Sanatın yorumu, sorgulanması hatta tanımlanması insan varolduğu sürece yapılagelmiştir. Bu önceleri belki bilisiz, mistik, büyüsel ögelerle yapılmış, değişim çerçevesinde felsefi ve bilimsel bağlamda ele alınmıştır. Bence yorumların en güzellerinden birini E.H. GOMBRICH yapmıştır, ”sanat yoktur sanatçı vardır” diyerek.. (Sanatın Öyküsü-Remzi Kitapevi) Önemli olan bireyin kendisidir. Kendi çerçevesinde oluşturduğu istemler, duyumlar, algılar ve verileridir. Yaratıcılığın özünde de bu vardır. Var olanlar arası yeni ilişkilerin kurulması bireyin yapısıyla, eğitimiyle ilintilidir. Sanatçının ya da bilim insanın kimliği olmasaydı tabii ki üretimi, yaratımı olabilir miydi? Tartışılır. Çünkü Sanatçının normlarıyla toplumun normlarının çakışması noktasında üretim, yaratım başlar. Şiir başlar, müzik başlar. Bir yapıtın oluşum koşullarını bireyin çevre koşulları kadar algı, duyum, sezgi bakış açısı vs. belirler. Ancak burada ülkemizde yıllarca tartışılan “sanat, sanat için mi, toplum için mi?” sorusuna gelebiliriz. Bunun ayrımından son derece rahatsız olduğum halde. Çünkü her şey önce kendisi için var olmak zorundadır ki varlığı diğerlerine ulaşsın. Eğer Grafik Tasarım da olduğu gibi estetik tarafı kadar işlevsel tarafı da varsa yararlı olsun.
Sanat, toplumun siyasi, ekonomi, bilim, felsefe, gibi tüm yapısının içinde yer alan bir olgudur. Bunlar gelişip, değiştikçe sanatta değişip dallanacaktır, dallanmıştır. Çünkü bilimin de katkısıyla gelişen, oluşan bazı teknikler de sanatın malzemesi olacaktır. Örneğin, fotoğrafın yaşama girmesiyle resmin işlevinin, yapısının başka yaratım alanlarına kayması gibi. Böylece Resimsel akımlar farklılaşırken Sürrealizm, Ekspresyonizm gibi, Grafik Tasarımda Bilgisayar Grafiği vs. alanlarına yayılacaktır, yayılmıştır. Tüm bunlar toplumun yaşadığı süreçlerin göstergesidir. Yani duygusu kadar o dönemin toplumsal yapısıyla, anlayışıyla çok yakından ilintilidir. Örneğin Gotik Sanatı. Her şey, her yapı göğe doğru yükselir. Çünkü dinsel nedenler taşır. Rönesans ta her şey yana doğru gelişir. Çünkü dünyevi sebepler öne geçmiştir. Bilim söz konusudur. Bu bütünlük içinde düşünsel boyut, duygusal boyut ve birey zamanın kendine verdikleriyle yön tayin eder. Ancak burada genel bir değerlendirme içinde olurken tarihsel gelişim çerçevesinde yaşanılan bazı olaylara da eleştirel bakmak gerekir. Toplum içinde bir birey olarak ele aldığımızda sanatçı , ısmarlama bir sanatı üreten de olamaz. Yani Hitler ve Stalin döneminde yapıldığı gibi. Sanat bir kurumun, hükümetin, siyasetin hizmetinde olamaz. Olsa da slogan olmaktan öte gitmeyen bir şey olur. Bu da sanat olarak nitelendirilemez. Çünkü sanatın kendi dili vardır. Ayrıca özgürlüktür sanat. Yıllar önce İstanbul sinema günlerinde bir filme gitmiştim. Ne yazık ki sanırım tek sözcük olan filmin ismini anımsayamıyorum şimdi. Hitler Almanya’sında sanatçılar tutuklanır, kaçabilen de kaçar. Ancak bir sanatçı Hitler’i kabullenir ve emrinde çalışır. Sonunda yine de çok kullandığı halde Hitler onu öldürmeye kalkar. Sanatçı bunu fark ettiğinde çok geç kalmıştır. Sonunu kabul etmek zorunda kalır. Hangi fikir olursa olsun zorla kabul ettirilmeye hele hele sanatı kullanmaya kalktığında aydınca olamaz. Yerini de bulamaz. Bir tiyatroya gitmek tüm dertleri unutmak, salt körü körüne , düşünmeden gülmek demek değildir. Ama bu içinde saklıdır. Zorlamadan, estetik değerler ve kendi dili içinde vereceğini verir. Sanat zaten bir nevi karşı çıkıştır. Ama yineliyorum, bu sloganvari değil kendi özgünlüğü, özgürlüğü ve kendi dilinde olur. Sanırım Goethe demişti “ ya çekiç olup ezeceksin, ya örs olup ezileceksin” Ama yine de Sayın Kemal Özer’in Sivas’ın yangınını anlatan şiirini şiir yapan, salt o yangın olmasa gerek. Muhaliflik içinde taşıdığı, taşıyacağı yaratıcılık olgusuyla değerlidir. Üstelikte bu kavga hep vardır , olacaktır da. Nasıl her yeni sanat akımı eski akımlarca küçümsenmiş, yok edilmeye çalışılmışsa da gücü, kuvveti oranında varlığını sürdüre gelmiştir.
Eski Milli Eğitim Bakanlarından rahmetli Avni AKYOL’un bir kitabının girişinde okumuş aynı şeyi Sayın Prof. Dr. Özcan KÖKNEL’in konferansında dinlemiştim. “Zamane gençleri ne kötüleşti, ne laubali oldu, ne saygıları kaldı, ne sevgileri” deniyordu. Bu sözler Milattan önce bir yönetici tarafından söylenmiş bir de Milattan çok sonra hemen hemen aynı sözler bir başka yönetici tarafından da söylenmiş. Hele şimdi teknolojinin de getirdiği yabancılaşama, yalnızlık ve sanat....
Sonuçta sanat slogan haline getirildiğinde sanat olmaktan çıkar öncelikle. Sanatın kendi dili vardır. Bu dil doğru kullanıldığında yapıt özelliği taşır. Yoksa kapitalizmin ya da sosyalizmin sloganlığını yapmış ve tamamen özerk olamamış, nesnel boyutu öznellikle buluşamamış sanat, ürün olur, yapıt değil. Ayrıca eğer bilgi insanı sanatçı yapsaydı sanat tarihçileri en iyi sanatçı konumunda olurlardı. Şunu hiçbir zaman unutmamak gerekir; her şey önce kendi için vardır, sonra toplum içindir. Bu duyumsal boyut slogan örtüşmesiyle noktalanamaz. Ancak toplumda farklı görüşler de olmalıdır ki çeşitlilik, zenginlik ve ilerleme olsun.
Günümüzde kavramsal sanat da içinde felsefeyi barındırıyor. Ama kullandığı malzemelerle ifade boyutu slogonsal değil. Nerede ne konuşulacağı ve ne giyileceği iyi bilinmeli. Tabii ki salt aşk şiiri olmayacak. Toplumun bağrından çıkan, insanın benliğinde yaşadığı her konu da şiirin konusu olabilir. Bir zamanlar Filistin şiiri okumuştum. Nazım’ın şiirleri, B. Breht’in şiirleri... Ama dili şiirin özerk tarzıdır. Özü anlatmanın yolunda bu tarz daima önde sanatta. Her ne kadar sanat yorumlarından-tanımlarından demeyeceğim- sanat biraz öz, biraz biçim biraz da bilim değerlerinden oluşur deniyorsa da. Bu da bireylere göre değişiyor. Yani sunulan ya etkili oluyor ya da silinip gidiyor zaman içinde.
Charles Baudelaire, “M. İngres’in başlıca HATASI, gözünün önünde poz veren her tipe, klasik düşünceler repertuarından ödünç alınmış, aşağı yukarı eksiksiz bir mükemmellik DAYATMAK istemesidir” demiştir. ( C. B. MODERNLİK isimli yazısından)
Alman Joseph BEUYS, “sanat insan düşüncesi ve eylemiydi, dünyanın da çağımızın toplumsal ve siyasal kısıtlamalarına karşı eylemde bulunması gerekiyor.” “....dünyanın insan yaratıcılığı konusundaki anlayışsızlığına, kısıtlayıcılığına karşı savaş açılmalıdır” der.. ( Norbert LYNTON , POSTMODERNİZM VE SANAT )
“Gerçek sanatın kökeninde, birikmiş bir duyguyu dile getirmenin iç zorunluluğu vardır ve bu bir annede, gebeliğin kökeninde aşkın bulunmasına benzer...” “Gerçek sanat, günlük yaşama yeni bir duygu sokma sonucunu doğurur....”Leon TOLSTOY, SANAT NEDİR?
“... Sanat ise görünümleri derinliklerinden çıkarıp yassı bir yüzey üzerine yayarak insanı özgürleştirir.” “ Sanatsal görme içsel bir karara bağlıdır: Goethe gibi söylersek, bedenin gözü ruhun gözüyle çatışmaya girer ve birey ancak bu çatışan güçler üzerine verdiği kararla gerçek sanatçı olur.” Hermann BAHR, DIŞAVURUMCULUK
Van GOGH, CEZANNE karşı çıkışlarını, umutlarını, umutsuzluklarını renklerin dikkat çekici tonlarıyla ve çizgileriyle gerçekleştirdiler. Picasso’nun GUERNİCA’sı ise yazımın özünü anlatacak bir örnek. “Alman bombardıman uçakları, Guernica adlı küçük kasabayı bombaladılar. İşte o zaman Picasso, aradığı konuyu bulmuştu. Fakat bunun sonucu olarak yaptığı o ünlü tablo, ne o olayın bir betimlemesiydi, ne de bir silahlanma çağrısı. Bunun yerine bir duvar resminin geniş çerçevesi içinde, bir takım eylemleri ve simgesel anıtsal bir düzenlemeyle bir araya getirdi. Resimdeki simgecilik açık olmamakla birlikte, figürlerin ne yaptığını, örneğin atın acı çektiğini, boğanın kötü olduğunu çıkartabiliriz.......” Norbert LYNTON / Modern Sanatın Öyküsü - Remzi Kitapevi 1982
“Sanat, bir haz, bir avuntu ya da eğlence değildir; çok yüce bir şeydir. SANAT İNSANLARIN BİLİNCİNİ VE AKLINI, DUYGU ALANINA AKTARAN BİR İNSANLIK YAŞAMI ORGANIDIR” TOLSTOY
“Bir çok sanatçı, evreni görerek ve onun içine daha derinlemesine girerek, önceki günün hala canlı tasarımını yıktıkları için KARŞI ÇIKICI oldular.” Kazimir MALEVİC, SANATÇI
“..dün ütopik olan, bugün gerçek haline gelir” Vasili KANDİSKY, BÜYÜK ÜTOPYA ÜZERİNE.
Evet sanatçı siyaseti olan değil öncelikle ütopyası olandır. Görme biçimi önemlidir. Sanatta gören, görmek istediğini düşünceye dönüştürür, düşünce de algıya. Algının duyguya, sezgiye dönüştüğü sanatsal yaratma sürecini hayaller, ütopyalar zenginleştirir. Geriye seçilen teknikle yaratımı gerçekleştirmek kalır.
Bana tüm bu yazıları yazdıran ise siyasi bir dayatma değil. İşte anlatmak istediğimin özü bu. İnsan olan ben yazıyorum, çiziyorum özgürce. İçimden geldiğince. Duygulanımlarım ölçüsünde... Kaldı ki diğer yazılarımda da, sanatın ben de varım demenin bir yolu olduğunu, ölümsüzlüğün bir göstergesi olduğunu anlatıyorum.
Sanatı evrensel boyutta alıyorum her zaman. İnsanların dilleri, dinleri, renkleri ayrı olabilir. Ama inanıyorum ki bir Alman da savaştan benim kadar nefret eder. Bir İngiliz de benim gibi güzelliklerden mutlu olur. İnsanları, insanlığı ortak kılan duygular, duygulanımlar var. Sevinç, korku vs. gibi. Leonardo’nun bir yapıtı İtalyan olmasının arkasında değil insan olmasının arkasında öncelikle. Onu beğenmem benim Türk olmamın arkasında değil İnsan olmamın içindedir...Tüm bunlar da benim ülkemin özelindeki sorunların üzerine öncelikle gitmeme engel teşkil edemez. Yaşar Kemal için de, “artık Türk köylüsünü değil insanın sorununu anlatmalı” denmiş. Bunu da yadsımadan ve çok doğru bularak alıyorum. Fakat evrensellik boyutunda kimliksiz olmayı da kabul edemem. Geleneğimi yadsıyamam. Ancak orada kalmam. Çağın gereği hareket ederim.
Yazılarım ülkemin gerçeğini taşıyor ve Sanat Eğitimcisi olarak yazılıyor. Ama resimlerim farklıdır. İşte orada insanın, insan olmanın duyumları var.. Eğer soyut - somut sentezinde figürlerim varsa bunların alnında da Türk ya da Fransız yazmıyor. bakışları, içinde taşıdığı insan olmanın onurunu, hüznünü taşıyor ya da sevincini. Her yerde yaşanabilecek göndermelerle dolu olarak. Çevre sorunu salt Türkiye de değil tüm dünyada. Bu da içimde. Yerine, zamanına göre içerik taşıyor tüm yaptıklarım. Yoksa salt Sanat eğitimcisi boyutuyla sanat eğitiminin iç sorunlarıyla kalmadan bir insanın, eğilmesi gereken, yaşadığı tüm sorunsallar ya da duygulanımlar beni ilgilendiriyor ki kendimi sınırlamadan veya dayatmalara aldırmadan, Türkçe’nin bu denli yozlaşmasından da rahatsızlık duyarak, çevre sorunlarına eğilerek bir şeyler yapmak, değiştirmek, belki örnek olmak boyutuyla yaşıyorum. Kaldı ki Sanat kadar Sanat Eğitimi de evrensel boyut taşır. Ama tüm bunlara karşın sanatın bir dayatma olarak algılamasına da dayanamam doğrusu.
Güzellikleri, iyilikleri paylaşarak bitiriyorum, bir başka yazıya kadar...
KAYNAK
Modernizmin Serüveni-Bir “Temel Metinler” Seçkisi 1840-1990
Hazırlayan Enis BATUR
Yky . İkinci basım 1998
YTÜ Sanat ve Tasarım Fakültesi (SANTAS)
|