Tülay Çellek
  Mavi bir günaydın yolluyorum sabahına
Yüreğimin sıcaklığını da gününe...
 Sending a blue ‘bonjour’ to your morning,
And the warmth of my heart to your day…
 Tülay ÇELLEK


Ana Sayfa
Yazılar
Şiirler
Poems
Söyleşiler
Tül'den Yansımalar
Resimler
Art
Fotoğraflar
Photograph
Karikatür / Çizimler
Cartoon / Drawings
Tasarım
Design
Tipleme
Character
Barış
Peace
Gerze
Ders Notları
Lesson Notes
Özgeçmiş
Autobiography/cv
Belgeler
Duyurular
Değiniler
İletişim
Contact

Yayın Tarihi: 9.8.2004  

<b>SIFIRIN SINAVI</b>


SIFIRIN SINAVI


SIFIRIN SINAVI



Yıllar önce bir psikolog-rehber öğretmenimiz Rehberlik servisine götürmüştü sınıfımızı bir dersinde. Orada söylenenleri hala unutamıyorum. “Bizim eğitim sistemimiz cezaya dayalıdır. Sizin okul yatılı ve en az ceza verilen bir okul olması gerekirken bu konuda en üst sırayı almış.”

Yapılan sınavlara bakalım. Bir yanlış bir doğruyu götürür. Bu bir yandan öğrencinin daha dikkatli davranması gerektiği için konmuştur. Ama diğer yandan esas yaptırımı cezadır. Ben de bu tür sınavlara girenlerdenim. Çok iyi anımsıyorum. Soruyu doğru bilmek kadar, bilemezsem, yanlış yanıtlarsam ceza alacağım, bir yanlış bir doğruyu götürecek diye strese girmemdi. Yani doğru yanıtlar üzerine durmak yerine, alacağım ceza üzerinde duruyordum çoğu kez. Bunun yarattığı stres, sınav stresinden de kötüdür. Sınav; başarı ölçmek, değerlendirme yapmak içindir. Ama o bile içinde cezayı taşıyor. Ondan sonrada bu çocukların adı haksız yere sıfırcıya çıkıyor. Bir de bunun psikolojisini düşününüz. Toplumun kendilerine nasıl baktığından sıkılan, perişan olan çocuğun ruh hali ne kötüdür kim bilir? Hani biz çocukları kazanacaktık. Onları iyiye, güzele yönlendirecektik vs…

Karikatürleri çok severim. Sayın Behiç AK’ın “Kim Kime Dum Duma” adlı bant karikatürlerinin birinde şöyle bir diyalog geçiyor; yaşlı bey gence diyor ki, “sınavdan çok güzel başarı elde ettin ama nereyi tercih edeceğini bilemiyorsun.“ Gencin yanıtı: “Ama bu çok zor, sınav çok kolaydı çünkü seçenekler azdı.” Burada tam Türkiye eğitim siteminin gerçeği var. Bunu derslerimde çok yaşıyorum. Özellikle ilk dersimin başlığı, “neden” dir. Üniversite son sınıfa gelmiş ne istediğini bilmeyen, kitap okuma alışkanlığı olmayan ama çalışkan öğrenciler var. Seçimleri de bir o kadar tesadüf çoğunun. Mutsuzluk da beraberinde geliyor tabii. Dersler ilerledikçe birlikte bakıyoruz. Zekiler ve yetenekliler. Alıştırılmadıkları fikir üretme olayında başta zorlanıyorlar ama her şeye karşın içlerindeki potansiyel yok edilememiş. Sonradan rahatlayıp inanılmaz boyutta yaratıcılık örneği gösterebiliyorlar.

Üniversitenin işlevi nedir?
Çok değerli Sayın Cahit ARF hocanın dediği gibi; “Üniversiteler gerçeklerin tartışılarak arandığı kurumlardır…Tartışma olmayan yerler üniversite değildir…” ( Sayın Feyza HEPÇİLİNGİRLER’in “Türkçe Günlükleri” yazısından.)

Eğitimcinin-akademisyenin işlevi nedir?
Eğitimci-akademisyenin önceliğinde eğitim yöntemlerini bilmesi vardır. Eğer sanat eğitimiyse söz konusu olan, her öğrenciye göre yöntem değişir. Bu farklılığın ayırımında olmayanlar, kitle eğitimi yapıyor demektir, birey eğitimi değil. O da sınav sonucunda nereye yerleşeceğini bilmeyen öğrencilerin çoğalmasına yarar. Ne yapacağını bilmeyen öğrenciler mezun eder okullardan, o kadar. Bir çok yazımda da değindiğim gibi eğitim olayı başka bir şeydir, başlı başına bir olgudur. Öğretmenin-akademisyenin salt bilgili olması yetmez, alanın dışında bir felsefesi ve sağlam psikoloji bilgisi yoksa. Kişiliğindeki özellikler bir eğitimci niteliği taşımıyorsa…Ayrıca bu bir “zaman” meselesidir de. Başkası için-öğrenciler için ayırdığımız zaman ne kadar fazlaysa, ona ilgi, sevgi, dostluk, sorumluluk o kadar büyüktür. Yoksa bir kurumda maaş bordrosuna sahip olmak yeterli değildir. Sanat eğitimi, sınıf-atölye ortamıyla sınırlandırılamaz. Sanat, sanatla sınırlandırılamaz. Tıpkı bilimin, bilimle sınırlandıramayacağı gibi. Çeşitli bilim ve sanat dalları arasında köprü kurulmak zorundadır. Çağın yapısı bunu gerektirmektedir çünkü.

Seçmek: Bunu öğrenciler adına yapmak yerine, onlara bu ortamı yaratmak gerekir. Bu da farklılıklara saygı duymaktan geçer.

Birilerinin bir yerde dur demesi gerekir. Birilerinin bir yerde değişime kapıları aralaması gerekir. Birilerinin bir yerde başkalaşımı başlatması gerekir. Birilerinin bir yerde böyle gelmiş, böyle gitmez demesi gerekir.

Yoksa sıradan meslek adamları yetiştirmek ve duvarlara diploma asmakla olmaz bunlar. Etiket sahibi olmanın altında ilk yatan hatta salt yatan para kazanma, prestij kazanma sorgulanmadıkça değişim olamaz. Yapacağınız, seçeceğiniz işi yaşam tarzı yapmazsanız, namusunuz kabul etmezseniz, değişim sorumluluğunun farkına varmazsanız bilim insanı da olamazsınız, sanatçı da, mühendis de, akademisyen de vs. de…

Neden okulların yanında dershaneler de var?
Neden hiç bir şey olamazsam öğretmen-akademisyen bari olayım denir?
Neden bir yeri kazanamadım bari Güzel sanatlara gideyim denir?
Neden her siyasi değişimde eğitim politikası değişir?
Neden çok başarılı öğrencilerimiz beyin göçünde baş rolü oynar?
Neden son yıllarda İstanbul’un, sınav sonuçları bağlamında başarı konusunda fazla adı geçmiyor?
Neden öğrenci ortada yok?
Neden tıp ve mühendisliklerin bazı alanları dışındaki meslek gruplarına fazla ilgi yok? Üstelik de bireysel farklılıklar çerçevesinde böyle bir şey olabilecekken…
Neden emeğe, birikime, araştırmaya, farklılığa öncelik tanımak yerine kafa, kol ilişkilerini öne alıp verimliliği düşürmekteki pozisyon fark edilmez? İdare edilen kurumları padişahlık zihniyetiyle, keyfilikle yönetmek ise hiçbir yere götürmez kurumu.
Nedenler çoğaltılabilir…

Öncelikle sonuçlara değil nedenlere bakarsak, değişim ancak o zaman sağlanabilir. Nasıl kilometrelerce uzanan betonun bir yerlerinden yeşillikler yeryüzüne sızabiliyorsa, her şeye karşın doğa hayatta kalma mücadelesini kazanabiliyorsa aynı şekilde eğitim sistemi soru sormayan, fikir üretmeyen, düşünmeyen, araştırma yapmasını bilmeyen bireyler yetiştiriyorsa da içteki potansiyel ölemiyor, duvarlardan fışkıran çiçekler gibi…Bir şeylere dur ve değiştirelim demek için geç kalınmamıştır, hiçbir zaman, kalınmamalı da. Tabii sağlıklı olmasını istiyorsak da değişime, eğitime anne karnından başlamak gerekiyor. Sondan değil, baştan. Saygılar…

09-08-2004/İSTANBUL



Yıldız Teknik Üniversitesi
Sanat ve Tasarım Fakültesi Sanat Bölümü Öğretim Görevlisi

http://www.amatorceedebiyat.com/tulay/
tcellek@yildiz.edu.tr



Tülay ÇELLEK








<< Geri Dön [Okunma: 2927 ]


[ Yukarı çık ]    



© Her hakkı saklıdır.