Tülay Çellek
  Mavi bir günaydın yolluyorum sabahına
Yüreğimin sıcaklığını da gününe...
 Sending a blue ‘bonjour’ to your morning,
And the warmth of my heart to your day…
 Tülay ÇELLEK


Ana Sayfa
Yazılar
Şiirler
Poems
Söyleşiler
Tül'den Yansımalar
Resimler
Art
Fotoğraflar
Photograph
Karikatür / Çizimler
Cartoon / Drawings
Tasarım
Design
Tipleme
Character
Barış
Peace
Gerze
Ders Notları
Lesson Notes
Özgeçmiş
Autobiography/cv
Belgeler
Duyurular
Değiniler
İletişim
Contact

Yayın Tarihi: 10.4.2011  

ÇÖZÜMDE ANLAMLANDIRMAK MI, TARİFLEMEK Mİ?


ÇÖZÜMDE ANLAMLANDIRMAK MI, TARİFLEMEK Mİ?


ÇÖZÜMDE ANLAMLANDIRMAK MI, TARİFLEMEK Mİ?



“Kızım dikkat et düşeceksin”
“Bir kızım var”

“Güleyüzlü bir oğlum var.”
“Olayı anlattığımda her zamanki gibi gülümsedi oğlum.”

Bir kurguda kızınızın, oğlunuzun olduğunu gösterecek binlerce yol vardır, doğrudan ve baştan söylemek yerine…

“A. kentinin nemli bir havası var. Sabahları her yere kırağı düşmüş gürürsünüz.”
“Üstü başı sanki bitki gibi çiğlerle dolmuş, nem kokuyor ve parlıyor. Belli ki sabah A kentindeymiş.”

Iyi bir dedektifin dikkati, gözlemi, araştırması gibi davranılabilir bir senaryo oluşturulurken…

Öyküyü baştan açıklamak mı? Kişileri, mekanı açıklamak mı, yoksa kişileri, mekanı bir öykü örgülemesi içinde anlatmak mı?…

Sözcükleri sözlükmüşünüz gibi açıklayarak mı, yoksa anlamlarından senaryolar oluşturarak mı?

Gerçeklerden çıkışla hayal gücünü çalıştırarak eklemlemeler yapmak mı, yoksa yaşamı sadece yinelemek mi?

Yaşananlara eklemeler, başka alanlardan aktarılar, alımlamalar, göndermeler yaparak betimlemek, yazmak, konuşmak, çizmek daha yaratıcı, farklı, özgün olmaz mı? Yoksa yaratamaz, başkalrının yaratıları altında yaşarsınız, üste, birlikte yaşamak yerine. Ama herşeyden önce araştırma yapmak ve kitap okumak gerek… Ders kitaplarının dışına çıkmak lazım… Zamanın çok iyi planlanması önemlidir. “Saatleri Ayarlama Enstitüsü” yerine “kitapları ayarlama enstitisü” yazmışım… Kitaplar da ayarlanmalı,
saatler gibi…

Tarih, salt tarih kitaplarından değil insanlığın değişimi, gelişimi mitoloji kitaplarından öğrenilmeli… İnsanın nereden nereye geldiği daha iyi görülüyor… En önemlisi mitoloji kitapları hayal güçüne hitap ediyor. Öldürmekten sanata geçiş yaşamdaki en büyük devrimlerden biridir… Mısır sanatında firavunlarla birlikte gömülen hizmetkarların ve atların yerini zaman içinde çizimler, duvarları dolduran resimler aldı…

Matematik mi? Rakamlar… Çıkartmalar, toplamalar, çarpmalar… Pazardan, mağazadan alışveriş… Böylece beyinde matematik salt alışveriş olarak yerleşmiştir… Çözüm yeri, alanı değildir…. Matematik sadece bu mudur? Yoksa sorunları çözmenin bir yolu mudur? Matematik müzik, matematik resim, matematik bilim ilişkisine bakmak ama herşeyden önce matematiğin anlamını görmek gerekir. Rakamların ardındaki gerçeğe ulaşmak… Eğer onsekizin yarısı dokuz deyip kalırsanız matematik sadece rakam demektir, toplama - çıkartmadan öteye gitmeyen. Ama onsekizin yarısını çoğaltırsanız 1 ve 8 ve daha bir çok şekilde çözümlere, yaratılara açıksınız demektir. Bunun dışında görsel düşünüp rakamların tasarımıyla uğraşırsanız sekizi dikey kestiğinizde 13 elde edersiniz. Yatay kestiğinizde iki tane sıfır olur… Bunları da çoğaltabiliriz. O zaman matematikle olasılıkları, tasarımı bağdaştırmakla bir çok alanda çözümü gerçekleştirmek zor olmaz… Bunu diğer alanlara taşımak bir çok çözüm ve yaratıları da beraberinde getirir. Bir konuda tek fkirde kalmazsınız. Göz hizasının dışına çıktığınızda altı, üstü, ve bir çok yanları, yan yolları görürürsünüz…

Uçurtma matematik ve fiziktir… Uçurtma bir tasarımdır. Uçurtma, fikirleri başka yerlere koymak uçurtmaktır…

Yaratmak ve çözümlemeler için matematik dışında kullanılacak, başvuralacak çok şey var. Sezgi gibi… Her alanda sezgi çok önemlidir. Sezginizi matematiğe de, bilime de, sanata da kullanırsınız, çözmek ya da yaratmak için…

Resim mi? “Bazılarını anlamıyorum. Ağaç çizse, ev çizse, insanı göründüğümüz gibi çizse anlayacağım da başka şeyler yaptığında anlamadan geçiyorum. Başkalarına soruyorum ki bana anlatsın, anlayayım…” Neden kendi anlamaya kalkmaz, bunu düşünemez başkalarından çözüm ister, bekler. Hazıra oturmak ister. Başka beyinleri çalıştırmak kadar kendi beynini çalıştırıp geliştirmek varken…

Her gün gördüğümüze bir şeyler katarak yaratmazsak ilerleyemeyiz. Beyin düşünerek ilerler, ilişkilendirmelerle gelişir…

Müzik mi? “Neden ‘metal’? Ağaç değil de… Yaşamda önce ağaç vardı. Metal ve işlenmesi sonradan oldu.” Metalik sesler sonradan çıktı… Genler bilgi geçirdiğine göre bunları düşünmek normaldir… “Bir udu, bir kanunu hatta ağaçtan yapılmış gitarı anlayabilirim. Sesi bana yabancı değil, ezgisi de… Günlük yaşantımdan bilinen bir kaç duygumu ifadeden ibaretse… Konuşma sözcüklerimin sınırlarını aşmadıysa sayı olarak…” Neden farklı ifadeler, değişik kişilerin farklı sözcükleriyle zenginleşmeye bakılmaz?

Heykel mi? “İnsanı, hayvanı doğru dürüst benzeterek taşlaştırırsın ya da ağaçlaştırırsın olmadı metalleştirirsin bana tamı tamına benzettiysen anlarım. Her gördüğüme benzediği için de arkamı döndüğümde unuturum. Çünkü üzerinde düşünmemişimdir. Hayaller kurmamışımdır. Bir yapıttan, yontudan bilime doğru hareket etmemişimdir. Sosyal bilimleri hiç düşünmemişimdir…”

Sanattan tıbba geçmek ise ütopyadır… Birinde görürsün, diğerinde dokunursun. Bunlar ayrı ayrı şeylerdir. Birleştirmeye gerek yoktur. Bir bilgi edinildiği alanda kalır… Sadece o alana lazımdır çünkü… Böyle düşündüğünüzde; malzemeler tek tek gelir yaratılmış, tasarımlanmış olarak sadece birleştireceği yer gösterilmiştir. Sana salt tam gün eklemesi kalır…

Bir yapıtı anlamak için başkalarının anladığını dinlemek isteyen sadece ekleme görevi yapar, yaratma ve tasarımlama değil… Kitap okumayan, yazmayan, yaşamı testin 4-5 harfini işaretlemekle geçen tarif eder, tanımlar sizin hayalgücünüze ve merakınıza hitap etmez, öykülemez, anlamlandırmaz. Bir film böyle çekilip sunulursa, bir dizi böyle yaşama serilirse, bir eğitim ezberleri 4 harfe indirilip işaretlendirilirse ekleme sanayiinden öte gidilemez…

Bunlar yetmez…

Kulakla duymanın ötesine gidip duyduklarımıza renk, tat vermek gerek. Dolayısıyla görsel düşünmek lazım.

Ağızla, tat duygumuzla görmek, tada renk, biçim vermek gerekir.

Gördüklerimizin kokusunu ve tadını düşlemek insanı yaratıcılığa götürür, sıradanlıktan çıkarır. O zaman matematiği bize verilen sınırlardan çıkartarak toplama, çıkartamanın ötesine taşıyıp tasarım alanına aktarmak gerekir. Katili, hırsızı matematik hesaplamalarla bulmak lazım.

Coğrafyayı tarihle birleştirerek tarihi oluşturan önemli faktörlerin birinin de coğrafya olduğunu görmek önemlidir. O zaman tarih, coğrafya ve sanat tarihi öğretmenleri, eğitimcileri aynı anda derse girmeli ya da kesinlikle aynı program üzerinde çalışmalı. Milli Eğitim okulunda zümre toplantıları olur. Tarih hocaları kendi aralarında, resim öğretmenleri kendi aralarında kısacası her branş kendi alanında – arasında toplanırlar. Halbuki özellikle program ortak toplantılarla yapılmalı disiplinlerarası anlayışı müfredata yerleştirmeli.


Bunlar yetmez…

Kendimize başka duruşlardan da bakmak ve eleştirel görüşlere değer vermek gerekir. Ancak bunu dostlukla, düzeyli, nitelikli yaparak. Farklılık zenginleştirir. Bunun bilinciyle yaşayarak, yaşatarak zenginleşir insanlık. Başkalarını var ederken kendini yok etmeden. Başkalarının acılarını filmleştirirken kendi acılarına sünger çekmeden… Başkalarını överken kendine güveni kaybetmeden. Başkalarının yemeklerini varederken kendi yemeklerini unutmadan ve sahiplenerek… Başkalarının tiplerini – tiplemelerini – çizim karakterlerini överken kendi tiplerini-tiplemelerini yerin dibine batırmadan onu nasıl yaratıya çeviririm, içini insani doldururum, diyerek… Başkalarının geleneklerine, görenekelrine özenirken değerli olanı seçerek kendi geleneklerine, göreneklerine sahip çıkarak… Bunlarını uzatabiliriz… Sizin parmak basacağınız konular ne olabilir?

Murathan Mungan çok tanınmış öyküleri, masalları alıp sonlarını değiştiriyor. Öyle bir değiştirim ki insanı sıçratıyor… Var olanlardan yararlanarak farklı ilişkilendirmelerle yapılacak o kadar çok şey var ki yazılacak, çizilecek, fikir üretilecek…

Bir şeylerin eksik olduğu kesin. Başta kendine yeteri kadar güven… Reklam-tanıtım eksikliği vs gibi… Çoğaltılıcak o kadar çok şey var ki…

Herkesin yapacağı bir şeyler vardır mutlaka yaşam için… Tembel olursunuz ama bunu değerlendirip TV kumandasını bulursunuz… Yeni bir şey alamazsınız, evde artık bir sürü yiyecek vardır tek tek işe yaramazlar, azdırlar ama birleştirince karışık salata yaparsınız… Asma çantayı kangurdan, evini sırtında taşıyan kaplumbağadan, çocuklarını sırtına bağlayan kadından, heybeden değilde asma köprüden esinlenerek yaparsınız… Gezgin olur, gezmeyi araştırmaya çevirisiniz hem yeni yerler görür hem yeni şeyler toplarsınız Darwin olursunuz… Bazen tesadüfler yaşamınızı değiştirir. Hindistan’a gidiyorum diye Amerika’yı keşfedersiniz ama o keşfi yapmak için bir amaç uğruna yola çıkmanız gerekir… Tüm bunlar için çok çalışmak lazım… Bunlar için hayal, bunlar için merak lazım. Yürümek lazım, çalışmanın yanında eğlenmek lazım…

MERAK EDERKEN YÜREĞİ

Merak,
insanı insan yapan
hissetmesini sağlayan
düşündüren
araştıran
yarattıran
arattıran
Acaba MERAK mı olsam?
Girsem beyinlere
çıksam yolculuğa
Merak mı olsam?
Uçsam bahçenize
Merak mı olsam,
girsem gönlünüze.
Ne var acaba? Diye…

07 - 04 – 2011 / İSTANBUL

Tülay ÇELLEK








<< Geri Dön [Okunma: 1882 ]


[ Yukarı çık ]    



© Her hakkı saklıdır.