KOMPOZİSYON : Kavramsal ( nokta, çizgi, düzlem, hacim ) ve görsel ögelerin ( nokta, çizgi, renk, doku, boyut, biçim, yüzey ) belirli, bir düzen içinde bir araya gelmeleri kompozisyonu oluşturur. Kompozisyonda en önemli ilke, her şeyin bütüne ait ve uygun olması, hiç bir ögenin birbirine yabancı ve uyumsuz olmamasıdır. Yani bütünlüktür, bütünlük içinde çeşitliliktir.
Temel sanat eğitiminde, öğrencinin görsel ve duygusal gelişmesini hızlandırmaya katkıda bulunan görsel eğitim yaşam boyu devam edecek bir sürecin başlangıcıdır. Görsel ağırlıklı analiz çalışmaları ile görmesini, algılayabilmesini öğrenen bir öğrenci yeterli düzeyde görsel bilgi birikimini yani görsel bilincini geliştirmiş olacaktır. Böylece öğrenci çevresini daha duyarlı bir biçimde gözlemleme, ona karşı tepki gösterme, yorumlama ve yargılama alışkanlığını kazanacaktır. Bu tür bir duyarlığa sahip olunduğunda, çevresine ve olaylara bakmasını bilen, baktığını gören, gördüğünü değerlendirebilen ve bunlardan en doğru sonuçlara, yargılara, çözümlere ulaşabilen yaratıcı bir insan olabilmek söz konusudur.
Görsel eğitim iki tür beceriyi gerektirmektedir.
* Görsel keskinlik,
* Görsel ifade.
Görsel keskinlik; bireyin çevresindeki çok yönlü mesajları ve bilgiyi hızla ve açık bir şekilde görebilme yeteneğidir. Görsel keskinlik,ilgi alanlarına göre ağırlık kazanmaktadır. Bu nedenle görsel eğitim,ilgi alanlarının da genişlemesine katkıda bulunmaktadır.
Görsel ifade; görsel mesajları göstermek yeteneğidir. Görsel keskinlik aldığımız mesajlarla ilgilenirken, görsel ifade, yolladığımız mesajlarla ilgilidir. Görsel eğitimi başarmak için her ikisi de bilinçli olarak geliştirilmelidir.
Görsel mesajın, üç seviyesi tanımlanmakta: Bunlar, ifade, soyutlama ve sembolizmdir. İfade,gerçekte görebildiğimiz ve yaşadığımız şeyleri kaydetmeyi araştırır. Görsel iletişimde, soyutlama daha kuvvetli ve özü çıkartılmış bir anlama doğru bir basitleştirme olarak tanımlanmaktadır. Herhangi bir anda görülen şeylerin anlamını çıkartmak ve düzen yaratmak için görsel bilgi ile doldurulmuş olmak gerekmektedir. Bu, algılama denilen olgu aslında soyutlama sürecidir. Sembolizm de görsel mesajın basitleştirilmiş bir formudur. Ancak, gerçekte görülebilen için yerine geçebilecek ya da onu yansıtabilecek bir imajı ortaya koyar.
Görsel analiz, görsel eğitim ile başlar; bireyin çevresine karşı nasıl bakması, neyi görmesi gerektiğini anlama ve onun hakkında düşünme çabasıdır. Görsel analiz ile oluşan değer yargıları bireyin çevresine karşı ilgi duymasına, onu daha duyarlı bir biçimde gözlemlemesine ve çevresini yargılamasına olanak sağlamaktadır. Görsel analiz, his ve hayal gücünü harekete geçirerek amaca uygun yorumlama becerisini de kazandırmaktadır. Gözlemlerin ve fikirlerin sözcükler yerine çizimle not alınmasına yardımcı olmaktadır. Çizimle not almanın potansiyeli, kayıt yapmanın ötesindedir. Çünkü görselleştirilen bilgi, algılama gücüne bağlı olarak kaydedilir. Algılama gücü de, gözlem yapabilme kadar düşünme yeteneği ile gelişmektedir. Not alma alışkanlığı kazanmak için, görsel analiz yaparken bazı temel becerilere sahip olmak gerekmektedir.
Bunlar,
* Algılama
* Ayrıntıyı fark etme / soyutlama
* Hayal gücünün geliştirilmesi,becerileridir.
Gözlem yapma; herhangi bir şeyi çizmek için önce ona bakılması gerekmektedir. Bir çok insanın çizerken karşılaştığı güçlük, dikkatlice bakmak için zamanı yeterince değerlendirememesinden kaynaklanmaktadır. Eğitilmiş bir göze sahip olmak, görme duyarlılığı geliştirmek için sık sık çevreyi analiz eden çizimler yapmak gerekmektedir.
Algılama; duyu organları yardımıyla çevredeki objelerin, fark edilmesini, olayların açıklamasını içeren bir bilgi alma süreci sonunda ortaya çıkan psikolojik bir olgudur. Algı bir uyarıcı nedeniyle ortaya çıkar. Bir objeyi gördüğümüzde onun görsel algısını elde ederiz. Algılama insanın var oluşunun kültürel ve bireysel varlığına dayanmaktadır. İnsan dış dünyayı duyuları ( 5 duyu organı ) ile ve bunların algı haline gelmesi sonucu tanır.
Algının temel özellikleri:
* Algılama bireyden bireye değişen bir olgudur.
* Algılamada deneyim önemli bir rol oynar.
* Algılamada insan çevreden amaçlarına uygun bilgi almaktadır.
* Algılama davranışı yönlendirir, eylem için bir uyarıcıdır.
Kısaca algılama, belirli bir deneyim kazanmış, önceden bilgi birikimi olan bireyin sinir sisteminin ani tepkisi olarak düşünülebilir.
Ayrıntıyı görebilme, fark etme; algıyı artırmak için,onu bütünleyen, tamamlayan etkinlik ayrıntıyı fark etmedir. Görsel not almada hız ve doğruluk, her bireyin geliştirilmesi gereken bir beceri olmasına karşın, en yetenekli birey için bile zaman, sınırlama getirmektedir. Bilginin bir çok seviyesinin bilincinde olunduğu zaman neye önem vermek gerekiyorsa , o bilgi konusunda yoğunlaşabilir; bu şekilde davranarak ayrıntıyı fark etme için uygulama yapılır. Ayrıntıyı fark etme bir takım işaretlerle de ifade edilebilmektedir.
Hayal gücünün geliştirilmesi; gözleme dayalı tasarıma yönelik düşünmeye doğru ilerlemek için hayal gücünün geliştirilmesi gerekmektedir. Çünkü yaratıcı bir tasarımcı için en önemli araç, hayal gücünün gelişmesine katkıda bulunan görsel hafızadır. Birey, görsel hafızanın zengin bir koleksiyonuna sahip olmalıdır. Hafızanın zenginliği iyi gelişmiş ve etkin bir görsel algılamaya dayanmaktadır. Görsel imaj toplamanın ve algılamayı bilinçli hale getirmenin en kolay yolu görsel not tutmadır.
Görsel eğitim sonucu gelişen ( görsel keskinlik ve ifade kazanan, görsel analizi öğrenen, gözlem yapan, doğru algılayan, ayrıntıyı fark eden, hayal gücünü geliştiren) birey çalışmalarını iyi bir kompozisyonla ifadelendirir.
Kompozisyon, ögelerin bir sistem içinde, ilkeler bağlamında bir araya getirilmesidir; ancak bir üslubun karakterini de yansıtır bir bütündür. Üslubun karakteristiği bir dil ile yansıtılabilmektedir. Böyle bir dilin sözcüklerini doluluk-boşluk, görsel ritm, görsel denge, çizgi, doku, biçim vs. oluşturur.
GÖRSEL TASARIM İLKELERİ - KOMPOZİSYON İLKELERİ
ORGANİZASYON ÖGELERİ
* Durum
* Yöneliş ( konum )
* Alan kuvvetleri
* Mekan
KAVRAMSAL ÖGELER
* Nokta
* Çizgi
* Düzlem
* Hacim
GÖRSEL ÖGELER
* Biçim
* Ölçü
* Renk
* Doku
GÖRSEL TASARIM ÖGELERİ ( RESİMDE GÖRSEL ÖGELER )
* Nokta
* Çizgi
* Renk
* Doku
* Boyut
* Biçim
* Yüzey
GÖRSEL TASARIM İLKELERİ ( KOMPOZİSYON İLKELERİ )
* Zıtlık
* Egemenlik / odak noktası
* Görsel denge
* Görsel ritm
* Şekil - zemin anlatımları
Tasarım ögeleri iki ve üç boyutlu çalışmalarda kavramsal ögelerin yardımıyla algılanması sonucu anlam kazanır, iki boyutlu bir çalışmada ögelerin düzenlenmesi, organizasyonu, ilgili düzlemin uzunluğu ve genişliği üzerinde meydana gelir. Esas amaç düzeni ve uyumu sağlamak ve görsel ilgiyi ve anlamı ifade etmektir. Bu yaratıcı süreç, çizim teknikleri, baskı, boya, fotoğraf, tüm iletişim araçları ile ifade kazanır.
ZITLIK
Sözcük anlamıyla zıtlık; karşıtlık, karşıt olma, çelişki olarak ele alınmaktadır. Kontrast-karşıtlık kavramını geniş kapsamları ile ele aldığımızda ise evrende her şeyin karşıtlıklar dengesi içinde oluştuğunu görürüz. Bu sosyal yapıda da biçimsel yapıda da böyledir ve zıtlık yoksa hareket yoktur, varlık yoktur, süreç yoktur. Sanat açısından değerli görülen her yapıtta kuşkusuz çok iyi çözümlenmiş kontrast bir denge vardır. Bir şeyin değerlendirilmesinde karşıtlıklar daima ön plandadır. Zıtlıkta denge kurulması bir çok şeyi çözümleyecektir. Çünkü görsel anlamda en önemli belirleyici özellik zıtlık kavramındadır. Bu karşıtlığın boyutu bireye göre değişir. Bazılarında şiddetli, bazılarında yumuşak olabilir.
Ölçü zıtlığı, aralık zıtlığı, renk zıtlığı, doku zıtlığı, biçim, üslup zıtlıkları ilgi topladığı ve canlılık yarattığı için önemlidir. Örnekleri çoğaltmak mümkündür. Uzun – kısa, kalın – ince, dar – geniş, yuvarlak – köşeli, sert – yumuşak, mat – parlak, kuru – ıslak, hafif – ağır, siyah – beyaz vs.
Zıtlık konusundaki uygulamalarda; resim ve fotoğraflardan yararlanılarak anlam bağlamında zıtlık yaratacak bir yapıt üretilebilir. Anlam yanında biçimsel bağlamda zıtlık kavramından yararlanılarak çalışma yapılabilir.
Zıt malzemeler birlikte kullanılarak çalışılabilir vs.
Zıtlık kavramından örnekler; Degas, Matisse, G. Balla, L.W.ing-tong (fotoğraf), D. Lange (fotoğraf)
Matisse 1938 | |
Jim Dine |
Degas 1882 | |
Degas 1886 |
G. Balla 1914 | |
D.Lange Fotoğraf 1895-1965 |
Siu-man Han Fotoğraf 1972 | |
Karl Hugo Schmölz Fotoğraf 1986 |
EGEMENLİK / ODAK NOKTASI
Bir kompozisyonda kullanılan ögelerden birinin ya da bir grubun diğer ögelere göre ölçü, değer, renk, doku bakımından üstünlük sağlamasıdır. Her türlü egemenlik zıtlıkla sağlanır. Tasarımın esas düşmanı yeknesaklıktır. Gözlemcinin bir tasarıma ilgi uyandırabilmesi için hayalgücünü kurcalaması gerekir. Amaç dikkat çekmek ve bakan bireyde haz uyandıran bir düzenleme sağlamaktır. Bu bir kompozisyonda odak noktasının oluşturulmasını sağlamakla gerçekleştirilir. Son derece saf, soyut düzenlemelerde bile odak noktası bakan bireyin dikkatini çekecek; görsel heyecan uyandıracaktır. Birden fazla odak noktası, bir öge diğerinden ayrılırsa oluşur diyebiliriz.
* Ögelerin çoğu düşey olduğunda yatay formların bir kaçı düzeni keserse odak noktası oluşur.
* Ögelerin çoğu yaklaşık aynı ölçüde ve biri oldukça büyük ise bu öge görsel olarak önem kazanır.
* Ayırım yardımıyla odak noktasının oluşturulması; bu oluşum zıtlıkla, şiddet oluşturma diye de tanımlanabilir.
* Yerleştirme yardımıyla
* Beklenmeyen, ilginç ögeler dikkat çekerler.
* Ölçü büyüklüğü
- Renk yoğunluğu
- Doku yoğunluğu
Her yapıt bir dominant noktaya sahiptir genellikle.
Örnekler; Rembrandt, K. Kumaki ( fotoğraf ),
SiuP. Rubens 1612-14 | |
Karl Degas |
Picasso 1913 | |
Fotoğraf |
Pat Lacroix Fotoğraf | |
Threrry des Duches Fotoğraf |
Edward Weston Fotoğraf | |
Kizo Kumaki Fotoğraf |
Paula de Almedia Braga Fotoğraf | |
Fotoğraf |
DENGE
Denge değişik ölçüler arasında aranmalıdır. Resimde dengeyi dikey ve yatay çizgiler kurar. Denge salt çizgilerle değil, açık - koyu zıtlığıyla da verilebilir. Başarılı bir düzenlemede kullanılan ögeler birbirleriyle karşılaştırıldıklarından genelde bir denge hissedilmiştir. Bu denge biçim, yön, ölçü, aralık, doku, renk ile sağlanabilir. Görsel ağırlıkları olan ögelerin eşit dağılımının bir türü olan denge, tasarım ilkelerinden biridir. Denge zıtlıkla koşulludur adeta. Yeryüzündeki her şey zıtlıklar dengesine dayalıdır. İnsanın yaşamı ve kendisi dengeye dayalıdır. Dengesizlik her şeyi altüst edebilir. Çünkü dengesizlik bozukluk, yanlışlık demektir. Görsel uyarıcılık dengedeki doğruluk yada rahatsız edicilik sonucu oluşur. Gerek görsel gerek devinimsel gerekse sessel anlatımda dengenin sağlamlığı söz konusudur. Denge, formda, renkte, harekettte, açık-koyuda kendini gösterir. İki boyutlu düzenlemeye ait dengede daima ifadeyi sağ ve sol olarak ya da alt ve üst olarak iki bölüme ayıran düşey ve yatay eksen aranır. Denge simetrik ( bakışık ) ve asimetrik denge ( bakışımsız ) olarak ikiye ayrılır.
Simetrik denge, bir eksene göre ögelerin aynı durumda tekrar etmesiyle oluşur. İnsan vücudunun doğal olarak simetrik dengeye sahip olması sanat gücünü - bilinç altında - o yönde etkilemiştir. Kesin kararlı oturmuş bir kompozisyonu oluşturur. Ancak fazla ilgi uyandırmaz.
Asimetrik denge, eşit yada eşit olmayan görsel ağırlıktaki ve çekicilikteki ögelerin düzenlenmesiyle oluşturulur. İlgi çekici olması yönünden kompozisyon daha başarılı olur. Anlatımı oluşturan elemanların, benzerlik, zıtlık, üslup, uygunluk ilişkileriyle renk, biçim, hareket, açık-koyu ile oluşan denge, asimetrik dengeyi oluşturur.
Denge konusuna örnekler; Raphael, Degas, Matisse, M. Ernst, R. Magritte, E. Weston ( fotoğraf )
Raphael Yağlıboya 1507-8 | |
G. Caillebote Yağlıboya 1875 |
Chun-man Lo Fotoğraf | |
Keng-yee Tonk Fotoğraf1958 |
Edward Weston 1923 | |
K.h.NG Fotoğraf 1986 |
RİTM
Sanatta, plastik elemanların değişen uyumlu tekrarıdır. Ritm, bir sanat yapıtıyla aramızda psiko-fizyolojik anlaşma yaratmak için yinelen devinimler düzenidir. Bir sanat yapıtında hareketler önce duyuları sonra bünyemizi etkiler ve insan tümüyle bu hareketlere katılır. Yapıttaki devinimlerin izleyicideki bu yinelenmesi statiktir. Bunun için gözle görülmezler. Ama hareket düzeni bizi fazla duygulandırırsa irkilme,yüzünün buruşması yada yüz ve bedenin gevşemesi görülür. Psiko-fizyolojik anlaşma ancak hakim devinimlerle, kontrast devinimlerin düzeniyle sağlanabilir. Rahat, uyuşumlu bir düzen yaratabilmek için hakim devinimlerle karşıt devinimler arasında dikkati çekecek kadar bir farkın gözetilmesi gerekir. Bunları uygulama oranları sanatçıdan sanatçıya ve sanatçıların vermek istediği havaya göre değişir. Kontrast devinimlerle hakim devinimlerin oranı farklı olmalıdır. Ritmin Yapıtlarda dayandığı temel;harekettir. Yapıtlarda ışık, gölge, yarı gölge değişimleri devinimi oluştururlar. Çizgi ve yüzeylerde yapılan yön değişikliği resme hareket kazandırır. Genel olarak yatay ve dik çizgiler durgunluk, eğik ve kavisli çizgilerde hareket yaratır.
Devinim ikiye ayrılır.
1 - Doğal devinim ( Örn: Yontunun kendi hareketi )
2 - Plastik devinim ( Kitlelerin üç boyutlu bir düzeyde yarattığı ışık - gölge kontrastlarından doğar.)
Koyu - açık - orta valörlerin yarattığı yön kontrastı, rengin yön kontrastı, yatay, dikey parçalar, zıt kontrastlar devinimi oluşturur. Ritm, çeşitli yönlerde, çeşitli büyüklükte yinelen dominant devinimlerin birbirleriyle kontrast uyuşumudur. Bir yapıtta çoğunlukta olan devinimlere ''
dominant devinimler'' denir. Bu devinimler birbirinin benzeri ya da aynı karakterdedirler. Kontrast devinimler bunlardan tüm ayrı yapıdadır. Doğada da ritm vardır.
Mimari ve heykel gibi üç boyutlu sanatlarda kitlelerin üç boyut üzerindeki yön kontrastları ve bunlarla ilgili üç boyut üzerindeki ışık, gölge, yarı gölge kontrastlarından doğar. Mimaride dolu kısımlarla (duvarlar v.b.) boş kısımlar (pencereler, kapılar v.b.) ve madde değişiklikleriyle sağlanmış koyu açık düzeyler devinimi oluştururlar.
Heykelde, hacim öğelerinin, ışık-gölge ilişkileriyle, çevre boşluğuna rastlayan doğanın hareket öğesi olarak düşünülmesi gerekmektedir. Resimde de devinim yine
‘’Yön kontrastı’’ temeline dayanır. Koyu-açık-orta tonların yarattığı yön kontrastı devinim sağlar. Renk kontrastı ile de devinim sağlanır. Yatay ve dikey biçimlerde devinimi oluşturan unsurlardır. (Ton kontrastı, renk kontrastı, iç hareket, biçim kontrastı)
Sonuç olarak ritm; renk, açık - koyu, ögelerin birbiriyle ilişkileri, dolu - boş kısımlar ve bunların çevre ilişkileri, hakim ve kontrast elemanlar, gölge - yarı gölge - açık durumlar, devinimlerin yükselme - alçalma hızlarının üzerimizdeki etkileridir.
Resimde kompozisyonu oluşturan diğer araçlara gelince; bir biçim kendi içinde parçalandığı gibi değişik biçimde de parçalanabilir. Ne kadar çok parça varsa her parça diğerini yardıma çağırır.
Parçalamak demek bir biçimde olan ağır görevi yan parçalara ayırmak demektir.
Sıralama ise; ritmik bir şekilde olmalıdır. Aynı biçimler sıralandığı gibi ayrı biçimler de sıralanabilir.
Toplama da, birbirine benzeyen ya da benzemeyen biçimlerin bir arada toplanması söz konusudur.
Tabakalaşma; resime derinlik kazandırır. Renkler ve biçimler tabakalaşmayı sağlar. ( uzaktaki biçimlerin açık, yakın renklerin koyu olması gibi ).
Titreşim; biçimlerin ve renklerin titreşmesidir.( Empresyonizm )
Merkezileştirme; Rönesans kompozisyonun özelliğidir.
Refakat etme; aynı biçim ve renklerin küçüklüğü ve büyüklüğü ayrı biçimlerde olabilir. Ana devinime bir yan devinim refakat edebilir. Renk de olabilir.
Serpilme - dağılma; aynı ve ayrı biçimlerin ayrı ya da aynı şekilde dağılışıdır. Dağılış içten dışa olduğu gibi dıştan içe de olabilir. Ana ve yan devinimler, döndürme ve devinimleştirme, büyütme ve küçültme, ters görüntü, parmaklık, sayıların oranları, transfer, simetri vs. gibi vasıtalarda resimde kompozisyonu oluştururlar.
Örnekler; Ucello, F. Hals, Turner, İngres, U. Boccioni, Degas, Picasso, H. d. Toulouse-Lautrec, G. Braque, F. Legér, G. Balla, H. P. Horst ( fotoğraf )
Uccello Yağlıboya 1456 | |
Kabartma |
Degas 1879 | |
Henri Matisse yağlıboya 1909 |
U. Boccioni Yağlıboya 1912 | |
Fotoğraf |
Horst P. Horst Fotoğraf 1941 | |
Sieff Fotoğraf 1977 |
ŞEKİL - ZEMİN ANLATIMLARI
Görsel tasarım ögeleri, görsel ilkeler yardımıyla yüzeysel ya da hacimsel olarak düzenlenerek zemin ya da şekil anlatımları oluştururlar.
Zemin anlatımı; iki boyutlu etkisi olan bir düzenlemedir.
* Geniş - berrak alanlarla,
* Benzer ölçüde tekrar çizimlerle,
* Bir kompozisyonda şekil anlatımı verecek şekilde güçlü etki yapan bölgelerden arta kalan kısımlarla sağlanır.
Şekil anlatımı; üç boyutlu etkisi olan bir düzenlemedir.
* Derinlikle
* Çizgisellikle
* Etkili çevre ya da güçlü çevre çizgileriyle sağlanır.
Derinlik; bir cismin üçüncü boyutunun yani kalınlığının anlaşılması, hissedilmesi ile etkinlik kazanır. İki ya da üç boyutlu cisimler yanyana durduklarında bize göre farklı uzaklıkta hissediliyorsa,bu biçimler ya da cisimler derinlik ifadesi verebiliyor demektir.
Değer derecelenmesi; cisimlerin renkleri, değer farkları, parlaklık ve matlıkları ya da dokuları derinlik ifadesi oluşturmada rol oynarlar.
* Sıcak renkli cisimler yakında,
* Soğuk renkli cisimler uzakta,
* Koyu tonlu cisimler yakında,
* Açık tonlu cisimler uzakta,
* Parlak cisimler yakında,
* Mat cisimler uzakta,
* Sert dokulu cisimler yakında,
* Yumuşak dokulu cisimler uzakta etki yaparlar.
Çizgisellik; Çizgi kalınlıkları farklı tutulursa derinlik anlatımı güçlenir. Ölçü derecelenmesi görevi yaparak derinlik, anlatımının güçlenmesine katkıda bulunur.
Etkili çevre; biçimler çevre çizgileri ile belirli hale gelirler. Çevre çizgileri zayıf, ince ve az belirli olan cisimler gözde fazla etki yapmazlar, daha uzakta algılanırlar. Derinlik etkisi bazı cisimlerin kenarlarını kuvvetli çizgilerle çevirmekle sağlanır. Şekil olarak algılanırlar.
Şekil - zemin ilişkisi; şekil - zemin ilişkilerinde şeklin zeminden net bir şekilde ayıt edilmesi istenir. Buna şekil - zemin ilişkilerinde '' belirlilik '' denir.
Şekil - zemin ilişkisinde üç esas vardır:
1- Genellikle zemin daha basit olur ve şekilden daha geniş bir yer kaplar.
2- Şekil ve zemin anlatımları arasındaki güç farkı ve diğer belirtiler nedeniyle şekil anlatımı ya zemine bitişik ya da zeminden önde görülür.
3- Uzaysal ya da üç boyutlu olarak etki yapabilen zeminler güçlü şekil anlatımlarının arkasında yine iki boyutlu etki yaparlar.
Şekil - zemin arasındaki benzerlik, yakınlık, uygunluk, karakter birliği aranır. Görsel algıda şeklin belirliliğini sağlayan etkiler:
Şekillerin; benzerliği, ölçüsü, yakınlık-uzaklık derecesi, ana formlar, kapanma, devamlılık (ritm) dir.
Örnekler; E. Schiele, E. Weston ( fotoğraf ), Y. Tanguy, R. Magritte, S. Dali, P. Klee
Y.Tanguy Yağlıboya 1927 | |
René Magritte Yağlıboya 1928 |
S. Dali Yağlıboya 1937 | |
Davit Hockney Akrilik 1965 |
Fotoğraf | |
Yim-tong Tang Fotoğraf 1992 |
FOTOĞRAFTA KOMPOZİSYON
Aslında görsellik açısından malzeme farklılığı dışında kompoze kuralları da, ilkeleri de diğer çalışmalarla –resimle aynı özellikler taşımaktadır. Ayrıntıda tasarlayan , gören beyne fotoğraf tekniğinin olabildiğince katkısı ya da belirleyici anlamı vardır bir şekilde.
Konuyu, fotoğraf karesi içinde belli bir ışıkta, görsel düzenleme ilkeleriyle gerçekleştirmek fotoğrafta kompozisyonu oluşturur. Bunun için bakış noktası, mesafe önemlidir. Buna göre de uygun makinenin, objektifin kullanımı gereklidir. Ayrıca fotoğrafı belirlerken yatay ya da düşey olmasına da karar vermek gerekir. Kullanılan malzeme ve teknik amaca hitap edebilmelidir. Seçilen konunun, görüntünün tercih edilen boyutta yerleştirilmesi kişisel ayrıcalıkları beraberinde getirmesi açısından önemlidir. Ama bu yerleşim yine de tam bir reçete ya da motomat matematiksel parçalanmaya dayanmasa da bazı prensiplerle gerçekleştirilmesi estetik hazzın, felsefenin oluşmasını sağlar. Kompozisyonun açık ya da kapalı olması kişisel tercih, özellik nedenidir. Kapalı kompozisyon çerçeve içinde başlayıp biten kompozisyondur. Hiçbir hareket ya da biçim çerçeve dışında devam etmez. Açık kompozisyon ise çerçeve dışında devam edecek, izleyicide böyle bir etki bırakacak nitelikte olan düzenlemedir. Konu çerçeveyle sınırlı değildir. Sanatsal anlamda yerleşim tavrı bireysel özellikler taşısa bile ilkeler, farklı çalışmalarda aynıdır.
Fotoğrafta kullanılan teknikler, bireysel ayrıcalığın göstergesidir. Bazılarında leke, gren, çizgi, renkli ya da siyah-beyaz tercih edilendir. Bazılarında netlik, bazılarında fluluk ön plandadır. Resimde de böyle değil midir? Salt değişen malzeme , tekniktir. Tasarlayan hepsinde de insan... Fotoğraf, düzenlenen çekimleri bir kenara koyarsak bir anı tespit etmek olduğuna göre kompozisyon bu anın içine sığdırılmış olandır. Ya tasarlanacaktır ya da seçilecektir.
Konunun uzağında ya da yakınında olmak, mesele bu işte , bakış açısı-mesafesi. Ne olursa olsun fotoğraf aynen yinelemek değildir hiçbir zaman...
Fotoğraf çekerken amaç ne olmalı, bu önemlidir. Ayrıntı istiyorsanız ışık ona göre ayarlanır. Leke istiyorsanız ona göre... Burada belirleyici olan, hangi tip makine kullanırsanız kullanın insandır. Ayrıca kullanılan malzemenin kalitesini de yadsınamaz. Banyonun temiz , taze olmasına kadar. Sonuç olarak, konu seçimi ve anlatım tarzını bireysel ayrıcalıklar belirler. İşte yaratıcılık buradadır. Burada çekim ve karanlık oda tekniklerine girmeyeceğim. Fotoğraf adına hazırlanan kitaplarda bu konular ayrıntılarıyla var. Beni, bize sunulan tarafı ilgilendirdiği için tıpkı bir resmi, kağıda , tuvale vs. ye geçirirken duyulanların fotoğraf içinde geçerli olduğu yönündedir. Bunlardan kısaca bahsedeceğim tekrar olmamasına dikkat ederek. Bence fotoğrafla ilgilenenlerin çok iyi sanat tarihi bilmeleri, resimi incelemeleri gerekir. (Resimde kompozisyon konusu daha detaylı verilmiştir. )
Zıtlık, fotoğrafta canlılık, değişiklik ve ilgi çekiciliği sağlar. Aydınlık-karanlık, dikey-yatay,düz-eğri, bütün-parça, sade-karmaşa, kesinlik-belirsizlik vb. gibi.. (Ayrıntı “ZITLIK” başlığında verilmiştir.) aynı şekilde simetrik değil de asimetrik çalışmalar, çekimler fotoğrafta hareketi sağlayacaktır. Tabii her kavram beraberinde dengeyi de getirmelidir, sağlam bir düzenleme adına. Sadelik her an aranan , dikkat dağıtmayan unsurların başında gelir. Fotoğrafta belirginlik biçimlerin belirgin olmasıyla ilintili olduğu için netlik olarak tanımlanabilir. Mesajı verilecek biçimlerin ya da ön plana çıkmasını istediğimizin belirgin ayrıntının flu olması gibi. Fotoğrafta belirtme, sadeleştirme ve ayıklama temel olabilir.
1-ÇİZGİSEL VE GÖLGESEL
Çizgisel çalışmalarda nesnenin maddesel kavranışından bir şey vardır aynı zamanda sınırlanmasından kontursal yapısından bir gösterge vardır ve dokunma duyusuna dayanır. Gölgesel çalışma ise lekelerden oluşur ve bu lekesellik göze hitap eder. Bu, görsel bir duyumdur. Anlamak için gerçekleştirilen dokunsallık zaman içinde yerini görselliğe bırakmıştır. Dünyadaki değişim ve gelişim yeni ilgileri, bilgileri ve güzellikleri doğurmuştur.
16.yy da düzgün, devamlılık gösteren çevre çizgisi 17.yy da yerini kesik çizgiye bırakır ve bu kesik çizgi, değişen, süregelen nesnelerin betimlenmesini sağlayan farklı bir görev olarak yerini alır. Kesik çizgilerin belirlediği gölgesel üslupta, yüzeylerin yumuşaklık, katılık, düzgünlük-pürüzlülük, gibi nitelikleri de belirtilir. Bu iki üslubun çok iyi çözümlerini resimlerde de görürüz. Örneğin çizgisel üsluptaki bir çalışmada ağaçların yaprakları teker teker işlenmiştir. Gölgesel üsluptaki bir çalışmada ise ağaçların yaprakları kalem vuruşlarıyla belirtilmiş daha lekesel bir tarzla hangi cins ağaç oldukları ve yaprakların kıpırtıları verilmiştir.
Çizgisel boya resminde renkler birbiriyle ilişkisi olmayan bağımsız tavır içindedirler. Özgürdürler. Gölgesel boya resminde ise renkler genel bir fonda birbiriyle ilişkilendirilmiş izlenimi verirler ve renk sanki gizemli bir delikten gelir yada fışkırır ve yine lekesellik söz konusudur ve aynı zamanda da devamlılık .
Çizgisel üslupta renk, kalımlı bir eleman olarak ele alınmıştır. Gölgesel üslupta ise görüntüdeki değişmeler amaçlanmıştır. Bu yüzden de tek renkli bir cisim, görüntüdeki yansımalar nedeniyle çeşitli renklere çalar. 19.yy daki izlenimcilik, rengin bu kullanılışını Baroktan daha ileri götürür.
Rengin bu özelliği Rönesans’ta da biliniyordu. Örneğin Leonardo, gölgelerde tamamlayıcı renklerin görüldüğünü saptamış. Alberti, yeşil bir çayırda yürüyen bir adamın yüzünün yeşile döndüğünü gözlemlemişti. Ama bu sanatçılar, bu gerçeklerin resimle bir alışverişi olmadığını düşünüyorlardı. Bu da doğa gözlemlerinin üslup üzerine ne denli az etki yaptığını, son yargıyı yine de dekoratif esasların beğeni kanısının verdiğini gösterir. Gözlemden ziyade o zamanın bilgisi, görgüsü, tekniği söz konusuydu yaşama geçen.
Yontu da resimle birlikte değişmiştir. Klasik yontuda sınırlı, elle tutulabilir değerler vardır, yapıt kapalı bir bütünlük gösterir ve ışıklar, gölgeler plastik biçime bağlı değildirler, yüzeylerin üzerinde oynaşırlar. Barok etin yumuşaklığını, ipeğin parıltısını da verir.
Mimaride de bu olgular görülür. Mimari, kuşkusuz resimde aynı koşulda değildir ama, dinginlik - devinimlilik, sadelik - karmaşıklık, parçaların bağımsızlığı - parçaların bir bütüne girişi gibi fenomenler yapı sanatında da söz konusudur ve bunlar yapı sanatının çizgisel ve gölgesel üsluplarını belirler. Barok sanatı 19.yy ın başlarında Yeni Klasizm’le yeniden sadeliğe döner. Bu yeni klasik yapıtlar, Baroğun son noktası olan Rokoko’nun yüceleştirdiği göz sanatına karşı bir protestodur ve bu dönemde Gölgesel’in tüm büyüsü ‘’soysuz sanat’’ diye bir kenara itiliver.
Caravaggio 1606 | |
Nicolas Maes 1655 |
Horst P. Horst Foto 1978 | |
Horst P. Horst Foto 1985 |
2-DÜZLEM VE DERİNLİK
Leonardo’nun “
Son Akşam yemeği” resmi düzlem üslubunun en büyük örneğidir.
Bu resimde bireyler önde bir düzlem üzerinde yan yana dizilirler. Arka planı olan resimlerde de arka plandaki bireyler ve nesneler ön plandaki düzleme paralel bir arka düzlem üzerinde yan yana dizilirler. Düzlem üslubunun en tipik örneklerini
Raffael, Dürer, Holbein vermişlerdir.
Düzlem düzenleme ilkesi 17.yy da yerini derinlemesine düzenleme ilkesine bırakır, bireyler ve nesneler arasında yana doğru değil derinliğe doğru bağıntılar kurulur. Bunlar hep bilinçli olarak yapılmışlardır; birinden bıkılıp ötekine geçilmemiştir. Sadece anlayışlar değişmiştir. Bu üslupların hiçbiri ötekine üstün sayılmazlar. Barok üslubunun en tipik örneklerini de
Rembrandt, Rubens, Hals, Vermeer, Velasques vermişlerdir.
Düzlem üslupta renkler dingin bir yolda derecelenirler. Derinleme üslupta ise keskin ışık karşıtlarına canlı renklere dayanan bir derinlik görülür. Giderek aşırı büyüklükte ön planlar motifiyle, uzaktaki nesneleri daha da küçük göstermek yoluyla sonsuz derinlikler elde edilmiştir. Düzlem üslubunun ortadan kalkma süreci, düzgün çizginin değerini yitirme süreciyle paraleldir.
Yontuda da durum aynıdır.16.yy da biçimler bir katmanda toplanırlar, plastik zenginlik vardır yön karşıtlıkları daha belirlidir ve tüm görünüş, salt düzlem resim gibi dingindir.17.yy da ise kesişen, birbirini örten motiflerle ön ve arka planlar arasında bağıntılar kurulmuştur, yontuya bir devinim kazandırılmıştır. Barok sanatçılar düzlem üslubunu tanımadıkları için değil, görmenin genel gelişimi ile bu yola girmişlerdir. Yeni Klasizm’le Barok üslubu sona erer. Düzlem üslubu yeniden gelir. Barok üslubun en tipik örneklerini
Bernini vermiştir.
Klasik yapı cephesel güzelliğe dayanır ve bu dönemde yüzey güzelliği duygusu önemlidir. Barokta ise derinlik duygusu önem kazanır; bunu verebilmek için de yapının önüne çeşitli basamaklı yüksek merdivenler konur, öndeki avlu meydan haline getirilir, yapıyı verevlemesine görebilmek için meydana girişler yanlardan açılır. Yapıda ayrıca, gözü uzaklara kaydıracak eğik düzlemler, diklemesine bölümler düşünülür. Yapıların süslemeleri de birbirini örten ve derinlik veren bir oluma getirilmiştir.
DÜZLEM
Leonardo Da Vinci | |
O. Azil Yeşil Fotoğraf |
DERİNLİK
Andrea Mantegna | |
Yim-tong Tang Fotoğraf |
Tse-ming Kwong Fotoğraf | |
August Sander Fotoğraf |
3-KAPALI BİÇİM VE AÇIK BİÇİM
Kapalı biçimle söylenmek istenen, resmi inşacı araçlarla kendi içinde sınırlı bir görüntü haline getiren, her yanı hep kendisini belirleyen kapalı bir betim, açık biçimle de her yanı kendi dışını belirleyen, sınırsız görünmek isteyen ama yine de gizli bir sınırlama duygusu veren bir betimdir. 16.yy da yataylar ve düşeyler resme egemendirler, resimler merkezde bulunan bir eksenin çevresinde düzenlenmişlerdir. 17.yy da ise yataylar, düşeyler inşacı güçlerini yitirirler, resimlerde serbest bir düzen görülür. Resim çerçeveden dışarı çıkar, görülebilen dünyanın rasgele bir parçası haline gelir. Söz konusu olan açık kompozisyondur. Klasikteki karşıt renkler barokta önemini yitirir, renk ve ışık resme öyle dağıtılır ki, resimde bir doygunluk durumu değil bir gerilim elde edilir. Işık yada parlak bir renk resmin bir köşesine konur, böylece resimde dış merkezli bir düzen sağlanır. Kuşkusuz Barokta da bir yasalılık vardır - olmasaydı ritm olmazdı - ama bu apayrı yolda bir yasalılıktır, güzellik sınırlı da değil sınırsız da, sonsuzluktadır.Yontuda da durum aynıdır. Klasik yontunun inşacı değerleri, yerini eğiklere bırakır ve yontu duvardan nişten fırlayan bir devinimliliğe kavuşur. Hele Rokoko’da yontu hiçbir yerle ilişkisi olmadan tek başına yaşar. Yapı sanatında kapalı biçim zorunludur. Burada ancak süslemelerin daha bağımsız olması söz konusudur. Bununla birlikte Barok yapıda oranlar değişmiş, dikdörtgenin Altın kesit ölçülerinden kaçmak için beşgen yapılar yapılmıştır. Barok, akıcı biçimleriyle geç Gotik’i andırır ve gotikteki yumuşama, Barokta daha ileriye götürülür. Rokoko’dan sonra yapı sanatı yeniden klasiğe döner.
Michelangelo | |
Francesco Del Corsa 1470-75 |
Paul Caponıgro 1964 | |
Edward Weston |
José De Ribera 1636 | |
Bruegel 1568 |
Jean Francois Humbert Fotoğraf | |
Shomei Tomatsu Fotoğraf 1969 |
4-ÇOKLUK-BİRLİK
Klasik üslupta birlik önemlidir ama birbiriyle eklenmiş bölükler başlı başına da kendilerini anlatırlar. Barokta ise sanatçılar belli bir temel motife bağlanırlar, geri kalanları ona alt sayarlar. Gerçi Barok düzenlemede de tümün içinden tek tek biçimler yükselirler ama bu biçimlerin tek olarak ele alınabilecek bir yanları yoktur. Barokta ana motif olanca gücüyle belirtilir. Barokta ışık klasikte olduğu gibi tek tek noktalara yayılmaz, bir yada birkaç yerde toplanır. Bu ışık, herhangi plastik bir biçimi kaplamaz; tersine, biçimlerin üzerinden geçer, nesnelerle oynar. Barokta renk de, Klasikte olduğu gibi karşıtların bir dengesi değildir. Önce vurgulu bir tekrenklilik görülür sonra hem vurgulu hem renkli olmanın yolu bulunur. Eşit olarak üleştirilmiş renklerin yerini, tek tek ikili üçlü yada dörtlü renkler alır; resim belli bir tonaliteye göre ayarlanır. Rengin etki yoğunluğunu arttırmak için de katkısız renk, ayrı renklerle yada ne olduğu belirsiz renklerle ortaya çıkarılır. Klasik yontuda bölümler birbirine karşıttır ve tüm, hiçbir parçanın değiştirilemeyeceği bir yapı niteliği kazanmıştır. Barok yontuda ise biçimler arasındaki düşünsel bağıntılar kaldırılmış, yapıtın tümü geniş ve biteviye bir devinime kavuşmuştur.
Klasik yapıda güzel parçalar bir uyum içinde birleşirler ama, yine de her biri bağımsız olarak yaşar. Barok yapıda ise çokluk, daha büyük ve tümü saran motiflerle önlenir; yapının yüzü, kavranamayacak ölçüde bir devinimlilik kazanır.
Michalengelo Klasikten Baroğa geçişin temsilcisidir.
J. Pantormo 1528 | |
F. Hals 1664 |
J. Vermeer 1658 | |
A. Sander 1926 |
5-BELİRLİLİK VE BELİRSİZLİK
Klasik sanatta güzellik, biçimin hiç eksiksiz olarak betimlenmesine bağlıdır. Barokta ise sanatçı, maddesel gerçekliği vermek istediği yerde bile salt belirlilikten uzaklaşır. Bunun nedeni kesin bir belirlilikten hoşlanmayan bir beğeninin gelişmiş olmasıdır. Göz yarı bellinin güzelliğini bulunca, ilk kez devinimin betimlenmesi olanaklı bir hale geldi. (Dönen bir tekerleğin görünümü gibi.) Devinim ve izlenim doğal olarak bir çeşit belirsizlik ister.
Klasik; konuyu tümüyle verir, her biçim kendisi için en tipik yolda görünmeye zorlanır, tek motifler anlamlı karşıtlıklar içinde geliştirilirler. Barok ise izleyicinin kestirebileceği yerlerde bir şey söylemek istemez, devinimli görüntülere önem verir.
Klasikte ışık, nesnel bir düzenleyicidir, keskin karşıtlıkları belirtir. Barokta ise ışık, hiçbir plastik motife bağlı olmadan, şurada, enlemesine yere konuverir. Bunda biçimle bir çelişme de görülmez. Klasikte karanlıkta kalan biçimler betimlenirken oldukları gibi görünürler, Barokta ise biçimler genel bir karanlık içinde erirler. Beğeni, bu erimeyi güzelleştirecek ölçüde gelişmiştir ve biçimler bir büyü ile sarılırlar. İnsan resimlerinde de durum aynıdır. Rembrandt bu tür resimlerin en büyük örneklerini vermiştir.
Klasik resimde renk, maddesel varlıkları belirtmekle görevlidir. Barokta ise renk, kendi başına bir yaşama kavuşur. Resmin köşesine atılmış bir kırmızı manto, bir manto değil kızıl bir kordur. 19.yy da resim tamamıyla nesnel bir betimlemeye dönünce, Barok üstüne yıkıcı yargılar ileri sürülmüş, bu tür yapıtlara özenticilik (Manierizm) damgası vurulmuştur.
Klasik yapıda da aynıyla salt bellilik vardır. Ne ki duvarlardaki, eklemlerdeki, çatıdaki taşıyıcı yada taşınan tüm elemanlardaki bu bellilik giderek donuk ve cansız şeyler olarak görünmeye başlar ve ilke değiştirilir. Barok, güzelliği ve canlılığı, yapının görünüşündeki sona ermemişlikle, izleyiciye süresiz yeni görüler sunan sonsuz oluş halinde bulur. Barok ayrıca bir biçimin ötekini örtmesinden, kesmesinden, bu örtüşme ve kesişmelerden meydana gelen belirsiz, karışık görünülerden hoşlanır. Barokta süsler de bir belirsizlik içindedirler. Süsler en ince ayrıntılarına dek görülmez, göz, ana noktaları kavrar, arada belirsiz alanlar kalır. ‘’Arı’’ biçim, Yeni Klasizm’le yeniden canlanmıştır.
Sanat, özellikle göz sanatları, biçim ve anlatımdan oluşan iki yanlı uğraşır.
( Sanat Tarihinin Temel Kavramları Heinrich WÖLFFLİN-Yeni Resim-İş Dersleri /özet-İsmail Altınok)
Antonello da Messina 1474 | |
Perugino 1482 |
Sieff Fotoğraf1957 | |
Rubens 1635 |
e. Weston Fotoğraf 1921 | |
Man-lurk Chung Fotoğraf 1968 |
Chan Fotoğraf 1968 | |
Kam-pui Tam Fotoğraf 1985 |
BOYUT
Genel olarak var olanın biçimlendirilmesidir. Doğadaki tüm nesneler titiz bir boyut ilişkisi içindedirler. Bir formun kalınlığını, derinliğini, uzunluğunu, genişliğini belirleyen ölçüm serileridir. Biçimlerin farklı boyutlarda kullanıldığında farklı etkilerin elde edilmesi nedeniyle ölçü, önemli bir tasarım ögesidir. Ölçü bakımından birbirine yakın boyutlardaki biçimler uygun, farklı boyutlardaki biçimler ölçü bakımından birbirine zıttır. Armoni ve zıtlık sağlamak için kullanılırlar.
Doğada var olan nesnelliğin kendine özgü bir boyutlanması varsa, tasarım ögelerinin ve değerlerinin de bir boyutlandırılması vardır.
Her tasarım ögesinin boyutu :
a- İşlevsel açıdan,
b- Malzeme açısından,
c- Biçimsel açıdan,
d- Çevreyle olan ilişkisi ve ögenin kendi geometrisiyle ya da strüktürü ile belirlenir.
Tasarım boyutlamasında insan boyutu ön şarttır. Yani boyutlandırmada insan ''
modül” olur. Günlük kullanım eşyalarının işlevsel yapısıyla insan boyutunun sıkı bir ilişkisi vardır. Oturma birimleri, aletler, eşyalar vs. insan yaşamıyla ilgili tüm nesnelerin boyutları insana bağlıdır. İnsanı aşan boyut monümentalliktir. Genellikle mabet, tapınak, anıt, tak ya da kitlesel eylemlere yanıt veren mekanlarda görülür. Boyutlar ezici bir büyüklüktedir. Boyutun büyüklüğü insana, etkili bir güç ve inanç duygusu verir. Heybet, korku, saygı, baskı, egemenlik, üstünlük vs. gibi psikolojik etkiler için insanı aşan boyutlar gerekir. İnsan boyutundan küçük boyutlar ise sevimli bir yaklaşımla duygusallığı doğurur.
İnsan psikolojisi, boyut zıtlıklarına büyük bir yatkınlık ve uyumluluk gösterir. Bir düzenleme de bütünlük, ayrıcalık, etkili-etkisiz, uyumluluk-uyumsuzluk, derinlik olarak ta önde-arkada gibi psikolojik etkileri boyut zıtlıklarıyla elde edilir. Çeşitli farklılıklardan dolayı boyutun dikkati çekici gücü vardır.
BİÇİM
Ünlü matematikçi Monge' a göre '' biçim bir nesnenin dış sınırlarıdır.'' Klee ise biçim ve form için şöyle açıklamada bulunuyor. Biçim; canlı varlık, buna karşılık form; cansız doğadır diyor. Bauhaus izleyicisi olan Hodgen' de '' formu yaratıcı eylemin zihinde canlandırdığı şey, biçimde kuvvetli konturları olan şekildir.'' diye tanımlamaktadır
Bir alan, değer, renk ve dokusal farklılıklar nedeniyle sınırları belirlenmiş olarak algılanır ki buna ''
biçim'' denir. Bir diğer tanım '' düzensizlikler arasında oluşan güçler diyagramı '' şeklinde yapılmaktadır. Form ( şekil ) genel anlamda varlıkların tüm görünüşüdür. Her varlığın temel bir formu vardır. Resmi yapılacak modelin karşıdan görünüşü kare, dikdörtgen, üçgen, oval gibi geometrik yüzeylerden oluşur.
Görsel anlatımda rol oynayan önemli ögelerden biri de '' biçim ''dir. Doğada var olan her cismin, bir geometrik forma dayalı biçimi vardır. Fakat biçimlerde kendi aralarında büyük farklılıklar gösterir. Bir kısmı geometrik bir düzen içinde oldukları halde diğer pek çokları tamamen serbest görünümdedirler. Bu bakımdan biçimlerin birbiriyle bağıntısını kurabilmek güç ise de, yine de onları bir dönüşüm çemberi etrafında toplamak ve birbirleriyle kıyaslamak mümkündür.
Biçimi sınırlayan çizgi karakterleri, biçimin yuvarlak, sivri, keskin, yumuşak nitelikler sahip olmasına katkıda bulunurlar.
Biçim; geometrik, organik ( serbest ) olmak üzere iki grupta toplanır.
Doğada ve sanatta '' form - biçim '' ailesi vardır. Genelde bunlar ;
a- Dörtgen biçimler; Açık, kesin, emin ve belirli bir ifade taşır.
b- Dar açılı ve çapraz biçimler: Daha dinamik bir etki taşır.
c- Geometrik eğri biçimler: Süreklilik ifadesi güçlüdür.
d- Serbest biçimler: Biomorfik, organik eğriler, yüzeylerin sürekliliğini, kütlesel bütünlüğü ve biçimsel yumuşaklığı vurgular.
Aynı karakterde sınır çizgileri ve yüzeyleri ile belirlenen uygun, zıt karakterli sınır çizgi ve yüzeyleri ile belirlenenler zıt biçimleri oluştururlar. Örneğin bir küre ile piramidin zıt form, bir küre ile bir yarım kürenin birbirine uygun form olduğunu söyleyebiliriz.
YÜZEY
Üzerinde iki boyutlu çalışmaya olanak veren her tür alandır. Düzlemsel nitelikte olabileceği gibi, eğrisel de olabilir.
İlk doğrultusundan bir çizginin uzantısı çizgiyi bir düzleme çevirir. Kavramsal olarak bir düzlemin uzunluğu, genişliği vardır, derinliği yoktur. Bir düzlemin biçimi, köşeleri oluşturan çizginin konturuyla belirlenir. Düzlemler aynı zamanda hacimlerin bitişlerini sınırlar.