Kendini ifade etmenin binbir yolu vardır… Düşünsel boyutu, tasarısal tarafı beyinden, yürekten, bedenden çıkartıp başkalarına ulaştırmak içinde cesareti ve riski barındırdığı kadar sorumluluğu, merakı, hayalgücünü ve iletişimi de barındırır. Iletişim salt konuşarak değil yazarak, çizerek, renkle, ezgiyle, sözcüklerle, rakamlarla, şekil verilen, yontulaştırılan taşlarla, ağaçlarla da gerçekleştirilir… Ve daha bir çok yolla “ben varım” denir, yaratarak, patent alarak… Söylenecek sözler bazen renge, bazen ezgiye bürünerek yaşam bulur. Bazen bir seminerin, bir atölye çalışmasının içinde yaşam bulur iletişim. Önce beyninizde tasarladıklarınızı bir seminer vesilesiyle ortaya dökersiniz. Sonra kişiliğinize uygun malzemeleri seçer uygulamaya geçersiniz. Önemli olan kafamızda soru işaretleriyle dolaşmaktır.
Eğitim kağıt üzerinde “öğrencinin kendini ifade etmesi için vardır,” derken uygulama bu ifade etme sürecinde moralin, teşvikin önceliğinde olması gerekirken, baskının yoğunlaşması ve farklılığın engellenmesi nedeniyle ters işler genelde… Bu nedenle seminerlerde çoğu kez eğitim sistemin başında olan yaşı küçükleri susturmakta zorlanırım, bu eğitimde epey ilerlemiş ya da geçmiş büyükleri ise konuşturmakta… Aslında zorlanmak sözcüğünün yerine daha hafif bir sözcük bulmam gerekiyor. Kısa sürede değişim başlıyor çünkü.
İçe kapanık çocukları problemli olarak görmemek gerekir. İç dünyaları bir çok kişiden zengindir ve yaratıcıdırlar. Seminerde zaman zaman bunu yaşıyoruz. Yaşamın başka alanlarında konuşmayan ya da böyle konuşmayan burada ilginç bir şekilde konuşabiliyor… Tabii genelden baktığımızda insan kendini sadece konuşarak ifade etmez. YTÜ de bir öğrencim toplantılarda hemen hiç konuşmazdı ama eline kalemi alınca susmak nedir bilmezdi. Önemli olan başkasını kopya etmeden, taklit etmeden kendin olmak, kendini yalın, doğru bir şekilde ifade etmektir. Yoksa ne özendiğiniz ne de kendiniz olursunuz. Ortaya ucube çıkar. En iyisi eğrisiyle doğrusuyla kendiniz olmaktır.
Araştırma, öğrenme insanı anlam aramaya, anlamları sorgulamaya yöneltir. Düşünmeden yaşamanın ötesine taşır. Ürettirir, yarattırır.
Resim Bölümünde okurken br kompozisyon öğretmeni bize öğretilen “giriş, gelişme, sonuç” sıralamalı kompozisyon düzeniyle yazmamamızı isterdi. Tahtaya yatay bir çizgi çizer, ortaya yakın bir yeri işaret eder, “işte buradan başlayacaksınız anlatmaya, ileri ve geri gidip gelmelerle,” derdi. Bu anlatmanın tek tiplikten kurtulup çeşitlemenin bir yoludur… O zaman resim öğretmenleri, müzik öğretmenleri, beden eğitimi öğretmenleri, edebiyat öğretmenleri başta olmak üzere çocuğun, gencin kendini ifade etmesine farklı farklı yollardan olmasına olanak sağlamalıdır, konu başlığı aynı olsa bile. Herkesin iletişim malzemesi değişiktir.
Seminerimde özel olarak seçtiğim bir kaç saydamda gördükleri mekana bir öykü, bir yaşam koymalarını, bir senaryo kurgulamalarını istiyorum. Genelde bize öğretilen klasik sıralamayla kurgu yapılıyor. Bir yerde çiçek konuşturulmuştu. Çiçeğin gözüyle, diliyle çevreye, insanlara bakılmıştı. Öykü farklı kurgulanmıştı. Budur yaratıcı tavır… Bir dikkatimi çeken de öyküye tanımlama ile başlıyorlar. En başta tüm ilginçlik, yaratıcılık btmiş oluyor. Kendisine öğretildiği gibi o da öğretmeye kalkıyor ne yazık ki… Ve giriş gelişme sonuç bilgisiyle anlatımı gerçekleştiriyor insanlara merak sunmak yerine…
Bir kente giriş, bir binaya giriş, bir eve giriş, sorulara yanıt verme yöntemi, resime giriş, kurgulamaya giriş, şiire giriş, öyküye, romana giriş çok önemlidir. Bir insanın ruhuna, beynine giriş de çok önemlidir, bir o kadar. Aynı şekilde o beyinden, o içten, o yürekten çıkış, çıkartmaların yöntemleri de önemlidir.
Herkesteki farklılığı sergilemek, sergileme olanağı tanımak, fırsat hazırlamak önemlidir. Heyecan katmak, heyecan almak, alınmasını sağlamak çıkışlar ve girişler için kalıcılık bağlamında çok önemlidir. Bir başkasının öyküsünü tamamlamak; aynı başlangıca ayrı, farklı sonlar katmak, çeşitlemek böylece faklılığın ne kadar zengileştirici olduğunu göstermek gerekir…
İzleyeni katmak, karşıda bırakmamak düşüncelerinin, tasarımlarının başkalarına ulaşarak dallanmasını, çiçeklenmesini sağlamak böylece hem başkalarını hem kendisini zenginleştirmek… Bazen rica, bazen lütfen sözcüklerine konan tavırlarla ne yapıp edip katılımı sağlamakta yarar var. Önce moral vermek, teşvik etmek, değerli olduklarını hissetirmek ve saçmalamasının normal olduğunu saçmalama sandığımız şeylerin içinde yaratı kırıntılarının bulunduğunu söylemek, göstermek gerekiyor. Onlara ne olması gerektiğini öğretmeye kalkmak yerine ne olduklarını göstermek gerek.
Ya alay edilirse, ya küçümsenirsem, ya aşağılanırsam endişesiyle konuşmama, konuşamama boyutu “saçmalama” sözcüğü ile susturulan ilginç söylemleri açığa çıkartmak… Genelde yaşı küçükler henüz ezber eğitimden tam geçmedikleri, başında oldukları için daha rahatlar. Düşüncelerine, fikirlerine set çekmeden konuşabiliyorlar. Büyükler daha çekinik oluyorlar. Aslında okumuş, büyümüş, daha rahat olmaları gerekirken tam tersi olabiliyor kişiye göre değişen. Büyüdükçe baskı artıyor hem toplum tarafından, hem kendi tarafından…
Bu baskıyı kırmanın en önemli yolarından biri; önce hayaller gerekir. Hayal kurmak, merak etmek ve kolları sıvayarak çalışmak ama eğlenmeyi yok ederek değil.
Eğer yaşları küçük olduğu halde çekinik davranıyorsa araştırmak gerek neden cesareti yok, diye… Verileri sünger gibi emen insan neden fikrini söylemekte çekinir? Sormayı öğrenmeliler. Sorarak, araştırarak öğrenilir.
Öğrencilerime, “bu görsele koyacağınız neler olurdu?” Diye sorardım. Verilen karşılıklar sadece bu soruya yanıt şeklinde olurdu. Bir gün bir öğrencim, “ben çıkartmak istiyorum.” Dedi. Bu sorumu değiştirmeme neden oldu ve o öğrenci gözüme girdi, kendine sunulanı kabul etmeyerek…
Keşfetmek öğrenmektir, öğrenmek keşfetmektir, yaşamaktır. Önce kendimizi keşfe çıkalım.
Seminer bir içserüven yaşatmak derdini taşıyor… Sorumluluk önce anne babada sonra öğretmende… Ama seminerde sorumluluk kendisinde…
Kurdukları öyküler, kurguladıkları senaryolar merak ettikleri yaşamları kapsıyor.
Saydamlar yoluyla iletişim sağlıyorum seminerde. Kendilerini kurguladıkları öykülerde anlatmak, öykünün sahibi olarak… Bu arada tanıdıklarını sandıkları arkadaşlarının tanımadıkları yönlerini keşfetmek ve şaşırmak… Bu seminerlerimde yaşanan bir durum. Şahit olmak güzel. Çoğalımları yaşıyoruz birlikte…
Seminerde farklı ilişkilendirmelerini, hayalgücüne dayalı öykülerini, senaryolarını aktarırken hem kendini duyumsuyor, kendinin farkına varıyor hem de çevresinin kendisini anlamasına, duyumsamasına, fark etmesine sebep oluyor.
Kendine kitap aldıran nedenlerden farklı nedenlere sahip olanlara şahit olunca bir öğrenme de gerçekleşiyor seminerde. Belki önceden önemsemediği, düşünemediği, düşünemediği bir sebep onun yaşamına da geçebilir. Bu değişim demektir.
Seminer yaşamı anlamlı kılmak ve bu anlamı paylaşmak üzerine, “yaratıcılık” başatında… Bu “iletişim” başatında da olabilir. Her konu başat ya da ikincil olsun seminer karşılıklı bir etkileşim içinde gerçekleşiyor. İzleyicilerin - katılımcıların gözlerine bakarak konuşmak ilgiyi daha da katlanıyor.
Yaratıcı iletişimi sanat yapıtları üzerinden gerçekleştiriyorum. Sanatçının yapıtını oluşturan anlamlar dışında anlamlar üretilmesini sağlamak farklı kişiliklerin yanyana gelmesinden oluşan bir zenginlik yaşam buluyor. Deneyimler ve farklı görüşler çarpışması yeni fikirlerin doğmasına neden oluyor.
3 saatlik bir seminer yaşamına dair anlatılacak çok noktalar var… Bir sanatçının dediği gibi; izleyici ressama “bunu yapmak çok kolay ben on dakikada yapardım.” Der. Sanatçının yanıtı, “haklısınız ben de on dakikada yaptım. Ama 30 yıl artı 10 dakika… Evet tıpkı bunun gibi katılımcılar üç saat art 30 yıl, üç saat artı 25 yıl 3 saat artı yaşadıkları yıllar üzerinde konuşuyorlar, yaratımlarını yaşama döküyorlar kaynakları tertemiz olan kendileri yolları açan ben ama su gibi dolaşan, zenginleşen yolculuğa devam eden kendileri… Beni de zenginleştiriyor birlikte yapılan bu yolculuk. Teşekkürler…
Not: Eskiden Beşiktaş’ta olan kitap fuarında bir psikiyastristin konferansına gitmiştim… %50 fiziksel rahatsızlık ruhsal rahatsızlığa neden oluyor, ruhsal rahatsızlık % 50 fiziksel rahatsızlığa neden oluyor, beyinde oluşturdukları salgı nedeniyle demişti… Bir kurumun, bir mesleğin her durumda sorunları ülkedeki diğer kurumları, meslekleri, insanları etkiler… Bu seminer yaratarak yaşamanın yanında sorunlarla başetmenin yollarını da barındıran bir seminer. Yeter ki bir alandaki edinimleri diğer alanlara aktarıp kullanalım ve aradaki bağlantıları farkedelim…
14 Mart 2011 TIP BAYRAMI
|