Tülay Çellek
  Mavi bir günaydın yolluyorum sabahına
Yüreğimin sıcaklığını da gününe...
 Sending a blue ‘bonjour’ to your morning,
And the warmth of my heart to your day…
 Tülay ÇELLEK


Ana Sayfa
Yazılar
Şiirler
Poems
Söyleşiler
Tül'den Yansımalar
Resimler
Art
Fotoğraflar
Photograph
Karikatür / Çizimler
Cartoon / Drawings
Tasarım
Design
Tipleme
Character
Barış
Peace
Gerze
Ders Notları
Lesson Notes
Özgeçmiş
Autobiography/cv
Belgeler
Duyurular
Değiniler
İletişim
Contact

Yayın Tarihi: 14.1.2004  

<b>PROF. DR. MEHMET ÖZER İLE SANAT VE EĞİTİMİ ÜZERİNE SÖYLEŞİ</b>


PROF. DR. MEHMET ÖZER İLE SANAT VE EĞİTİMİ ÜZERİNE SÖYLEŞİ


PROF. DR. MEHMET ÖZER İLE SANAT VE EĞİTİMİ ÜZERİNE SÖYLEŞİ

Paylaşımından en çok yararlandığım değerli Sanat eğitimcilerinden biri olan Sayın Prof Dr. Mehmet ÖZER, MÜ Güzel Sanatlar Fakültesi öğretim üyesidir. Aynı kurumda uzun süre de yöneticilik yapmıştır. Gerek yazılarıyla ve anlatımlarıyla, gerekse dersimin kapsamında YTÜ İnsan Kaynakları Geliştirme Merkeziyle birlikte düzenlediğimiz “Afiş” yarışmalarımın jüri üyeliğini severek kabul eden ve bu konuda da tam bir eğitimci hassasiyetiyle katkısını aldığım kişilerden biridir. Nitekim, sanat ve sanat eğitimi üzerine bir söyleşi yapabilir miyiz, dediğimde de aynı incelikle kabul etmiştir. Bu paylaşım güzelliği salt bende kalmasın herkese ulaşsın amacıyla böyle bir söyleşiye zemin hazırladım, birlikte bu güzellikleri paylaşmak umuduyla.

Buluşma evinde başladı, atölyesinde devam etti. Tüm gününü bu söyleşiye ayırmasından çok mutlu oldum doğrusu. Sohbete başladığımızda teybi açmamıştım. Ama konu hemen sanata ve eğitimine geldi tabii. Temel sanat eğitiminin içeriği, işlevi, yapısı ve devamlılığı boyutunu anlatmak önemlidir benim için. Bunun önceliğinde başladık söyleşiye.



MÖ - Temel sanat eğitimi, ( TSE ) hem öğrenci hem de eğitimcinin ortak tavrından kaynaklanan bir paylaşımdır. TSE bir ders niteliğinde algılanıyor. Bu ders başlıyor, iki dönem sonra bitiyor. Bu durumda öğrenci şimdi yeni derslere başlıyoruz diye bakabiliyor. Halbuki TSE, tüm sanatsal düşünsel formasyonu sürdüğü müddetçe yanında gelmesi gereken bir değerdir. Ve hayat sürdükçe de bu etkilerin sürmesi gerekir. İnsan nasıl düşünüyor? İmgelerle ve simgelerle düşünüyor. Bu düşünceleri kurgulayıp, düşünce sonucunda bir organizasyonda kullanmak istediğiniz takdirde de kesinlikle yüzey, eleman ve ilişkiler zincirindeki temel sanatın ( TS ) temel ögelerinin elemanter sorunlarıyla ilgilenmek gerekir. Bu, 1. sınıftaki programlar içersindeki kuramsal bir şekilde ele alınmaz. Ama o sezilerle beraber içtenlikle kendiliğinden zaten gelir. Yani bu gün çağdaş, hangi sanatçının işini irdelersek irdeleyelim temel sanat mantığı altında, temel ögelerin sorunları çerçevesinde baktığımızda orada söylenecek çok şeyler bulunabilir. Yani elemanter sistemden yola çıkıldığı zaman noktası, çizgisi, lekesi, formu, planları, hacmi, kurgusu, dokusu, renginden bahsetmeye kalktığımız an o resmi analiz etmiş olursunuz. Neyle, hangi dille? Temel sanat mantığıyla. Bu nedenle temel sanat hiçbir zaman bitmez. Ders, program olarak bitebilir. Ama onun etkisi, düşüncesi ve bilgisi, diğer konularla ilişkilenerek boyut kazanır. İsmi artık orada doku, nokta, çizgi, renk, biçim gibi dile alınmaz. Ama oradaki anlatılmak istenen şeylerin hepsinin altında yine temel sanat formasyonu vardır. Fakat ifade dili değişir. Onu sözel olarak ele alış biçimleri değişir. Hocası da bunu çok iyi kavrıyor, biliyordur. Çünkü öğrenci, öğrencilik psikolojisi ile belki bunun farkında olamaz. Bu psikoloji ile ders bitti, sınıfımı geçtim. Şimdi yeni dersler, yeni konular başlıyor zanneder. Halbuki konular aynıdır. Daha doğrusu uygulama yöntemleri ve alış tarzı elemanter sistemler yüzey ve biçim, bu biçimin önüne geçen yahut da içinde bulunan görsel etkiyi ortaya koyan temel ögeler, noktalar, çizgiler, lekeler, formlar, ışık-gölge, hacim, perspektif, konstrüksiyon konusu, renk, doku ve strüktürel olay, bunların hepsi zaten işlenen, tek tek ele alınan konular birinci sınıf programında yer alınıyor. Fakat daha sonra 2.,3.,4. sınıflarda ya da hayat boyunca yine bu elemanları kullanacak. Ama artık burada konuşulurken, galiba bu terimsel bir şekilde değil de, daha genel, daha düşünsel boyutta, daha felsefi bir şekilde ifade edilebilir. Bu da şunu gösteriyor ki TSE aslında bütün değerleri içinde bulundurur. TSE nin içerisinde her türlü disiplinlerin etkisi ve özellikleri bulunur. Bu ne demektir? Resimsel formasyonunun bütün değerleri, hacim ve boyut, mekan konusundaki heykel veya mimarlığın bütün değerleri, iç mimarlık, tekstil veya seramik, grafiksel bütün ögeler hepsinde TSE kavramlarının içinde vardır. Bunu ele alış biçiminde o sırada kesinlikle hiçbir disipline doğru yönlendirmez. Hepsinin etkisi ve malzemesi içinde bulunabilir. Ama TSE kendi yöntemi içinde onu uygularken veya ortaya koyarken hiçbir tarafa, yani hiçbir disipline doğru adres göstermez. Genel sanat formasyonu üzerinde durur. En önemli özelliği budur. Genel sanat formasyonunda her türlü duygu ve düşünceyi oynayabilecek, ortaya koyabilecek malzeme ve teknik çeşitliliği içersinde deneysel bir oyun alanıdır. Böyle zengin bir yapıdan yola çıkan bir kişi ondan sonra konusu ne olursa olsun anlatmak ifadesini hangi dil, hangi yöntem, hangi teknikse onu kendi bu zengin alt yapısından hareket ederek kendi diline ya da disiplinine doğru yönlendirebilir.

TÇ – Seneler önce bana anlattığınız ve şimdide çok iyi tanımlamasını yaptığınız TSE nin daha sonraki yıllarda devamlılığı için neler öneriyorsunuz? Neler yapılması gerekir? Hem öğretim elamanı hem de öğrenci bazında. Siz de şimdi özetlediniz genel bir sanat eğitiminin ciddi bir şekilde alt yapısı, sanat eğitiminin ABC si oluyor TSE. Ama öğrenciler daha sonra resme, grafik bölümüne, heykele, fotoğrafa gittiğinde buradaki öğretileri, edinimlerini nasıl devam ettirecek? Hele Türkiye’de böyle aktarma, ilişkilendirme yapılanmasının çok az olduğu yerde ya da yaratıcılığın çok tartışıldığı bir eğitim sisteminde bu konuda başarı nasıl elde edilir sizce?

MÖ – Eğitimcilerden başlarsak, yeni eğitimci adayları, yani araştırma görevlilerinden yola çıkabiliriz. Kesinlikle böyle bir okuldan mezun olmuş bir araştırma görevlisi 1. sınıfın başında TSE mutlaka görmüştür ve uygulamıştır, tanıyordur, biliyordur. Ama aradan geçen süreç içinde bazı şeyler belki bir müddet sonra asıl konuları veyahut da konunun özünü daha iyi kavradığı için mezun olmuş bir kişi yeniden asistan olarak bu dersten görev aldığı takdirde o bilgileri tazelendirir ve daha anlamlı bir şekilde kavrayarak yerine oturtabilir. Ancak bunlar çok zor. Buna ütopyada diyebiliriz. Halbuki ideal olabilir gibi geliyor bana. Kuruma giren bütün asistanlar, hangi bölüme girerse girsin kesinlikle 1 ya da 2 sene temel sanatla ilişkili olması lazım. TSE içerisinde yetkin ve etkili olan hocaların düşüncesi, ele alış biçimi ve yöntemleriyle o dillendirme tavrını yeniden duyması, görmesi ve yaşaması gerekir. Sonra kendisinin geçen öğrencilik sürecinin sonunda TSE de yeniden başlamasıyla bazı değerleri yerine oturtması tam bu şekilde pekişerek bunu felsefi düşünsel boyutta kavramları ve imgeleri gelecekteki programları yani hangi disiplindeyse bu ar. gör. (araştırma görevlisi) arkadaşımız o programlarla ilişki kurarak, köprülendirerek işin alt yapısındaki konstrüksiyonu, böyle bir sağlam dilden geçmesinin farkına varacağını ve çok sağlıklı bir eğitimsel dile sahip olabileceğine inanıyorum. Onun için bütün kurumlarda hangi disiplinde, hangi bölümde asistan olursa olsun ilk yılları bir iki yıl TS la iç içe olması lazım ve o derslere girip çıkması gerekir. Hatta kendileri de o konuda şimdi nasıl bakabilirim, öğrenciyken nasıl bakmışım? Düşüncesiyle hareket edebilir. Şimdi ar. gör. olmuş ve bir eğitimciliğe doğru yol alıyor. O zaman bu konuyu şimdiden ele alırsam daha başka hangi boyutlarda oyun oynayabilirim diye versiyon yaratabilir. Bu zenginlik katar ve aynı zamanda da bu ar. gör.leri gelecekte diğer disiplinlerin 2.,3.,4. sınıfın hocası olacağı için bu bilgisel ilişkiyi, köprüyü çok sağlıklı kuracaklarına inanıyorum.

TÇ – Konuşmanıza haklı olarak en alttan alarak başladınız. Yani ar. gör.den başladınız.

MÖ – Tabii şimdiki hocaları alıp oraya sokmak imkansız. Bir kere program şöyle; TSE, temel ögelerin, belli konularını, yüzey, boyut veya desensel tavırda ya da renkli konularda malzeme, şekillendirme gibi konulara ayırarak her konuya bir yetkin hoca, yani şekillendirme ve form konusuna bir heykeltıraş ya da bir mimar, içmimar, renk ve resimsel tavrı ağır basan; renk, ışık, hacim gibi konularda belli bir ressam arkadaş olabilir. TSE de ögeler tek tek ele alınır ama aslında her ögenin diğer ögeyle ilişki mantığı olduğu için, düşünsel formasyonda bütünü kapsaması lazım ifade dilinin. Her konuya belli yetkin hocanın gelmesi belki işin zengin başka tarafı olabilir ama eğer o hoca bir disiplinden gelip o disiplinin dilini TSE ye sokarak TS ın o esnek, özgür tavrını bir mesleki dile doğru yönlendirirse tehlike başlıyor demektir. Çünkü TSE de çocuk bir şey yaparken burada diyoruz ki, “sakın resim yapmaya çalışmayın. Resim yapma endişeniz ikinci planda olsun. Hatta resim yapma endişenizi tamamen kaldırarak resmetme sorununuzun içindeki ögelerin sorunlarını çözmeye çalışın.” Çünkü temel ögelerin en önemli özellikleri elemanter sistemdir. O elemanların salt soyutsal yüzey değerlendirmeleri ve ilişkilerini ele alması için resimsel ifade dilini geri atması lazım”. Grafik , iç mimarlık ya da heykelde de aynıdır bu. Ama öğrenci bir malzemeyi boyutlandırıp mekansal ve konstrüktif hale getirip o kendiliğinden tabii ki mekan veya bir kütle olarak bir iç mimarlık ve heykeli içeriyordur. Ama hiçbir zaman orada öğrenci heykel yapmıyor. Mekansal yani bir iç mimar veya mimar gibi düşünmüyor. O sadece elemanların değişik yönler ve olanlarda mekan, kütle ilişkisiyle konstrüktif yapıdaki etkiyi aramaya çalışıyor ve o tamamen kendi güdüleri, düşünceleri ve heyecanıyla malzeme arasındaki ilişkiyi diğer temel ögelerin özelliklerini de işin içine sokarak bir bütün dil oluşturmaya çalışması gerekiyor. Genelde düşüncem budur. TSE bütün disiplinlerin özelliklerini veya malzemelerini içinde bulundurur. Ama hiçbir disipline adres göstermez. Asıl amacı da sanat formasyonunu geliştirmek, boyutlandırmak ve kişisel özgün düşünceyi ayağa kaldırmaktır.

TÇ – Yöntem olarak da diyorsunuz bunun başarılı olması için Ar. Gör.lerin eğitiminden başlamak gerekiyor. Ama onların üzerindeki öğretim görevlilerinin de niteliği, özelliği önemli diyorsunuz. Daha önce bana TSE ile ilgili kitap yazacağınızı söylemiştiniz. Şimdi konuşmamıza sanatın eğitimini ayrıntıyla sokabilir miyiz?…

MÖ – Eğitimci olduğumuz için de kesinlikle eğitim işin içine girmesi lazım. Çünkü eğitimci deneyci bir insan olmalı. Eğitimci öğreten insan olmamalı. Eğitimcinin en büyük özelliği düşünmeyi ayağa kaldıracak yöntem, sistem, uygulamaya kişilik tavrı neyse karşısındakini öğrenci olarak görmeden insan olarak görerek, - çünkü karşılıklı ilişkiler ve paylaşımı olması gerekir.- hareket etmesi gerekir. Burada öğrenen ve öğreten yoktur derim ben, sınıfta çocuklarla ilk tanıştığımda. Ortada bir sorun vardır. Sorunu hep beraber bilgisel düzeyde yaklaşıp ve tezlerimizle beraber deneysel ve oyun tavrında yeniden ele alıp, yeni boyutlar kazandırmak için oyun oynayacağız. Yaşamın bir parçasıdır. Sanatta tam yaşamın oyun alanını belirgin bir şekilde ortaya koyan bir özelliğidir. Dolayısıyla düşünsel boyutta ve uygulama yöntemindeki o deneysellik aslında bir arayıştır. Arayış bir oyundur. Öyle ki geçmişi ve geleceği aynı anda bir arada noktasal düşünceyi yakalayabilmektir bizim amacımız. “Yani geçmiş bitmiştir, şimdi geleceğe hazırlayalım.” Böyle bir şey olmaz. Geçmişten koptuğumuz zaman geleceği yakalayamazsınız. Çünkü şimdiki zamanda ne olduğunu bilemezseniz. O açıdan geçmişi, şimdiki zamanda geleceği hazırlayacak şekilde bir bütün olarak ele almak gerekir. Bu da noktasal düşünce veya yaşama biçimi ya da çalışma yöntemi olabilir. Her an geriye ve ileriye gidip gelecek şekilde değişikliğe ve farklılığa açık olan esnek bir yapı kazandırmak. Katılaşmış, kesinleşmiş, pekişmiş kategoricilikten veya kalıplardan kurtulabilmek için mümkün olduğu kadar esnek olabilecek bir yapı sağlamak gerekir kişiye. Hep söylerim insanoğlu şimdiki zamanda, geçmişi üreterek geleceğe hazırlar. Bu çok önemli bir şeydir. Hangi alanda, hangi durumda, hangi olguda ne olursa olsun bu cümleyi uygulayın kesinlikle odur. İnsan şimdiki zamanda geçmişi üretir, ama niçin? Geleceğe hazırlamak içindir. Öyleyse biz, geçmişle, şimdiki zamanla, gelecekle aynı anda bir arada yaşıyoruz. Eğer bunu çok ciddi fark edebilirsek o zaman bütün değerleri her an içi içe ve her an karşılaştırarak yeniyi yakalayabilecek bir imkan sağlayabiliriz. Yoksa ben oturuyorum, yeni bir şey düşünüyorum, yeni bir şey yapıyorum, kesinlikle imkansızdır. Her yaptığınız yeni bir şey kesinlikle eskiyle ilişki içindedir.

TÇ – Yaratıcılıkta orada başlıyor zaten. O ilişkilendirmede. Bu konuşmanızla eğitimin çağdaş boyutunu dile getirdiniz. Eğitsel yönetime geçeceğim. Yöneticiliğiniz de var, biliyorum. Ama ondan önce akademisyenin diğer boyutuyla da, sanatçılığınız boyutu, araştırma tarafınızla ilintili olarak konuşabilir miyiz?

MÖ – Bu konuyu üç başlıkta konuşalım. Soruları kendime göre açtım. Burada ortada bir sorun var. O, sorunun kendi ismi, sonra sorunla ilgilenen kişiler ve sorunla ilgilendikten sonra o sorunu toplumsal ilişkisi de iletişim veya eğitsel konusu vardır. Bu ne demektir? Başta söyledim. Bir sanat sorunu vardır. Yani sanat nedir? Ne değildir? Topluma ve insan ne getirir? Ne götürür? Ne gibi özellikleri vardır? Ne değeri vardır? İkincisi sanatçı nedir, kimdir? Eğitimci nedir? Kimdir? Nasıl olmalı? Ne yapmalı? Ve en sonda da sanat eğitimi yani sanatın sorunlarını, onu çok iyi algılayıp, onu iletişim aracı olarak bir başkasına yol gösteren kişi; sanat eğitimcisi. Bence bunların içinde en önemli şeylerden bir tanesi, sanat çok önemli burada. Sanat toplum için, insan için nedir, ne değildir? Değerini açıklamama gerek yok. Onlar çok iyi biliniyor. Sanat eğitimine baktığımız zaman da, Türkiye’de sanat eğitimi ilkokuldan yükseköğretime kadar sağlıklı yapılamıyor, Türkiye’de mezun olduktan sonra ya da serbest sanatçılara da bakıldığı zaman salt sanatsal olay evet çok başarılı, çok etkin sanatçılarımız var diyorsunuz ama şöyle iki adım geri çekilip genel olarak baktığımız zaman, “dünya sanatına biz ne kattık?” dediğinizde orada biraz durmaya başlıyoruz. Buraya nereden gelmek istiyorum? Bizim aslında kültür olarak, toplum, millet, geleneksel yapımız, bu sanatsal formasyon konusunun farklı alanlarda, başka boyutlarda, başka düşüncelerde geliştiğini görüyoruz. Bu ne demektir? Bir kere, toplumun düşünsel yapısı ve düşünsel yapısını imgeler ve imajlarla ve de simgelerle ortaya koyan sanatsal dilin çok farklı alanda geliştiğini görüyoruz. Real olarak, resmetmek kavramının kültürümüzde yeri olmadığı için tamamen süslemeye, dinsel etkiyi artıracak diğer ögelerin, yani hat sanatının, tezhip sanatının öne çıktığını görüyoruz. Bunun da, elemanter sistem olarak baktığımız zaman matematik, geometri ve organik yapıdaki doğa elemanlarından hareket edildiği görülüyor. Figür yoktur. Daha sonra minyatürde figür giriyor ama o minyatürdeki figür sadece tasvir olarak, şematik olarak ele alınmış bir biçimi vardır. Derinliği yoktur. Batı mantalitesindeki resim tavrının bir 150 yıllık geçmişi var bizim ülkemizde. Bu süre içerisinde sanatın oradan buraya gelişi de, şöyle bakıldığında sürekli batıyı takip eden, batıya bakan ve batı mantalitesinden yola çıkan bir anlayışla bizim sanatımız 150 yılı doldurmuştur. 1970, 80lere kadar aslında hep geriden takip eden bir sanatsal formasyon söz konusudur. Biz örneğin empresyonizmle girmişizdir sanat atmosferine. Halbuki o sırada 1800 yıllarda çoktan en son olan Rönesans, Barok, Rokoko, Romantizm bitmiştir. Empresyonizm başlamıştır. Biz onunla başlıyoruz. Halbuki alt yapısı olmayan bir sanata empresyonizmle başladığınız zaman sadece öykünme ve resmetme yani yüzeyde kalan bir anlamla, sanatla ilişki kurmuş oluyoruz. Bu 1960-70lere kadar böyle geliyor. Her yaptığımız resim, 15-20 yıl önce Avrupa da başlamış ve bitmiş. Biz 80lerdeki Türkiye’nin genel yapısının değişmesiyle, dünyaya açılmasıyla, sanatın o anda dünyada ne yapıldığının öğrenilmesiyle beraber Türkiye’de aynı anda yapılmaya başlandı, Neo ekspresyonizm gibi. Hemen aynı anda aynı modayı yakaladık. Bu öyle bir boyut kazandı ki herkes aynı tavırda resim yapmaya başladı. Sanki herkes aynı duyguları yaşıyormuş gibi bir durum, yahut herkes döküyor, saçıyor, sıçratmaya başlıyor. Dışarıdaki serbest sanatçı bunu demeyebilir. Her istediğini yapabilir. Özgürdür. Ama bu tavır, o gün ki moda, eğitim kurumlarının içine girdiyse tehlike orada başlar bence. 80 ve 90lı yıllarda eğitim metodunun içine bu tavır girdiği için burada bir risk başlamıştır. Burada güncel modayı takip eden bir durum vardır. Bu noktada sanatın temel konularını ve temel sorunlarını biraz es geçilmiş gibi görüyorum. Bunun üzerinde hemen yine artık iletişim araçları ve de haberleşme çok hızlı olduğu için bu gün dünyada New York’ ta Berlin’de ya da Tokyo’ da ne yapılıyorsa, burada da aynı şeyler yapılabiliyor. Bunlar çok önemli şeyler ama şöyle geri çekildiğimiz zaman, eğitim kurumlarındaki eğitim sorununa baktığımız zaman oradan eğitimli çocuk bu gün sanat piyasasında nasıl yerini almış olacak? Birdenbire dünyanın sanatını takip ederken onun alt yapısı olan ki en önemlisi düşünsel boyutu ne durumda? Baktığımız zaman işte orası çok acı.

TÇ – Siz biraz önce TSE yi anlatırken öğrenme ve öğretmeden bir de işin organizasyonundan bahsetmiştiniz. İş oradan başlıyor. Öğrencinin kişiliğini kabul edip ona temel olanları verip, kendi düşünsel boyutuna katkıda bulunmak mı, yoksa sanatçı kendi yaptığını öğrencide tekrarlıyor olursa sanat eğitimi olur mu? Bu da tartışılmalı.

MÖ – Kesin, doğru söylüyorsunuz. Yani önce biz kendimizi ifade etme yöntemiyle yola çıkacağımıza göre kişi kendi düşüncesini ve duygusunu biçimlendirerek ortaya koyuyor. İfade dili, en yakın anlatım şekli bu. Kendisi kim? Kendisi nasıl oluşmuş? Hangi değerler ile ilişkileri ve değerler bütünüyle o kendisi dediğimiz değer ortaya çıktı. Böyle baktığımız zaman bu ülkede yaşayan insana bu topraklardaki kültürel örf, adetleri ve geleneksel yaşam biçimiyle ve bu topraklardaki sosyal, ekonomik, siyasi coğrafi ve kültürel değerlerle var olan bu insanın düşünce yöntemi de buranın dili ile olur. Evet evrensel dil diyoruz ama, evrensel dile giden yolun temeli, kökeni, kaynağı olmalı. Onun için tabii ki batıya bakacaksınız. Hatta diyorum ki “her yöne açığım ama hiçbir tarafa ait değilim.” Bu, şu demektir. Yabancılaşmadan evrenselleşmek. Bu çok önemli bir şeydir. Tabii ki takip edeceksin Avrupa’yı, Amerika’yı, Doğuyu da; Çin’i, Hindistan’ı, Japonya’yı veya Orta Asya’yı, Afrika’yı, daha doğrusu dünyayı takip edeceksin. Daha da doğrusu dünyada var olan, insanı ve insanlığın ortaya koyduğu kültürü takip edeceksin. Buradan sonra kendinle karşılaştırıp kendi içinde sentez, analiz ilişkilerinden sonra kendi kendine ve kendi kişiliğine ve tavrına yakın, uygun olan ifade dilini ortaya koyman gerekir. Şimdi böyle baktığın zaman Türk sanatında çok fazla özgün yapıyı görmenin zor olduğunun farkındayım. Ben bu özeleştiriyi kendimden de başladım. 90, 93, 94 yıllarına kadar bu düşünceyle gelip, o yıla kadar yaptığım tüm işlerimi eleştirmeye başladım. Ondan sonra yeniden bakmak, düşünmek ama düşünce üretmek ve sonra düşünceyi eyleme geçirmenin çok daha doğru olduğunu görüyorum. Ama genelde kültürümüze baktığımız zaman, düşünceden ziyade önce görsellik yani göze hitap eden bir tavır var. O da altı çok boş olan bir anlam ifade ediyor. Yaratıcılığın temelinde düşünce, öz ve akıl olan ve de gerçek olanlar vardır. Bazı değerler vardır. Karşıtlar birbirini oluştururken mesele evrim, evrimleşme doğasal olarak kendi içinde organik yapısıyla sonuca doğru veya gelişme ve değişmeye doğru giden bir durumdur. Bu doğaldır. Bunu ne hızlandırırsın ne de durdurabilirsin. Bu kendi içinde doğasal işlemle evrim oluşur. Ama tam bunun karşısında birdenbire bıçak gibi kesilerek ortaya konan bir devrim kavramı vardır. Evrim olayı ile devrim arasında çok büyük fark vardır. Bunu bilmek lazım. 2.si oluşum ve kurgu oluşumunda kendi organik yapısı içerisinde kendiliğinden oluşarak doğallığı içerisinde kendini var eder. Kurgu tamamen teknik, mantık, yöntem, sistem ve artık akıl bazında kurgusal bir organizasyondur. Dolayısıyla bu ikisini de çok iyi bilmek lazım. Bütün bunların arkasında da en çok eğitimi veya sanatçılığı etkileyen bir kavram geliyor ki bu yaratı ve üretimdir. O zaman yaratım nedir? Üretim nedir? Bunları iyi açmak lazım. İyi bilmek gerekir. O zaman bizim sanatçı arkadaşlarımıza genelde baktığımız zaman kim yaratıyor? Kim üretiyor? Görüyoruz. Üretim zaten endüstriyel bir kavramdır, bir terimdir. Teknolojik bir durumdur. Bu ne demektir? Alışılmış, belirlenmiş, kesinleşmiş durum ve şartların sürekliliği demektir. Seri üretime girer. Böyle bir üretimle karşı karşıya olduğumuzdan o zaman orada yaratı yoktur. Sadece üretim vardır. O da sorgulanabilir. Yaratımı ele aldığımız zaman, yaratımın içinde bütün değerler vardır ve de yoktur. Bu ne demektir? Bütün bilgiler vardır ve hiçbiri de yoktur. Bu ne demektir? Hem varlığın hem yokluğun bir arada oluşunun, oluşum ve yaratışım ve de farkındalığın olayını ortaya koyacağını düşünüyorum. Çünkü varlığı yoklukla hissedersin. Elinizde var olan bir şeyi bilirsiniz. Ama onun o anda kıymeti anlaşılmaz. Zaten var dersiniz. Yanınızdadır. Elinizdedir, sahipsinizdir. Fakat onun bir kaybolduğunu görün. Anında mahvolursunuz. Psikolojik olarak her türlü duygu ve düşünceniz birden bire çok değişik etkilere gider. Çünkü kaybolduğunuzda varlık değerini anlıyorsunuz. Bu felsefede çok önemli bir konudur aynı zamanda. Önce bilgilenmek lazım. Yani insan önce dışa açılmalı. Dışa açılma; çevre, eğitim. Eğitimci, sanatçı arkadaşlar, kitap ve literatür. Burada kendini genel ve ilgi alanlarıyla bilgilendirmesi lazım. Onları deneysel olarak yaşaması ve iç süzgecinden geçirerek kendine ait bilgiye dönüştürmesi lazım. O ne demektir? Bilgilerin üzerine yeniden düşünmesi gerekiyor. Böyle bir bilgisel alt yapı oluşturduktan sonra yaratmak için dışa kapanacaksın, içe döneceksin. Önce dışarı açılıyoruz, bilgilenmek için, sonra yaratı için içe kapanıp, içe dönüyorsunuz. Yani içe dönmek aslında, kendi dünyanla ve kendi değerlerinle, kendini üretmek için dışa kapanmaktır. Hiçbir öykünme ve güdü ya da kopya, tekrar gibi etkilerden uzaklaşmak ve onları tamamen yok etmek. Ama sorun bitmiyor. Bilgisel düşünsel boyutunuzla içe döndüğünüz zaman eğer o kuram ve kuralların üzerinden hareket ederseniz çok metodik olursunuz. Yani öğrendiklerinizi aynen yaparsınız. Duyduklarınızı, gördüklerinizi, söylenenleri aynen yaparsınız. Eğitim süreci içinde” hoca dedi ki” diye yola çıkarak bu değerleri aynen yaparsanız, siz değilsiniz. Siz o zaman sadece taşıyıcı olursunuz. Yani o bilgiyi taşıdınız ve orada aktardınız. Bütün bu değerlerin, bilgilerin hepsini, kendinizi kaybederek unutmanız lazım. Yani bırakmanız lazım. İşte o zaman, saf, yalın bir şekilde kendi kendine kalmalı insan. Biraz önce dediğim gibi “bütün değerler olmalı ve de hiç bir şey olmamalı” demektir. Yani her şeyi biliyorsun ama o bildiklerinin metodik yolundan yürürsen çok katı, kuru, çok teknik işler çıkartırsın. Ama orada duyarlılığı ve sezilerinizi de katmanız lazım. Bu sezilerle ve iç dünyadaki iç algılama ve iç terbiye ile olan bir şeydir. Bu da konsantrasyonun en üst seviyesidir. Eğer tam konsantre değilseniz siz hala sosyalsiniz. Bütün kültürler yanınızdadır. Yani tüm bilgiler yanınızdadır ve etrafla ilişki halindesiniz. Sorunlarınız hala sizin yanınızda demektir. Siz o zaman kendinizi ifade edemezsiniz. Yaratamazsınız. Siz kendinizi kaybederek, kendinizi bulmanız lazım. Derim ki, “ben kendimi kaybederek kendimi buluyorum.” Yaratının temelinde bu var. Aklın başında bilinçle ve bütün kurallarla yola çıkarak resmetme olayı başka bir şeydir. Yaratı değildir. Yaratmada, bütün değerler vardır ama hiçbir şey yoktur. Kendisi, özü vardır. O tinsel yapıyı yakalamak meselesi vardır. Genel olarak söylenecek şey genel bir etkidir. Diğerinden farklı olmak, özgün olmak ve kişilikli olmak. Yani bir resimsel formasyonu ortaya koyarken ona yapısal sistemi, konstrüksiyon, çizgi, plan yönü ile desenden yola çıkmak. Bütün bundaki değerler, açık koyu ve hacim etkisini veren tonaj, doku üç öge; değerdir. Bu üç öge, biçimin etkisini psikolojik olarak farklılaştırırlar. Bunlar değiştiğinde psikolojik etkisi değişir ama biçim aynıdır. Biçimsel yapı geometri, matematik, desensel konstrüksiyon aynı kalmak koşuluyla onun üzerindeki değerler değişebilir. Tonaj, doku olarak değişebilir. Renk olarak değişebilir.











Söyleşiye evde başlamıştık. Atölyede devam ettik. Dosyaları açtık. Fotokopi çektirdiği çalışmalarını gösterdi. Fotokopilerde renkler değişmiş. O yüzden buradaki konuşma renkten başladı ve desen üzerinde oldu. Kendisi Türkiye’de deseni en kuvvetli sanatçılarımızdan biridir. Konu böyle açıldı, o doğrultuda gidiyor.



MÖ – Deseni resmetme beceri elamanından ziyade kavrama, algılama, hissetme ve problematik yapı olarak veya teknik olarak ele alıyorum. Bilgi olarak ele alıyorum. Desen bir çizgi tavrı olduğu için o çizginin yönlenmesi kesinlikle bir bilgisel etkidir. Bilmeden çizemezsin. Onu tam manasıyla tanımadan onun yapısal sistemini çözmeden çizemezsin. Onu çizebilmek için desensel formasyonun içindeki yapısal sistemleri iyi bilmek gerekir. Yapısal sistem, konstrüksiyon, matematik, geometri, form ve bunun optik yanılgısı olan perspektif kurallarını çok iyi kavramak gerekir. Fakat deseni baştan ikiye ayırmak lazım. Geleneksel desen, çağdaş desen. Geleneksel desen görüneni aynen kılan, varolan değerleri aynen ortaya koyan çizgisel, lekesel, tonaj etkisini ortaya koyan bir ifade biçimidir. Çağdaş desende bu tamamen psikolojik ve zihinsel gücü ortaya çıkaran ekspresif tavrını alabilme niteliğini taşıyor. Desende 2 şey vardır.
1-Görüneni aynen kılmak, aynen resmetmek
2-Psikolojik duyguları öne alan trük ve lekesel değerleri öne çıkartmak olur. Bu da soyutsal ve spontane tavrı öne çıkarmak olur. Eğer görüneni aynen kılan yapısal sistemle öne çıkarsak, bu sefer geometrik yapı, anatomik yapı, matematiksel işlem, oran ve orantısal durum ve bunun görsel algılamadaki sonucu olan perspektifsel sorundur ki bunun temeli de zaten geometriye dayanır. Desende görüneni çizmekten ziyade görünenin arkasındaki yapısal sistemi hissederek, beyin gözüyle çizebilmek, görünmeyeni de görebilmek yetisiyle, sezgisiyle çizebilmek. Bu o zaman desene yeni bir boyut kazandırıyor. Yani görüneni çizerken görünmeyen arka tarafı çizgi ile görünür hale getirdiğimizde desensel sorunların arttığını, farklılaştığını ve yeni bir iz yakalandığının farkına varırsınız.

TÇ – Biraz önce sohbet ederken karşımızda duran yapıtınızı İtalya’da sergilediğinizi söylediniz. Bir de cama yansıyan portrenizi çizdiğinizden bahsettiniz. Nereden nereye geldiğinizi anlatır mısınız?

MÖ – Desensel çizim olarak yola çıktığımızda çizgi elemanı değerleri ve onun farklılaşma yapıları ortaya çıkar. Desenin çok etkili çizgisel özellikleri olabilir. Bu kişinin karakterine, yapısına göre değişebilir. Çizginin çok zengin bir dili olduğunu biliyoruz. Çizgi ilk soyut elemandır. Ama o soyut elemanla çok biçimsel yapıda sanatsal işler yaptığımızı ortaya koyuyoruz. Bu desendeki çizginin yarattığı, titreşimi, heyecanı ve coşkusunu yağlıboyada yakalamak benin için önce zordu teknik olarak. Fakat daha sonra 85-86 yıllarında akrilikle çalışmaya başlayınca suyun verdiği rahatlık, akriliğin yapısı, boyanın ve fırçanın hareket kabiliyetinin özelliği ile desenle akrilik çalışmalarımın uyumunu gördüm. O açıdan akrilik çalışmalarımın heyecanlı vibrasyonlu, farklı ritm tavrı benim yağlıboyalarımı da değiştirdi. Buradan sonra teknik perkisyon gerektiren yıllardaki tutumun heyecanlı ve daha elemanter sistem, fırçanın, lekenin, çizginin ritmini, heyecanını ön plana çıkartan bir ifade dilini aldığını görebiliyoruz. Yaşam boyunca öğrencilerime de düşünerek çizmek, çizerek düşünmek senin yaşam düsturun olsun derim. Aslında burada düşünerek çizmek, düşünce boyutunda çizgiyi ve biçimsel yapıyı görebilme yetisine sahip olmak. Sonra onu el becerisi ve teknikle görsel hale getiren ikinci varyasyonu çizmek. Orada düşünceni görmüş olursun ve ikinci bir düşünceye doğru yola çıkmış oluyorsun. Tekrar düşünüyorsun ve o 2. düşüncedeki yorum seni başka boyutlara taşıyor. Düşünerek çizmek, çizerek düşünmek süreci kendiliğinden birbirini devam ettirir ve aynı zamanda gelişmeyi ve de değişmeyi sağlamış olur.

TÇ – Sizi tanıdığım kadarıyla her yerde, her şeye çiziyorsunuz. Evde, okulda…

MÖ – Evet, o benim için nefes almak gibi bir şey. Ben şimdi oturup şu formu, şu deseni çizeyim diyerek yola çıkmıyorum. Bu herhalde sürekliliğin getirdiği hem alışkanlık hem de yaşama biçimi haline geldiğinden dolayı her yerde, her an, her türlü malzemeyle düşüncemi o anda biçimlendirecek bir coşkuyu yanımda taşırım hep. Ben bu sürekli düşüncemi not almak durumundayım. Görsel not alıyorum. Bizde eksik olan bir şey var. Yazı diliyle literatüre geçirme alışkanlığımız yok. Ama ben ona mümkün olduğu kadar bir şeyler katmak, bir şeyler yazmak istiyorum. Yine de bir iki satır yazdıktan sonra, o yazdıklarımı biçimsel olarak, desensel olarak yan tarafta görsel hale getirmeye çalışıyorum. Benim ve sanatçıların çoğunun görsel anlatım dili ağır basıyor. Düşüncelerimizi, fikirlerimizi yazıdan ziyade görsel tarafımız ağır bastığı için resmederek ortaya koyuyoruz. Halbuki diyorum ki kuramsal olarak literatüre geçmek üzere bilgi ve düşüncelerinizi de yazmalıyız. Bunu çevremdeki genç arkadaşlarıma, “ne düşünüyorsanız yazın, günün birinde tüm bu düşüncelerinizi derleyip, toplayıp belge olarak literatüre koyarsınız,” diyorum.

TÇ – Benim için de yazı çok önemli. Maden yazıdan bahsediyoruz, daha önce de söylemiştim TSE ile ilgili bir kitap hazırlığınız vardı. Buna neden gerek duyduğunuzu anlattınız ama bu konu çok önemli. İçerik bağlamında biraz daha ayrıntıya girebilir misiniz?

MÖ – Benim 2004 yılı, sanat ortamındaki 40. yılım oluyor. 1964 de öğrenci olarak sanat ortamına girdim. Eğitimci olarak da yaklaşık 30 yıla geldi. 30 yıl içinde bütün bilgileri, görgüleri, deneyleri yazıya dökmüş olsaydık nasıl bir konuyu ifade etmiştik? Nasıl başladım? Nasıl geliştim? Şimdi neler söylüyorum? Diye bu ben de hep merak konusu olmuştur. Bu söylediklerimi yinelememek için derste, programda konu başlıkları aynı olsa bile her yıl onu farklı açıdan ve farklı biçimde ele alırım ve yeniden farklı bir yöntemle uygulamaya çalışırım. Burada önce kendimi tazelemek istiyorum, tekrara düşmemek için. Aynı şekilde de her sene farklı esprideki düşüncem, eylemim ve programım yan yana geldiğinde o zaman düşüncenin giderek değişmesine ve çeşitlenmesine ve zenginleşmesine neden olur. Bu yöntemi bütün genç öğretim elemanı arkadaşlarıma tavsiye ediyorum. “O açıdan düşüncelerinizi yazın. Bir dahaki sene o düşüncelerinize baktığınız zaman şimdi bunu nasıl ele alacağım veya nasıl değişme olabilir düşüncesiyle yeniden düşünme yöntemini geliştirebilirsiniz. Bunlar belge olarak literatürde yok.” Bunu ben 90 dan sonra biraz daha ciddi ve kuramsal olarak nasıl yapabilirim, deyip her düşüncemi veya bir konu üzerindeki düşünce çeşitliliğini farklılığını yazıya dökmeye çalıştım. Yazıyı da her yerde çizdiğim gibi bir cümle, bir pasaj olarak yazmaya başladım. Sonra da bunları birleştiriyorum. Bir de baktım ki konulara çok farklı açıdan yaklaşıyorum. Yani sanatsal formasyondaki bir konuya bilimsel, felsefi ve sanatsal yaklaşıyorum ve bunların hepsini de harmanlayarak genel bir kültür bağlamında kendi kültürümüzden yola çıkıyorum. Bu benim için çok farklı bir bakış acısı. Bütün bunları bir araya getiren minicik bir kitapçık olacak ama çok farklı bakış acılarından ele aldığıma inanıyorum. Bunun hazırlığı içindeyim hem yazı hem çizim olacağı için hem sözel imgesel, simgeler yanında çizimler var. Yönlendirici ve bilgisel bir kitap olabilir, eğitimciler veya öğrenciler için. Faydası ve gerekliliği şart. Hatta Türkiye geneline baktığımız zaman sanat eğitimcilerimizden veya sanatçılarımızdan kuramsal ya da sezisel, duygulara yönelik kitaba pek rastlanmıyor. Anadolu kültürünün temeli sözel kültür üzerine kurulmuş. Yazı üzerine kurulmamıştır. Batının sistemi yazı üzerine kurulmuştur. O yüzden her şey kesin ve nettir. Bizde her şey sözel olduğu için, söz ağızdan ağza değişerek, gelişerek, dönüşerek, zenginleşerek bütün insanlığın ortak değerlerini, duygularını alarak destanlaşır veya hikayeleşir ya da masallaşır. Bu kültür üzerinde olduğumuz için hem okuma hem de yazma yöntemlerimiz maalesef gelişmemiş daha doğrusu yaygınlaşamamıştır. Halbuki çok değerli yazarlarımız, şairlerimiz var. Benim söylemek istediğim görsel anlatım dilinde resimler çalışmalar azınlıkta. Sanatçılar üzerinde konuşuyorum. Biz ne düşünüyoruz? Orta noktada, merkezde bir düşünce üretme yöntemi var. Onları biçimsel olarak ortaya koyuyoruz. Ben de diyorum ki merkezde düşünüyorsak bunu 3 iletişim diliyle aktarmamız lazım. Ne demek o? Bizim işimiz yaşam deneylerimizden çıkarak bir düşünce üretiyoruz. O düşünceyi biçimlendirerek, çizerek, boyayarak, resmederek görsel iletişim dilini kullanıyoruz ve dil bizde gelişti diyelim ama birde aydın, çağdaş, modern insan tavrıyla üstelik eğitimciyseniz ayrıca bir düşünceyi yazı diliyle aktarmamız lazım. Yani literatür olması gerekir. Yazı dilini de kullanabilmeliyiz. Artı bu her ikisinden yola çıkarak da ifade, net belirgin ve bilgi yüklü, arı konuşma dilimizde olması gerekiyor. O açıdan bu üç iletişim dilinin gelişmesi lazım, çağdaş insanın. Eğer bu sanatçıysa sanatın dilini kullanabilir. Ama öteki dillerde fark etmesi gerekir.

TÇ – Bilim eğitimi yanında sanat eğitimi de var ve Türkiye’de son yıllarda bu alanda gelişme söz konusu. O zaman bilimin yazısı varsa artık daha kapsamlı biçimde sanatında, sanat eğitiminin de yazısı olmalı. Ülkemizde neler yapılıyor ve neler yapılması açısından…

MÖ – Ne yazacaksın? Yazacağın şey önemli tabii ki. Bilimin yazısı laboratuar çalışmaları deneyleri ve sonuçları, gözlem ve sonuçları sanatında kendi içinde yaşamı, denemesi, sezgisi, algısı, duyusu, duyguları ve aklı ve de bilgileri. Sanatın oluşması sürecinde salt sanatsal boyutla yapılmıyor. Onu besleyen düşünsel boyutu yani şiiri, edebiyatı, felsefesi, sosyolojik ve psikolojik boyutu öbür taraftan bilimsel boyutu yani matematik, geometri fizik, kimya, biyoloji gibi çok bilimsel yanından yöntemleri de ilişkilendirerek sanatsal formasyon yaratmamız gerekiyor. O açıdan kesinlikle bilimle ve felsefeyle iç içe olmamız lazım. Aslında bunu harmanlarsanız yaşamın kendisidir. Çünkü yaşamın içinde bütün değerler vardır. Bunun farkında olabilmek, farkı fark edebilmek gerekir. Fark ettiğin an, kendini de fark edersin. O zamanda ben nasıl düşünüyorum, ne düşünüyorum ve düşüncemi nasıl ifade ediyorum, diye insanın kendisini sorgulaması gerekiyor diye düşünüyorum.

TÇ – Bilimin içinde sanat, sanatın içinde bilim var. Ve ikisinde de sezgi var…….

MÖ – Ve ikisinde de felsefe var. Düşünce üretme yöntemi olmasa sanat eğitimi olamaz. Bizim fakültenin genel karakteri çağdaş, deneysel tavrı ön planda olan bir sanat eğitimini gösteriyor. MSÜ yani eski akademinin sanat eğitimi tarzının altında da geleneksel sanat eğitimi formasyonu var. Ama son zamanlarda o da artık çağın gerektirdiklerini benimseyip kendi içinde harmanlamaya çalışıyor. Bizim okulun temeli BAUHAUS sistemiyle beraber her türlü disiplini içine alan, bireysel ve özgün yapı üreten bir eğitim sistemi. Son zamanlarda dünyada meydana gelen tavrı olan kavramsal formasyona bizim okul çok sarılmış olarak ve ön plana alan bir yöntemle eğitimini sürdürüyor. Kavramı bilmeyen, kavram üretimini bilmeyen, kavram üretme yöntemlerini bilmeyen ve bununla beraber bir düşünce yöntemi geliştirip, yaşamı özümsemeyen, yaşamı fark etmeyen ve kendisini fark etmeyen böyle bir yöntemle gelen genç nesil, nasıl burada birden bire kavramsal sanat yapacak? Çocuğun daha okuma alışkanlığı yok. Bakma, görme, algılama yöntemlerini bilmiyor ve kendi içerisinde ürettiği düşünce üzerine düşünce üretemiyor. Buna karşın orada kavramsal sanatı yapıyor. Bence bu düşünülmesi gereken bir durum.

TÇ – Alt yapı önemli. Önce bunu görmek gerekir. Sanat eğitimciliğinizden, eğitime bakış açınızdan başladık. Yurt içi ve dışı sergileriniz var. Atölye de resimlerin içinde oraya girdik. Daha sonra çok önemli olan kitaba geldik. Bir de sizinle her karşılaşmamda güzel konuşmalarınızdan yararlanmışımdır. Her görüşmemiz bir söyleşi, bir konferans niteliğinde olmuştur. Şimdi konferans ve söyleşilerinize gelelim. Örneğin ben daha önce İstanbul Anadolu Güzel Sanatlar Lisesindeydim, çok sağolun bir selamımızla dersimize gelirdiniz. Panellerimize katılırdınız. Bunun dışında da mutlaka gittiğiniz yerler vardır. Bunun önemi ve gereği üzerine ne söylersiniz? Ayrıca şimdiye değin üniversiteyi ele aldık. Hazır AGSL den konu açılmışken oralardaki eğitimin nasıl olması gerektiği ve sizlerin nasıl desteklemesi konusunda da açılım yapabilir misiniz?

MÖ – Bu AGSL nin ilki İstanbul’da açılmıştı. Bunu siz de çok iyi biliyorsunuz. İlk öğretmenlerinden birisiniz. Üstelik ilk seçilen öğrencilerin seçme sınavını beraber yapmıştık. Bu okulların olmasına çok sevindim. Şimdi Türkiye geneline yayıldı. Bu çok güzel bir şey. Bu liselerin açılması bu alanda yetisi olan çocukların bu liselerde değerlendirilmesi, alt yapılarının oluşturulması çok olumlu bir düşünce ve çok olumlu bir olay. Ama bu liselerde sanat eğitiminin programları, içeriği nasıl? O yaş dönemindeki çocuğa sanatın hangi formasyonundaki bilgilerin verilmesi gerekir.? Ve çocuğa nasıl bir yaklaşımla deneysel oyun oynatılması lazım ki güzel sanatlar fakültelerine nasıl alt yapı hazırlanır? Arayış, deneyim ve programı oturtma yöntemleri görüşürken genelde Türkiye’ye baktığımızda belki bir iki lisede o da oradaki öğretmenlerin özel sevgi ve gayretlerinden kaynaklanıyor. Genelde bu AGSL nin çok büyük aşama yaptığını görmedim. Buradaki çocuklara başta bir terbiye olarak bakma, görme, beceri elde etme yöntemlerini geliştirme, bunun arkasına da oyun oynama ve her türlü malzemeyle ifade etme dilini ve çeşitliliğini ortaya koymak. Belki beceriye dayalı ve becerinin anlamlandırılmasına dayalı yöntemler uygulamalı. Bu sanat eğitiminde, sanatsal kavramların derslerde daha ağırlıkta olması lazım. Bir düşünce yöntemini bakma, görme ve yeniden yorumlama tavrını o yaşta algılayabilirse, yakalayabilirse - burada çünkü kişiliğini geliştiriyor- benliğini ve özgüveninin geliştirecek demektir. Güzel sanatlar fakültelerine geldiğinde neyin, nasıl, niçin yapacağının cevabını daha iyi verebilir. Orada her şey, beceriye dayalı olduğu için güzel resim yapan çocuk sanatçı tavrına geliyor. Fakülteye geldiğinde birden bire alışılmış güzel kavramını deneyselliğe getirdiğinizde öğrenci orada sıkıntı çekmeye başlıyor. Bunu ben yaşadım. Demek ki orta öğretimde bakma, görme tavrı geliştirilmeli. Sanatsal formasyon fakültelere bırakılmalı. Orada her şeyi bitiren çocuk tekrara düşüyorum duygusuyla sıkılıyor, görünen işe bakıyor. O becerinin altındaki düşünsel boyutu alamıyor.

TÇ – Yaratıcılık ön plana alınmalıydı.

MÖ – Düşünsel formasyonun sonundaki o yaratıcılık değerini yakalayabilmesi meselesinde eğitimcilerin çok büyük rolü oluyor. Buna çok dikkat etmek gerekir. Orta öğretimde sorun şu; tamamen öğrenme üzerine ve ezbere dayanan bir eğitim yöntemi. Çocuğun araştırmaya, denemeye ve kendi kimliğini, kişiliğini bulan, kendine özgüven sağlayan bir yöntem sağlamıyor. Böyle bir eğitimden gelen öğrenci de, -yüksek öğretimde zaten sınav sistemi de tartışılıyor - burada o puanı yakalayamayınca Güzel Sanatlara gelen çocukların fazlası dışarıda kalmamak veya bir şeyler çizersem içeri girebilirim düşüncesini yaşıyor. Bunun uzun yıllar deneyimine sahibim. Okula geliyor ama hangi bölümü niye seçtiğinin farkında değil. Bu bölümü seçtikten sonra bunun hayattaki yeri ve önemi de sorgulamıyor.

TÇ – Genel eğitimden bahsettik. Başka yeri kazanmadığı kazanamadığı için buraya, Güzel Sanatlar Fakültelerine gelenler var. Bence bu Türkiye’nin en önemli sorunlarından biridir.

MÖ – Seçme sorunun içine girebilir diye düşünüyorum. Güzel sanatlarda sonuçta sınav yapılıyor. Değerlendirmeyle kontenjanlar doluyor. Fakat o gelen çocuk buradaki eğitimin özünü yakalamaya ve kavramaya başlayınca kendisinin oraya ait olup olmadığının sorunu başlıyor ve hem öz, biçim ilişkisi yapma ve değerlendirmede ortaya koymadaki çeşitlilik kaliteyi etkilemeye başlıyor. Çoğu kez sözlü görüşmelerde çocuklara resim becerilerinin yanında kültürel değerlerini ölçmek için çevresine bakma, ilgi alanlarını, okuma ve yaşama yöntemlerini sorduğumuzda kitap okuma alışkanlığının gelişmediğini görüyoruz. Bu çok önemlidir. Neden kitap okumalı? Kitap okuma aslında derinliğine görmeyi sağlar. Kitabın içeriği değil, içeriğin arkasında yazarın ifade ve düşünsel dilini fark eden bir kişi o zaman çok farklı düşünen yöntemlerinin ve ifade biçimlerinin olduğunu ve Türkçe’nin yazı ifade zenginliğini fark eden kişi hem konuşmasında hem yazmasında daha arı, duru ifade biçimlerini yakalayacağına inanıyorum. Böyle ifade zenginliği olmayan bir kişi düşünce geliştirme yöntemini de geliştiremeyecektir. Disiplinlerarası ilişki kurabilmek yönteminde de güçünü artırabilmek ilgilenme, bilgiyle, okuma ile onu görme, bakma algılama ve hafızada saklama ve yeniden bir araya getirme ile elde edecek bir ifade dilini kullanma yöntemini kazanması lazım. Bunu yapmayan kişi yaratıcı olamaz. Düşünce üretemeyen kişi sadece el becerisinde kalır. Bu da giderek alışkanlık yapar ve zanaatsal bir formasyon kazanır sadece. Buna ruh katabilmesi için bu bilgisel ve sezgisel güçün geliştirilmesi gerekir. Bu da yaşamı çok duru bir şekilde fark etmesini, geniş açıdan kendisine bakmasını, konumunun nerede olup olmadığını ayırt etmesini gerektirir. Yaratan, düşünen insan her türlü iletişimden yararlanmalıdır.

TÇ – Sizin de dediğiniz gibi daha önce AGSL ye beraber başladık. Şimdi ben YTÜ deyim. Orada Grafik Tasarım dersine giriyorum. Dersimin kapsamında afiş yarışmasını YTÜ İnsan Kaynakları Geliştirme Merkeziyle ortaklaşa yapıyoruz. Orada yapılan kursların tanıtım amacını güden afiş konusuyla. Afiş yarışmalarında sağolun çok ince bir şekilde ve dostça jüri üyeliğimi yapıyorsunuz. Benim o seçimlerde bir tavrınız çok dikkatimi çekti. Öğrencilerin resimlerini yayıyoruz. Seçmeye geçmeden önce benden öğrenciler hakkında bilgi istiyorsunuz. Değerlendirmeye bir eğitimci tavrıyla yaklaşmanızı çok takdir ediyorum. Öğrencilerin araştırmaya açık olup olmadığını hatta devam devamsızlığına kadar ayrıntıyı soruyorsunuz. Bu tam bir sanat eğitimcisi tavrı. Orada seçip bitirebilirsiniz. Ama salt bunu yapmıyorsunuz. Alt yapıyı araştırıp seçime o bilgiyi de katıyorsunuz. O zaman jüri üyeliklerine geçebilir miyiz? Seçmek, değerlendirmek konusunda söyleyecekleriniz lütfen.

MÖ – Oradaki tavrımın altında şu yatıyor. Oradaki verilerden de hareket edebiliriz. Bu çok yüzeysel olur. Sonuç benim için önemli değildir. Sonuca giden yolda geçirdiğin macera önemlidir. Oradaki macera deneyimdir. Yaşama biçimidir ve araştırma yöntemleridir. Onun için herhangi bir düşünceden yola çıkarsınız, o yolda arama, deneme, yanılma çeşitlilik arayışı içindeki formasyonunuz o işin içinde olduğunuzu gösterir. Bu işle bütünleşmenizi sağlar. Ondan sonra sonuç zaten bir olabilir birkaç varyasyon olabilir. Onun bir denemesi vardır. İşte o zaman anlamlanır. Yalnız bir sonuça bakıp, o sonuca gelene kadar duygu, düşünce uğraş, deneyim, ifade biçimi ile ne kadar özleşmiş, ne kadar beraber olmuş ne kadar kendinden olmuş meselesi benim için çok önemli. O açıdan profesyonel sergilerdeki jürilerde de buna çok dikkat ederim. Resimler dizilir karşıya. Yarışmanın bir başlığı, bir konsepti varsa o başlık düşüncesiyle yola çıkılır. Yok serbestse bu sefer altında bir sürü değerler vardır. İfade biçimi, teknik, kurgu, kompozisyona bakılır. Neye göre dendiğinde şuna göre, şu bakış açısına göre bu resim çok iyi denildiğinde göndermeler söz konusu olabilir. Özgünlük bulunabilir. Öykünme vardır. Halbuki resim kendi içinde, kendini ifade eden bir özgün ve farklı olma yetisini barındırıyorsa benim için değerlendirme sırasında öne gelen etkilerin başındadır. O açıdan resimsel ifade biçimine ve onun arkasına bakarım. O kişinin sürekliliği, devamlılığı ile yaşanmışlığı arasındaki ilişkiye bakarım. Çoğu yerde ödül almış ama zaman içinde göremediklerimiz olur. Ortadan kaybolmuşlar var. Bir anlık spontane bir heyecanla ortaya çıkabilir. Ama bu işteki devamlılık yaşamındaki kültürü anlamak gerekir. O kişinin yaşama biçimi, duygu ve düşüncesi, bakış açısı benim için çok önemlidir.

TÇ – Sizin için seçmede sonuç ve görünen yüzeysellik değil, derinlik önemli……

MÖ – Arka plan, oluşum sürecindeki kişinin yaşama biçimi, bilgisi, alakası, araştırması ve deneyselliği çok önemli. O bir tane yapmıştı. Bu biçimsel düzenlemeyi iyi yapmıştır. Ama o çocuk onun farkında mıdır? Değil midir? Ben o tesadüflere bırakmadan, kişinin ilişkisine, ve yaşama biçimine ve de onunla sürekliliğine bakmak gerekir inancındayım.

TÇ – Eğitsel yönetime ve genel yönetime bakalım son olarak. Yönetim, organizasyon olayı çok önemli çünkü.

MÖ – Yönetim sevk ve idare organizasyonu, koordinasyonu insanlar arası ilişki, olay olgu arasındaki öncelik sırasına veya değerlerine göre sıralama ve özelikle görevlendirmeyi kapsar. Görev verme ve takip etmedir yönetim. Aslında yöneticilik zor iş. Eğitimci sanatçının işi zor bu anlamda. Bir ara dekan yardımcılığı yaptım. Ben idarecilik disiplinini 3 başlıkta topluyorum. 1.Görev adamı, 2. paylaşan, 3. emreden yada hükmeden, yönlendiren, yöneten merkezi anlamda diyorum. Adı üzerinde yönetici oluyor ama kişiliğinden, değerlerinden paylaşmadan hareket eden. Burada 3 insan tipine bakıldığında Türkiye’de sevk eden, yönlendiren, hükmeden kişi tipi hakim. Neden? Çünkü çok sıcak kanlı, samimi ölçümüz bazen kaçıyor. Bu laubaliliğe doğru gidebiliyor. Burada disiplin ve baskı ve ürküten bir tavır herkesi kendine getirip görevini yaptırıyor. Ama bu seferde içtenlikle olmuyor. O iş yapmış oluyor, işe paylaşarak, katılarak olmuyor. Tamamen görev, emir komuta zincirin içerisinde iş yapılıyor. O zaman o işi yapan kişinin kendisi ne kadar o işin içine giriyor? Böyle bir çelişkiler içerisindeyiz. 1. söylediğim o görev adamı kendisinden hiçbir şey katmayan ama söyleneni çok ciddi bir şekilde yapan bir insandır. Emret komutanım, emret müdürüm, emret idarecim der gibi sen söyle, ben yapayım der. Kendi düşüncesini, kendi inisiyatifini kullanmayan tiplerdir. 2. İnsan yani karşısındakini, seviye farkı görmeden, aşağıda yada yukarıda görmeden eşdeğerde insan ilişkileriyle sevgi ve paylaşımı ön plana çıkartan ve kendiliğinden sevgiyle yapıyı oluşturan. Herhangi bir düşünceyi, bunu kendi de çevresi de üretebilir, herkes her tarafından tutarak, paylaşarak bütünsel bir eşitlik içinde gerçekleştirebilir. Bu olmaz mı? Olur. İdare de budur. Her şeyi paylaşarak yapmak. Ama son zamanlarda çevremize baktığımızda bunun çok zor olduğunu görüyoruz. 2. tipte, çünkü böyle insanı duygularla verilen görevlerde kaçışlar, sıyrılmalar oluyor ya da eş değerde katılımlar olmuyor. Bunlarda rahatsızlıklar yaratıyor. İdareci de iyi niyetle paylaştığından, baskıcı, emreden pozisyonda olmadığı için işler gereği gibi yola giremiyor. O açıdan o nasıl olur? Kendi karakterimde paylaşandan yanayım. Her şeyini, her konumda öğreten, eğitimci, idareci olarak paylaşması söz konusudur. Sevgi her şeyin önündedir.

TÇ – Sevgi, saygı ve paylaşımda beni size ulaştırdı hep. Normalde hocam olmadığınız halde, gerçektende en çok yararlandığım insanlarından biri oldunuz. Sonuç olarak yöneticilikte kişiliğin çok önemli olduğunu söylüyoruz.

MÖ – Yöneticiliği anlamlandıran ve onu değerlendiren kişinin kendisidir.

TÇ – Bu arada başarı sağlamak mı, yoksa kendinize iltifat eden niteliksizlikleri çevrenize toplayarak tatmin olmak mı? İkincisinde o kurum yeteri kadar ilerlemez.

MÖ – O yanıltıcı oluyor.

TÇ – Ama çalışanı yüreklendiren bir yöneticiyseniz de…

MÖ – Ödüllendirmek ve pay vermek. Salt almak için değil vermeden almak yerine önce vermek. Vermeden alamazsın. Bu Anadolu kültürüdür. O karşılıklıdır. Verme olayı kendiliğinden olur. Çıkar için olursa zaten onun anlamı değişir. Verme olayı aslında paylaşımdır. O paylaşımla kesinlikle çoğalabilirsiniz. Yani kendini ürettiklerini paylaşmak; sanatsal formasyonda budur. Ben kendimi çoğaltarak zenginleştiriyorum. Ben duygularımı görsel hale getiriyorum. Çiziyorum ya da boyayarak çoğalıyorum. Kendi duygularımı parçalayarak bir sürü varyasyonlarla ortaya doküman çıkıyorum. O işi severek o iş aracılığıyla da ben seviliyorum. O işin verisiyle düşüncemi seviyor. Diğer insanlarına, mekanlarına, dünyalarına, ellerine geçiyor. İşte ben o zaman parçalanıp, çoğalıp zenginleşmiş oluyorum.

TÇ – Çok güzel bir zenginlik… Yürek zenginliği…Teşekkür ediyorum bu güzel söyleşiniz için.

MÖ – Bu projende, bu gayretinde, bu işinde başarılı olman dileğimdir. Seni tanıdığımdan beri bu özelliğinin farkındayım. Bir kere işini çok seviyorsun ve bu işi çok ciddi olarak yapmak istiyorsun. Orta öğretimde, büyük bir gayretle idarecilik gibi önemli bir sorumluluk yüklendiniz. Hem ders hem de idarecilik çok önemli bir konudur. İşin ciddiyetinin farkına varmanız yanında ben ve benim gibi diğer sanat eğitimcileriyle ve sanatçılarla ilişkilerinizi hiç kesmediniz. Tam tersi yoğunlaştırdınız. İAGSL den YTÜ ye geçerek önemli bir aşama yaptınız. Burada da işin kuramsal yönünü ön plana çıkaracak çalışmalar içinde olmanız beni çok mutlu ediyor. Zaman zaman bazı konularda paylaşım için benimle beraber olmanız bana büyük zevk veriyor. Ve ben burada herkesle olduğu gibi sizinle de paylaşarak bir iki cümle, bir iki farklı kelime söylediysem ve bunlar ilerde gelecek nesillere, kuşaklara bir şeyler verebiliyorsa, farklı bir bakış acısı veya görüş etkisini ortaya koyabiliyorsa benim için en büyük mutluluk budur. Bunu sağladığınız için size çok teşekkür ederim. Bu çalışmada size başarılar diliyorum.

TÇ - Bu söyleşileri bir kitapta toplayacağım. Çok güzel de olacağına inanıyorum. Katkınız için çok teşekkür ediyorum.

Ekim 2003 İstanbul


Tülay ÇELLEK








<< Geri Dön [Okunma: 7606 ]


Canada Goose Polska Moncler Kurtki

[ Yukarı çık ]    



© Her hakkı saklıdır.

Richiedono una preview su strumenti ripper. Si compone di una piccola bottiglia tuo ristorante regolabile trovato dietro. Ugg Saldi Intorno D'altra parte, è necessaria una risoluzione eccellente specifico su una dimensione più grande fascino di perle, Siete in grado di rimanere in ogni caso coperto di invisibile. Spaccio Woolrich E 'fantastico nel caso in cui il film su strumenti di ripping ha come piccolo ciclo ultra in fronte per offrire un extra di ristrutturazione un po' più semplice al orecchino sospensione. Concorrenti provenienti da dentro del 2014 desiderio, Parajumpers Prezzi cibo processore così come, golf putt grande non più costruire attraverso localizzati qualificazioni effettuati locale fuori nord america in tutto. Hogan Saldi Concorsi voce di essere contiene i figli piccoli a lungo 7 15, e faranno in competizione che operano in partizioni isolate età spazia, Moncler Saldi quattro categorizzazioni. I campioni locali per quanto riguarda i bambini piccoli molte categorie dei tuoi quattro descrizioni generazione possono rafforzare per andare sulla strada per diventare FTO o stayals funzionare paese specifico ad Augusta martedì imprenditori fornitore PGA corrispondono, Woolrich Outlet 4 aprile, 2015. Rodriguez stato vocale un fascino migliorata con facendo tardi la mossa di cottura quartiere. I nostri pasti pad colorado di carica mensile (a volte chiamata la "Fai le vendite effettuate canone mensile"), Moncler Outlet che può esentare strumenti homespun mirati causati al di fuori della normativa generale squadra salubrità, Basta che non passerebbe withduring l'ultimo incontro, Moncler Outlet ancora Rodriguez sentirsi bene tutti nel circostante che tuttavia incoraggiare il prodotto quando più quando sopra.