Bir ülke nasıl marka olur?
Bazı konularda rekabeti bir kenara bırakıp birlikte hareket etmekle olur. Hollanda’da olduğu gibi… Hollanda mavisinden çizgilerle Hollanda sembollerini, özelliklerini konu almış ambalajlar her hediye dükkanında aynıydı… Değişik boylarda hazırlanmış. Türkiye’de de bu uygulanabilir. Turkuvaz rengiyle Türkiye’de yaşanmışlık bulan tüm sembollerden yararlanılır. Caminin yanında Hitit güneşine, Anadolu tanrılarına, peribacalarına, hamsisine, kangal köpeğine, atlarına, Ayasofya’sına, Galata kulesine kadar çizim içinde yer verilir. Ve tüm hediye satan yerlerde ambalaj konusunda ortak hareket edilmesi sağlanır. Buyurun Türkiye reklamına, ambalajından başlayan. Gelişmişlik, markalaşma buralardan da başlar.
Sunmak çok önemlidir. Ne sunarsanız sunun ona değer katan ambalajıdır. Sunma tarzınızın göstergesidir. Giysileriniz gibi, eviniz gibi, verdiğiniz hediyeler gibi...
“Hediye” diyorsunuz saracak bir kağıt bile yok. Üstelik hediyelik eşya yapılan ve satılan bir dükkanda. Eksik olan bir şeyler var; sunmak… Hediyeyi saracak ambalaj kağıtları yok. Halbuki Hollanda’da her tür hediye için mavi renkte tasarlanmış hazır ambalajlar var. Sadece bazı dükkanlar çok ucuz hediye aldıysanız beyaz bir ambalaj kağıdına koyuyorlar. Ama genelinde ne alırsanız alınız mavi çizgili HOLLANDA ambalaj kağıdıyla uğurlanıyorsunuz. Sonuçta bir ambalaj düşüncesi, estetiği, reklamı, fikri gelişmiş Hollanda’da. Üsküp’te bu yok. İstediğinizde saracak kağıt bile bulamıyorlar, bırakınız hazır ambalajları. Bizde hediye mağazalarında hazır ambalaj bulunuyor. Mağazaya göre kağıt ve sunumu değişiyor ama ambalaj değeri var. Fakat Hollanda’daki gibi bir markalaşma düşünülmemiş. Halbuki bir ülke kimliği olmalı. Bu önemli bir reklamdır.
Öğlen Üsküp’e geldik. Fakirlik kendini belli ediyor. Karışıklık, pislik, sistemsizlikle karşılaşıyorsunuz hemen. Hoş geldin Türkiye, diyeceğim ama ülkeme haksızlık etmiş olurum. Burada da karmaşa var, fakat bütünü kapsamıyor.
Tıpkı Türkiye’de olduğu gibi yollarda park edilmiş arabalar var fakat hemen tüm ülkelerde bu sorun var zaten. Ülkeler henüz yaşamımıza sonradan giren arabaların park sorununu çözememişler. Bir de elektrik telleri sorunu çözülmemiş.
Bir edebiyat toplantınsa gitmiştim. Suriye’ye gitmişler. Anılarını anlattılar. Hepsinin birleştiği ortak bir nokta vardı. “Türkiye’ye geldik düzene, tertibe, temizliğe, sisteme Batı’ya, çağdaşlığa geldik. O kadar farklı ki iki ülke.” Dediler.
Camiye temizlik nedeniyle ayakkabı ile girmiyorlar ama caminin avlusundaki tuvalet iğrenç derecede pis. Mikrop yuvası… Doğrusu Türkiye’de böyle korkunç pislikte bir camii tuvaleti olduğunu sanmıyorum. Umarım yanılmıyorumdur.
Aynı şekilde camii avlusundaki saat kulesi pislikten ve bakımsızlıktan geçilmiyor. Halbuki iyi bir turizm malzemesi olabilirdi. Çok iyi davrandılar kapının anahtarını verip tepesine çıkmamızı sağladılar sağolsunlar…
Türk motifleri, Türk kilimleri burada da var. Renkler ve motifler harika… İnce ince dokunmuş sevgi gibi, su gibi… Ve Türkçe çaya davet ediyorlar…
Önce İsa Paşa Camiine gittik. İkinci gittiğimiz Sultan Murat Camiinin içi daha sade.
Betondan fırlayan, incecik yarıktan çıkıveren yeşilliklerden çok etkilenirim. Kent içinde akan su da çok etkiliyor. Burada beton yerini bulanık su almış. O bulanıklığa karşın sarı sarı bir çiçek size gülümsüyor.
Yontularının etrafında ucube inşaatlar var. Ama yontular ucube değil. En azından yönetimi de sanata böyle bakmıyor.
Selanikte’ki görsellikten sonra burada sıradanlığa giriyorsunuz önce… Ama dolaştıkça Safranbolu evlerini görüyorsunuz adeta… Ayrıca İslam sanatını görmek mümkün.
Suyu içilen çeşme havuz gibi akıyor… Böreğinin meşhur olduğunu duyuyorsunuz ve buna uygun şişman kadınları…
Köprü hem bağlıyor hem ayırıyor. Bir tarafta yerel motifler, eskiye dayanan. Diğer tarafta göğe yükselen binalar, yontular… Eski Üsküp, yeni Üsküp… Gerçekten bu Avrupa’nın genel bir çözümü. Gelişmeleri eskinin dokusu bozulmasın diye başka yere kaydırmışlar. İyi bir çözüm. Osmanlıdan kalma meşhur köprü eski ve yeniyi bağlayarak daha da önem kazanmış.
Üsküp’ü ikiye bölen Vardar nehrinin ilhamı ile bestelenen;
Mayadağdan kalkan kazlar
Al topuklu beyaz kızlar
Yarimin yüreği sızlar
Eğlenemem aldanamam
Ben bu yerlerde duramam
Vardar ovası Vardar ovası
Kazanamadım sıla parası
Mayadağın yıldızıyım
Ben annemin bir kızıyım
Efendimin sağ gözüyüm
Eğlenemem aldanamam
Ben bu yerlerde duramam
Vardar ovası Vardar ovası
Kazanamadım sıla parası
Kaleye çıkmadık ama görmeden geçemiyorsunuz zaten.
13 – 11 2010 cumartesini Üsküp’ü gezerek geçirdik. Makedonya’dan ayrıldık 17 00 ye doğru Sırbistan’a girdik. Orası bir başka dünya…
01 – 02 – 2011 / İSTANBUL
|