama farklı teknikler bir arada kullanıldığında da bir başka farklılık ortaya çıkar. Eğer insan yapmak istedikleri için farklı teknik kullanacaksa varsın kullansın. Sınırlamamak, özgürlük sanatın özünde vardır. Kişiliğiniz de buna yatkınsa başarılı olursunuz. Bunun için şu teknikte çalışıyor veya çekiyor demek için eleştiri yapmak gerekmez.
Eğer kültürel doygunluğa sahipseniz fotoğrafı siz çekersiniz, siz yaparsınız. Eğer böyle bir birikim söz konusu değilse fotoğraf makineniz çekim yapar. Siz de sonra bol bol çektiklerinizden seçim yaparsınız.
Giz…Merakı doğuran, sanatı doğuran… Bende kalmasını istediklerim paylaştıklarımda bile…Ve sanat, sanatçı alışılanların dışındadır. Yoksa sanat olmaz.
Yaratıcılık tanımlarından biri de; yaratıcılık yoktan var etmek değildir. Var olanları şimdiye kadar kimsenin düşünmediği biçimde yeniden ilişkilendirmektir. Farklı çözümdür. Değişik yoldur. Şahin KAYGUN’un “Eski Zaman Denizleri” böyle bir yaratımı çağrıştırıyor. Olanları, yapılanları olduğu gibi kabullenememekten gelen yeni bir sunum-yaratım tarzı. Önünüze konulanı olduğu gibi kabul etmek yerine aldıklarınızı kendinizden eklemlemelerle yeniden yaratmak. Onun malzemesiyle ve düşünce tarzıyla değil, kendimizin malzeme ve duyuş tarzıyla, kültürel birikimiyle yeniden yapmak, yapılandırmak, yaratmak ve sunmak…
Tercih edilen malzeme önemlidir. Çünkü bu kişiliğinizin, özelliklerinizin ve yaratı boyutunuzun, farklılığınızın göstergesidir. Ama bunlara hakim olmak, çok doğru kullanmak da önemlidir. Teknik bilgi ve deneyim, sonuçlar için önemlidir gerçekten. Tabii bu da yetmez. Yaratıcılığınızın boyutu, duyarlılığınız, sezginiz vb. şeyler de önemlidir. Kültürünüz, felsefeniz doğaya, dünyaya bakışınızı belirler. Bunlar da sanatsal yaratımlar için önemlidir. Kişisel değişiminiz, yaptıklarınızda da değişimi beraberinde getirir.
Şahin KAYGUN: Fotoğraf çekiliyor ama tatmin olunmuyor, yeterli bulunmuyor. Fotoğrafı çeken göz-beyin-ruhsal yapı makineden yardım almış ama bununla yetinilmiyor. Saptama - çekme, yapılmaya dönüştürülüyor. Yeniden üretmeye-yaratmaya çalışılıyor. iç içelik var burada. Kendi yapısı seçtiği ilk malzemeyle-teknikle noktayı koymasına izin vermiyor. Yeniden yeniden yapılıyor – inşa ediliyor, yeniden yaratılıyor her şey. Duyumsamalar, kültürel birikimle bir başka boyuta taşınıyor çoğu kez. Kapalı kompozisyonlarla değil açık kompozisyonlarla değişime her an açık yapıtlar ortaya konuyor ve size ulaşsın diye yapıtın kapısı açık bırakılıyor. Farklı dillerin sentezi çalışmalar, insanı düşündürüyor. Kullanılan renk biçimsel tavır kadar önemlidir. Ve hangi sanatçı yarattığının ölümsüzlük olduğunu bilmez.
Aynı konu, aynı teknikle bile olsa çok farklı sunulur dünyamıza yeniden. Biri belgesel yapar biri aynı konuya bir başka boyut kazandırarak sanatın derinliklerine salar. Çok tanınmış üç ressam aynı yere bakarak üç ayrı yağlıboya tablo yapmışlar. Çünkü aynı yere bakan üç ayrı gözdü. Duyumsayan, algılayan da farklı kişilerdi. İşte Şahin KAYGUN’ da herkesin kullanabildiği malzemelerle farklı yapıtlar ortaya koydu. Hem teknik olarak hem kompozisyon olarak vs… Konu çeşitlemeleri dikkatimi çekti. Sanatın tarihinden alıntıları var. Ama belli ki onları olduğu gibi kabullenemeyişleri onu buna itmiş
“Eski Zaman Denizleri” “……Ben bu öyküleri ortaya çıkarmak istedim. Onları bir müzenin soğuk salonlarında fotoğrafladım. Dolayısıyla ana mekanların nasıl olduğunu bilmiyorum. Ama onların bu soğuk mekanda olmamaları gerektiğini biliyorum. Bunlara, kendimce yakıştırdığım mekanlar oluşturmaya başladım…..” Şahin Kaygun
Bence Şahin KAYGUN’un şansı salt fotoğraf okuması değil, aynı zamanda Grafik okumasıdır da. Tabii bu iki alanı başarılı bir şekilde buluşturması en takdir edilecek noktadır. Fotoğraflarındaki grafik anlatım çok başarılı. Ve tam bir kişilik göstergesi. Bunu Sayın Orhan Cem ÇETİN’de de görürüm. Psikoloji okumuştur ve “Bilet” isimli gösterisi bence fotoğraf başarısı kadar, psikoloji bilgisinin de bu başarıya ciddi katkısı olmuştur. Ya da iki alan başarılı bir şekilde birleştirilmiş-buluşturulmuş diyelim. O gösteriden çok etkilenen biri olarak…
Tabii oluşturmak kadar oluşumlara bakmak da kültür gerektirir. Okumak, bakmak lazım her şeye, her yöne. Sanat eğitiminin amaçlarından biri de budur.
Şahin KAYGUN’un “Ölü Kuşlar” serisinde çevreye duyarlılık olağanüstü grafik anlatım tadıyla sunulmuş bizlere. “Boyamalar” da zıtlar birliği öne çıkmış. Grafik anlatımdaki sertlik boyamalarla yumuşatılmış adeta. Ve burada beni çeken gizem…Serilenlerde aynı zamanda bir saklanma var. “Paloridler”, zaman zaman Van GOGH’un dokusallığını, ritmini çağrıştırıyor. Yıllar önce AKM de açılan sergisine gitmiştim. Hala unutamadıklarım arasındadır. “Sanat İnsanlarımız” da olağanüstü siyah-beyaz lekelerin tadı damağınızda kalıyor. KAYGUN’ un kültürü, sanat anlayışı, ışığı iyi tanıması ve beraberinde gelen gölgeye önem vermesi, belgeselin ötesine gitmesine ve sanatsal bağlamda bizlere ulaşmasına neden olmuş. Ve fotoğraf durağanlığında kalamamış. Özellikle “Boyamalar” ında hareket var. Bu da sinemada devam eder. Kağıdın zamansızlığına sığamadı besbelli.
İçi içine sığmayan KAYGUN, kullandığı malzemelerin olanaklarını zorlayan, değiştiren ve asla başladığı noktada kalamayan bir kişilik olarak çıkıyor her çalışmasında karşımıza. Sadelikle, leke ile, ritmle, zıtlıkla ve bunların oluşturduğu denge ile…Ne yaparsa yapsın hangi malzemeyi birleştirirse birleştirsin, hangi tekniği kullanırsa kullansın o tüm çalışmalarına Şahin KAYGUN kişiliğini yansıtmıştır. Sanatı, sanatçıyı bir disiplinin içinde sınırlamak gerekir mi? Ayrıca gerek var mı? Şahin KAYGUN kendi sınırlarını zorlarken, başkalarının sınırlamalarını da zorlamıştır. İnsanlara bildiklerinin, benimsediklerinin dışında şeyler göstermiştir. İşte sanatçı çağına damgasını böyle vurur. Hele amacını biliyorsa…
Gelelim anılara; kendisiyle İ. A. Güzel Sanatlar Lisesinde Resim Bölümü Müdür yardımcılığı yaparken tanıştım. Çünkü Kızı Burçak KAYGUN bu lisede okudu. Lisenin kütüphanesine kitabını hediye etti. Odamda yaşadığım en güzel anılardan biridir. Bir günde ki aslında okulun eksiği çoktu ama talep kendinden geldi daha doğrusu almış geldi. Bir sürü masa sehpası. En güzel katkılarından biri oldu. Bir de yine kendi düşünerek ki bu biraz beni şaşırtmıştı, odamda muzipçe gülerek, “liseye temizlik malzemeleri getirdim”. Demişti. Baktık ki temizlik için deterjan vs nin dışında kova, saplı süpürge gibi şeyler de getirmişti… Kendimi tutamadan gülümsediğimi bu gün gibi anımsıyorum. Orada sanatçı velilerimizin çok katkılarını, desteklerini gördük. Maddi, manevi olarak. Biri de Sayın Bihrat MAVİTAN’dır. Desen dersine MSÜ den mezun arkadaşlar giriyordu. Ama her dersi desen yapmışlardı. Halbuki o yaş öğrencisinin farklı malzemeye dokunmaya, değişik teknikleri öğrenmeye yani hareketliliğe gereksinmeleri vardı. Orası lise çağıydı, üniversite değil. İşte Bihrat beyin deneyimi, yaklaşımı burada devreye girdi. O da Şahin KAYGUN gibi bakıyorduk ki, kil taşıyor okula arabasının arkasında. Nitekim o dönem çok yetenekli olan bir grup öğrencinin hepsi Heykel Bölümüne girmişlerdi. Bir de çok sevdiğim Burçak KAYGUN ile anılarım var. İnanılmaz derecede entelektüel bir öğrenciydi. Dersler daha geri plandaydı ilk zamanlar. Aynı dönemden bir öğrenci de tam tersi dersti yaşamı, dışarısı yoktu. İki uç örneği hiç unutamam. Daha sonra Burçak büyüdükçe dersle entelektüel yaşamı arasında bir denge kurdu. Bir gün bir filme gideceğini söylemişti. Onun da benim gibi sinemayla arası iyiydi. Ağzımdan çıkıverdi, “Burçak gitme, o film zaman kaybı” diye. Aslında bunu söylemekten de çok mutlu olmamıştım, tereddüdüm vardı ama bir kere ağzımdan çıkmıştı. Hiç unutmuyorum çok kararlı bir şekilde, “gideceğim” demişti. Sonra bir gün yanıma gelip “siz haklıymışsınız, film zaman kaybıymış hakikaten“ demişti. Ona kesinlikle “ben dememiş miydim” demedim. Ama şunu söyledim. “Bazen yaşamak gerekir”. Evet daha önceki sözleriminden, biraz da bu tereddütle, “neden söyledim ki” diye rahatsız olmuştum. Sonra, tabii yıllar sonra sevgili Burçak KAYGUN’a Bianellerde rastladım. Oraganizatör-yönetici olarak. Hatta dikkatimi çekmişti oldukça sıkı-disiplinli bir tavır içindeydi. Hala sergi ve konferanslarda rastlarım. İAGSL de özleyeceğim çok şey var. Özlemek çok güzel. Özlenecek şeylerinizin olması da…
19-08-2004 / İSTANBUL
Yıldız Teknik Üniversitesi
Sanat ve Tasarım Fakültesi Sanat Bölümü Öğretim Görevlisi
http://www.amatorceedebiyat.com/tulay/
tcellek@yildiz.edu.tr
|