Beni en çok etkileyen iki görüntüden biri nehir kenarındaki ayakkabı heykeller oldu. Özellikle çocuk ayakkabısını gördüğümde kahroldum. 2. Dünya savaşında nehre atılan insanların, çocukların ayakkabıları taşlaşarak nehre bakar olmuşlar. Her biri öyküsünü sessizce haykırarak nehre döküyor. Sözcükler sahipleri adına boğulmadan yüzüyor mavi, kırmızı, yeşil... Ayakkabılar bakanlara sahiplik ediyor yanlarında yürüdüğünüz, durduğunuz ve iç geçirdiğiniz sürece…
Bu kentte beni en çok etkileyen iki yaşanmışlığın görselliği asla aklımdan çıkmayacak. Tuna nehrine bakan içlerinde çocuk pabuçları da olan savaşta nehre atılan insanların, çocukların, annelerin, babaların ayakkabıları… Çocukların ayakkabılarına takılı kaldım. Bu nasıl hırs ki o masum çocuklara kadar nehre dökülmüş. Çocukların yüzlerindeki korkuyu ve hayret ifadesini görür gibiyim. “Sana ne yaptım ki, bir şey yapmadım, neden beni itiyorsun? Boğulmam için nehre atıyorsun?” Diye haykırırcasına düşünmüşlerdir. Sessizce haykırmışlardır korkudan… Çığlıkları göğe ulaşmıştır belki de. Belki çocuk kendisini nehre atanın bacaklarına tutunmuştur, boyu yettiğince… Küçücük yüreği atmıştır pır pır… Anıtlaşan ayakkabılar ve düşlenen giyenlerin yaşadıkları unutulamaz; filmleşerek, öyküleşerek, renkleşerek, ezgileşerek devam eder insanlık yaşadığı sürece. Heykeller dikilmeli gerçekten… Ayakkabı heykel fikri ise harika…
Parlamento binası çok görkemli. Akşamüzeri gittik sadece dışından gördük. Londra’da soğuk bir havada kuyruk bekleyerek Parlamento binasına girmiştim. Sonra oradan çıkıp bir Kiliseye giderek oturup dinlenmiştim. Yönetim yerleri ilgimi çekiyor. Burada da bir görkemlilik söz konusu.
Parlamento yolunda bulunan Tuna ayakkabılarına bakmak gerekiyor uzun uzun. Vurulan Yahudiler anısına konan içinde çocuk ayakkabısı da bulunan uzun yolda dura dura yürümek gerekir. O zaman bu kadar üzüldüğümüz Yahudiler şimdi ne yapıyor, Filistin çocuklarına? Buna da bakmak gerekir. Ve bu psikolojiyi irdelemek lazım. “Biz korkunç acılar yaşadık, yaşadıklarımızı bizden güçsüz olanlara yaşatalım mı,” demek gerek yoksa tam tersini mi yapmalı?
Meşhur parlamento binasına gittik ama ziyaret saatini geçirmiştik. Çünkü yolda beni çok etkileyen ve üzerinde epey düşünmemi sağlayan hatta Türkiye’ye gelince çizim yaptıran gördüklerimiz yüzünden. Nehre bakan ayakkabı heykeller… Bu görüntüyü asla unutmayacağım. Çocukların ayakkabıları önünde çakalı kaldım adeta. Ayakkabılardan yontular oluşturmuşlar ve oraya yapıştırmışlar demir pabuçları… Siz de yapışıyorsunuz ve zamanı durduruyorsunuz donmuş demirler, taşlar gibi… Bundan çok etkilendim.
Terör müzesinin sunumu asla unutamayacağım ikinci görüntü oldu. Önce dış duvara konulmuş portre fotoğraflar dikkatimi çekti ve çok etkiledi sonra başımı kaldırdığımda kocaman terör yazısının müthiş sunumu hafızama kazındı… Her harf sanki saçaklardan kopup gelen ve insanın kafasına vuran buz parçaları gibi… Terör binasından çok etkilendim gerçekten. Öldürülen insanların portre fotoğrafları duvar boyunca siyah beyaz olarak gözlerinizden ruhunuza iniyorlar... Orada kalmak ve her portreye bir öykü yazmak gerek. Ne çok film konusu var bu duvarda… Başımızı kaldırdığımızda ise sanki gökyüzüne yazılmış kocaman bir TERÖR yazısı örtüyor bakışlarınızı binanın saçaklarında. Yaşamımızda gökyüzü bulutlar, su, kuşlar ve mavi olurken birden TERÖR yeri de olabiliyor. Kuşların yerini savaş uçakları, yağmurun yerini bombalar alıyor. Mavi birden bire gri bir toz bulutu oluveriyor. Bir bina ki sadece yeri değil göğü de dolduruyor anlam olarak, korkunçluğu ve müthiş sergileme biçimiyle.
Yıllar önce bir filme gitmiştim. Adını anımsamıyorum. MEFİSTO olabilir mi? Almanya – Hitler dönemini anlatan bir filmdi.
Hitler’in gerçeğini gören sanatçılar, bilim insanları uzaklaşmaya başlarlar. Bir sanatçı hariç… O kalıp Hitler’e hizmet etmeyi seçer… Onun için çalıştıkça Hitler’e yakınlaşır. Yakınlaştıkça Hitler gerçeğini farkeder. Ve bir gün yaptığının yanlış olduğunu görüp Hitler’e sırtını dönmeye ve uzaklaşmaya karar verir. Ancak çok geç kalmıştır. Kulluk ettiği Hitler onu da öldürme planı içine almıştır. Nitekim Hitler’ciler tarafından etrafı sarılır ve öldürülür…
“Tarih tekrardan ibarettir, insan unutkandır,” denir. Bu müze unutturmak ve bu acıları tekrarlatmamak için yapılmış olsa gerek. Müzenin içine giremedim ama bu kente tekrar gelmek gündüz gözüyle görmek istiyorum.
Yine bir yerde okudun ya da duydum. Savaş çıkacağı zaman Alman fabrikatörler ortağı İngiliz fabrikatörlere haber veriyor. “fabrikalarınızı karartın Alman bombaları geliyor.” Diye… Şahsi çıkarlar ülke çıkarlarının önünde… Zamanımızda da böyle ne yazık ki.
Opera binasına girdik. Hem dış görünüşü güzel hem içi dolu dolu bir bina… Duvarlarında büyük bestecilerin yontularının, kabartmalarının bulunduğu Opera binası mutlaka görülmeli… Oradan arka tarafında olan Opera Sanat Galerisine geçtik.
Budapeşte’nin bende özel bir yeri de var. Sanal Saatchi Sanat Galesine “barış çocukları” çizilerimi göndermiştim. Aldığım yanıt; “biz eklemiyoruz ama siz isterseniz 7-8 çalışmanızı sitemize ekleyebilirsiniz.” Olmuştu. Gönderdikleri adrese ekleme yaptık. Aradan bir iki yıl geçti. Bir ileti geldi editöründen, “sizinle iletişime geçmek isteyen biri var, lütfen sayfanıza bakar mısınız?” Yazıyordu. Budapeşte Opera Sanat Galerisinden yazıyorlardı. “Resimlerinizi beğendik. Uluslararası bir sergi düzenliyoruz. Size ayrılan alana ister tek çalışma ile isterseniz 3 çalışmanızla katılabilirsiniz.” O dönemin rektörlüğü bu sergiye katılmam için tam destek verdiler, yoksa katılamayacaktım… Rektörlüğümüze teşekkürler… Sergi katalogu da hazırlamışlar. İnternetten göndermişlerdi gidince aslını aldım. Gittiğimizde galeri kapalıydı. Telefonla aradık. Mr. Tibor Szonyi hemen geldi. Çok cana yakın davrandı. Galeriyi gezdirdi. Yaptıklarını anlattı. Önde sergileme alanı var. Arkada fotoğraf çekimleri için geniş bir stüdyoları bulunuyor. Açılışa gelememiştim. Resimlerimin sergilendiği duvarı gösterdi. Toplantısı varmış ayrılma vakti geldi. Türkiye’ye geliyormuş. Bir daha geldiğinde beni aramasını söyledim.
Saatchi linklerini veriyorum. Dünyanın her yerinden sanatçı var, çalışmalarını ekleyen. İster fotoğraf, ister yontu, resim, yerleştirmeler hangi tarzda çalışıyorsanız fark etmez sınırlama yok. Türkler de var. Belki siz de çalışmalarınızı eklersiniz… Sanırım şimdi facebook üzerinden yapılıyor. Yöntem değiştirmişler.
http://www.saatchionline.com/upload
http://www.saatchi-gallery.co.uk/yourgallery/
http://www.saatchi-gallery.co.uk/yourgallery/register/
Budapeşte’de Müzenin birinde şişmanların ressamı dediğim Fernando Botero’nun afişi vardı. Burada en az bir müzeye giderim demiştim kente doğru yol alırken. Üstelik meydanda karşılıklı iki müze görünce çok sevindim. Ama pazartesi olduğu için kapalı olduğundan ikisine de gidemedim.
Bir iki galeri gördüm. Biri resimlerimin sergilendiği Opera Sanat Galerisi… Diğeri ise bir kilise gezdikten sonra kahve içerken karşısında fark ettiğim küçük galeriydi.
Bu kenti de su ikiye bölüyor. Tuna nehri nazlı nazlı akıyor kentin içinden… Ama bunu öyle sakin yapıyor ki adeta Tuna Nehri “akmam” diyor, Budapeşte-Macaristan’da… Ağva’da nehir turlarına katılmıştım. Amsterdam’da da böyle bir turla gezmiştim kenti. Bir kente değişik yerlerden, farklı perspektiflerden bakmak gerek. İstanbul’da da zaman zaman böyle turlara katılırım ve öneririm. İstanbul her taraftan bakılası bir kent… Budapeşte’de böyle bir tura katılmak tekrar gittiğimde olacak. Nehirler bazen ayırıyor bazen birleştiriyor ne yaparsa yapsın yaşama renk katıyor.
Burada da Unesco’nun Dünya Kültür Mirası Listesinde olan yapılar var haklı olarak. Buda kalesine gittik. Budapeşte’yi hem gündüz hem gece görmek gerekir. Olağanüstü bir görsellik ayaklarınızın altına seriliyor, gözleriniz bayram ederken. İstanbul’dan sonra en beğendiğim kent oldu… Gündüz çok iyi göremedim, tekrar gitmeliyim.
Akşamüzeri Kahramanlar Meydanında askerleri izledik, yontuların önünde… Her tarafı yontu olan bir meydan… Karşılıklı galeri ve müzelerin olduğu zengin bir alan kahramanca direniyor zamana. Mutlaka bu meydanı görmeniz gerekir. Budapeşte’nin birçok özelliğini toplamış bünyesinde. Melekleri, yöneticileri ve sanatı buluşturmuş Kahramanlar Meydanı. Macar krallarının yontuları ve altında kahramanlıklarını gösteren kabartmalar var. Ortadaki sütunda yedi Macar kabilesini temsil eden yontular ve üstünde elinde kutsal Macar hacını tutan Cebrail meleğin yontusu bulunuyor.
Budapeşte tam bir sanat kenti. Müzeler, sanat galerileri çok bol. Tabii konser salonları ve her yerde karşınıza çıkan heykelleri var…
Ticaret ülkeleri geliştiren nedenlerden biridir. Ancak bunu kültüre, sanata açık bir şekilde yapar, sömürü tandanslı yaşama geçirmezseniz. Sadece alışveriş mağazaları açmaz salt tüketimi körüklemezseniz, üretime ve yaratıma destek çıkarsanız…
Avrupa’da neredeyse yıkılmayan kent kalmamış savaşta. Ve hepsi savaşı süngerle bir güzel silip yeniden kurulmuşlar eskisi gibi. Aradaki fark daha doğrusu farklılık yaşanan acıların yontulara, resimlere, ezgilere, romanlara, şiirlere dönüşmesi… Savaş yarattırmış bir daha bu acılar yaşanmasın diye…
Bir kentin gelişmesi yol ağı ile de ilgilidir. Yeraltı treni trafiği çok iyi çözen bir yöntemdir. Demiryolu, eğer deniz varsa gemi yolu ticari taşıma için iyi bir çözümdür.
Bir kenti var eden bilimi, sanatı ve coğrafi konumudur. Budapeşte üçüne de sahip. O nedenle görülmesi gereken yerlerden biri. Doğal yaşam, kaplıca uzantıları hamamlar, farklı ülkelerinin özelliklerini gösteren bahçeler ne ararsanız var… Londra’da gittiğim parkı hala unutamıyorum. Dünyanın her yerinden getirilmiş muazzam bir bitki örtüsüne sahip Kew Gardens… Botanik bahçesi olması, bilimsellik taşıması, diğer bahçelere göre tercih nedenim olmuştu. Ayrıca kurutulmuş çiçeklerden oluşan muazzam bir koleksiyonu var. Görüntü olarak ilginç ve daha bir estetik bekliyordum. Ama öğretici yönü beni oraya çekmişti… Farklı bitkiler, çiçekler görmek çok heyecan vericiydi. Ayrıca içinde kütüphane ve müze bulunuyor.
Türkler her yerde… Türk kahvesi bulmak hiç zor değil. Dilimizde ortaklıklar var.
Akşam Şövalye lokantasına gittik. Bir Macaristan klasiği ile karşılaştık. Sunumlar harika… Güzel garson kızlar çağa uyarlanmış Macar kıyafetleriyle servis yapıyorlar. Erkek garson az. Onlar da geleneksel kıyafet içindeler. İnilen mahzen geleneksel tarzda dekore edilmiş. Upuzun bir alan. Karşılıklı masalar. Bıçaklar, kaşıklar çapraz konmuş. Her tarafından geleneksel Macar kimliği fışkırıyor. Ve tıklım tıklım dolu. Unutamayacağım bir akşam yemeği yedik Macaristan tarihinden fırlayıp günümüze yerleşmiş bu mekanda. Macar yemeklerinin yöresel kıyafetleriyle sunum yapıldığı bu lokanta olağanüstüydü. Götüren arkadaşlara teşekkürler.
Budapeşte İstanbul’dan sonra en beğendiğim kent oldu. Gerçi Londra’yı da beğenmiştim.
MACARİSTAN’DA BUDAPEŞTE’Yİ YAŞAMAK harika…
Beni kent girişleri çok etkiler. İnsanı önce giysileriyle görürsünüz, sonra ruhuna girersiniz, tanırsınız sever ya da nefret edersiniz… Kentler de böyledir. Giriş kentin giysisi olmalı. Kent web siteleri de öyle olmalı. Sunumları kenti gösterecek görsel şölenle olmalı…
15 – 11 – 2010 Pazartesi
Dün öğleden sonra Budapeşte’ye hareket ettik. Hep böyle yaptık. Akşama konaklayacağımız kente varış. Dinlenmek için bir iki gece konaklama ve ertesi sabah gezme…
Yolda bol bol rüzgar gülü gördük. Enerji elde ediliyor. Şu an pahalı bir sistem olabilir ama insan için onun sağlığı düşünülerek ne yapılsa pahalı değildir.
Bir kent daha tekrar gelmeyi, gündüz ayrı, gece ayrı görülmeyi bekler bırakılarak terk edildi bir günün başında, “ver elini Almanya,” denerek.
16 – 11 – 2011 Salı
Sabah 09 00 da yola çıktık. Öğlene Viyana’ya geldik. İlk defa sınırda beklemedik. AB nedeniyle ofisler boşaltılmış. İşlem yok, bekleme yok.
Viyana büyük bir kent. Özgün tarihi yapısını korumuş. Ama fazla taşlaşmış gibi geldi kentin içinden geçerken. Gerçi baharda yeşil biraz daha gözlenirdi, soluk aldırırdı mutlaka. Binalara pastel renkler kullanmışlar, grinin dışında. Bu arada hava ilk defa grileşti. Güneş yüzünü sakladı. Ve Almanya’ya giriş, yeni zenginliklere giriş kısacası…
***
• Mimar Sinan’ın eseri Mustafa Paşa Camii ve Türbesi
• Gellert Tepesi,
• Gül Baba Türbesi,
• Kraliyet Sarayı
• Macar Bilimler Akademisi ve Araştırma Enstitüleri
• Franz Liszt Müzik Akdemisi
• Buda Kalesi,
• Széchenyi - Zincir Köprüsü
• Macaristan Devlet Müzesi
• Aquincum Museum
• Uygulamalı Sanatlar Müzesi (Museum of Applied Arts / Iparmüveszeti Muzeum)
• Ulaşım Müzesi (Museum of Transport / Közlekedesi Muzeum)
• Ludwig Müzesi (Çağdaş sanatlar müzesi)
• Ulusal Macar Galerisi (Hungarian National Gallery / Magyar Nemzeti Galeria)
• Ulusal Macar Müzesi (Hungarian National Museum / Magyar Nemzeti Muzeum)
• MODEM (Modern and Contemporary Art Center / Modern es Kortars Müveszeti Központ / Modern ve Çağdaş Sanatlar merkezi)
• Mücsarnok (Kunsthalle), Ernst Museum
• Obuda, Zichy castle / BARSA Art Gallery Macar Bilim ve Teknoloji Müzesi (Hungarin Museum of Science and Technology / Orszagos Müszaki Muzeum) Petofi Edebiyat Müzesi (Petofi Literary Museum / Petöfi Irodalmi Muzeum)
• Macar Açık Hava Müzesi (Hungarian Open Air Museum / Skanzen Szabadteri Neprajzi Muzeum)
• Güzel Sanatlar Müzesi (Museum of Fine Arts / Szapmüveszeti Muzeum)
• Terör Evi Müzesi (House of Terror Museum / Terror Haza Muzeum)
• St. Matthias Kilisesi,
• Aziz István katedrali
• Aziz Erzsébet katedrali
• Parlamento Binası
• Konser salonları
• Tiyatro
• Festivaller
• Hayvanat bahçeleri,
• Sirkler
• Rudas, Rac, Kiraly, Csaszar, Szechenyi hamamları
• Mağaralar
• Kaplıcalar
• Hal binası
• Kütüphaneler
• Budapeşte Teknik ve Ekonomi Üniversitesi
• Sanat ve Tasarım Budapeşte Moholy-Nagy Üniversitesi
• Török Ut -Türk Caddesi
Para Birimi: Forint ancak Euro’da geçerli
Saat Farkı: 1 saat ileri
Resmi Dil: Macarca, genel olarak ülkede İngilizce yaygındır.
Vize: Gerekmiyor
***
BOTERO: http://www.alaturkaonline.com/pera%E2%80%99da-sanat/
http://www.peramuzesi.org.tr
http://www.budapest.com/ Sayfa başında heykel var…
www.elvira.hu
www.fotogezgin.com
Yaşanan tarih:15 – 11 – 2010 Pazartesi BUDAPEŞTE
Hayal edilerek yazılan son tarih: 15 – 02 – 2011 İSTANBUL
|