Tülay Çellek
  Mavi bir günaydın yolluyorum sabahına
Yüreğimin sıcaklığını da gününe...
 Sending a blue ‘bonjour’ to your morning,
And the warmth of my heart to your day…
 Tülay ÇELLEK


Ana Sayfa
Yazılar
Şiirler
Poems
Söyleşiler
Tül'den Yansımalar
Resimler
Art
Fotoğraflar
Photograph
Karikatür / Çizimler
Cartoon / Drawings
Tasarım
Design
Tipleme
Character
Barış
Peace
Gerze
Ders Notları
Lesson Notes
Özgeçmiş
Autobiography/cv
Belgeler
Duyurular
Değiniler
İletişim
Contact

Yayın Tarihi: 27.10.2003  

<b>ANKARA COŞKUSU</b>


ANKARA COŞKUSU


ANKARA COŞKUSU



Ankara’ya gidemeyecektim. Çünkü soğuk algınlığı geçiriyor ve antibiyotik kullanıyordum. Ama gidememek bende öylesine gerginlik yarattı ki başım da ağrımaya başladı. Ve dedim ki, “İstanbul’da kalıp her gün vicdan azabından ölmektense, Ankara’da bu uğurda bir kere ölmek iyidir.”

Sekreter hanımın hareket saatini yanlış söylemesi nedeniyle erken gelmeme karşın treni kaçırdım. On buçuk treni demişlerdi. Gittiğimde, on treni oradaydı ama bir gariplik vardı. Bizden kimse yoktu. Tabii bana verilen saate göre hareket ettiğimden etrafı dolaştım, bizimkileri bulmak için. Nihayet telefonla ulaştığımda ise trenin İstanbul’dan çıkmak üzere olduğunu öğrendim. Nasıl üzüldüm. Kendimi o kadar çok hazırlamıştım ki. Bir ara yaslanmak için duvar arar oldum. Çünkü dizlerim tutmuyordu adeta. Bu arada telefonla konuşurken sesim hüzünden titremeye başlamıştı. Telefonda üzülmememi, çözüm bulacaklarını söylediler. Meğer araba da varmış. Yaşam başlamıştı işte o an. Tanımadığım ama benim gibi düşünen binlerce insanın içinde yürüyecek, bu güzelim insanlar benim dostum diyecektim. Ve moral bulacaktım.

Araba beni almak için uğradığında garajlarına hala yüzüm kıpkırmızı ve oluk gibi ter akıyordu. Çünkü onu da kaçırırım korkusuyla o kadar koşmuştum ki. Nihayet arabaya binince kendimi emniyette hissetmeye başladım. Hayal kırıklığım geçmişti. Kendimi hazırladığım güzelliğin, Ankara buluşmasının içinde bulacaktım. Yabancı bir film adı gibiydi yaşadıklarım. Yalnız bayanın adını unuttum. Bir isim uydurayım. “Tina Son Treni Kaçırmadı”, diyordu. Ben treni kaçırmıştım ama çok güzel bir ortama da düşmüştüm. Otobüste öğrenciler vardı ve neşe doluydu. Gençlik ne güzel şey. Sabaha kadar şarkılar, türküler söylediler. Hatta “yerim dar, oynayamam” demeden otobüsün dar koridorunda halay bile çektiler. Daha Ankara’da binleri görmeden mutluluk dolmuştu içim. Ata’ya böyle gitmek o kadar güzel, öylesine duygu doluydu ki. Gençliğin coşkusu içimi sarmıştı. Sabahın erken saatlerinde yeşillik bir alanda kahvaltılar yapıldı. Alana geldiğimizde ise çok kişi yerini almıştı bile. Tabii ben organizasyonun çok güzel olmasına karşın, topluma katılmak için yapılan yürüyüşte geç kalmıştım. Köprü üzerinde bir polis birilerine telsizle, “parça parça geliyorlar” diye bilgi veriyordu. Unutmamak gerekir ki “Damlaya damlaya göl oluyor”. Ve parçalar birleştiğinde bütünlükten kuvvet doğuyor. Toplanılan meydana gelindiğinde Yıldız’ı kaybetmiştim. Ama gözlerim her tarafta, rengarenk giysilerde, gençlerde, olgunlarda, çocuklarda. Nihayet duvara çıkmış çekim yapan birini görünce “Yıldız Teknik Üniversitesini arıyorum, kameranızdan görüyor musunuz? ” Dedim. Hem kameraman hem de yanındaki hanım, “arkanı dön görürsün.” Dediler. Hep birlikte yürüyüşe geçtik. Güneşte yavaştan parlamaya başladı. Ve Anıtkabir’de binlerce güzelim, yiğidim insanın üzerine doğarak etrafı aydınlattı, yürekleri ısıttı.

Yıllar önce Ankara’ya gitmiş, arkadaşımdan rica etmiştim. O da sağolsun beni Anıtkabir’e götürmüştü. Bu gün gibi anımsıyorum. Yapının büyüklüğünden çok etkilenmiştim. Heykel, ve duvar resimleri - kabartmaları duygu yüklü bir gün geçirmeme neden olmuşlardı. Bir de yine birkaç yıl önce, N. N. Eren Beyin Anıtkabir’le ilgili saydam gösterisi yaptığını duymuştum. Ona rica ederek İstanbul Anadolu Güzel Sanatlar Lisesinde, bir 10 Kasım programında gösteri yapmasını sağlamıştım. Gerçekten hayatımda gördüğüm en güzel gösterilerinden biriydi. Anıtkabir’in hakkı verilmişti. Üstelikte çok titiz olduğu halde bizim perdeleri bile tam kapatılamayan, vasat salonumuzda gösterisini yapmıştı. Baktım ki gösteri hakikaten çok güzel, hemen yanımızdaki Erenköy Kız Lisesine haber vermiştim. Bir de oradaki öğrencilerin ve öğretmenlerin bu gösteriyi izlemelerini sağlamıştım. Onlarda sürekli teşekkür ederek bu gösteriye çağrılmaktan duydukları memnuniyeti belirtmişlerdi, durmadan.

Böylece üçüncü kez görecektim Anıtkabir’i. En görkemli görmem de bu seferki oldu. Anıtkabir’i insan seli doldurmuştu. Çocuğu, genci, yaşlısıyla. Arkanızı döndüğünüzde olağanüstü bir kalabalık, önünüze baktığınızda muazzam bir insan seli… Sanırım duygularımı yeteri kadar sözcüklere sığdıramayacağım. Bazı şeyler yaşanmak ister.

Ata’nın önünden geçerken, “iyi ki var oldun. Bu kadar güzel insanı bir araya topladın. Sen belli ki ölmedin. Yüreklerdesin Atatürk’üm” dedim. Sen ölemezsin. Bak bu birliktelik, sayenizde yüzlerimize birer gülümseme oturtarak huzurunda yürüyoruz. Görevliler kalabalık karşısında ortadaki sınırlı alanı durmadan daraltmak zorunda kaldılar. Evet karanlıklar daralıyor. Çünkü aydınlık geliyor. Evet haksızlık küçülüyor. Çünkü haklılık büyüyor.

Bahçede gördüm ki, insanlar ailece gelmişler. Ufacık çocuklarını da getirmişler. Bir sevimli çocuk etrafta koşuyor, mutluluktan çığlıklar atarak. Ne mutlu aydın bir ailesi var. Ne çok mutluyum ki böyle geleceğimiz var. Bu arada anı-aile fotoğrafları da çekildi. Hani televizyonda izleriz. Dünyanın ileri gelenleri toplanır ve aile fotoğrafları çekilir. O gün biz de böyle bir aile fotoğrafının içinde yer aldık.

Gün aydındı, gönüller şen. Çünkü çirkinliği yok etmeye gelmişti bu güzellikler. Meğer ne çok dostum varmış. Ve ben treni kaçırmamıştım aslında. Teşekkürler, güzel insanlar, teşekkürler can dostlar. İyi ki varsınız. Yaşam sizinle anlamlı. Yalnızlığımı unutuyorum sayenizde. Yüreğim, siz yiğit insanlarla birlikte çarpıyor. Sağolun.

26-10-2003 / İstanbul






Tülay ÇELLEK








<< Geri Dön [Okunma: 3099 ]


[ Yukarı çık ]    



© Her hakkı saklıdır.