Tülay Çellek
  Mavi bir günaydın yolluyorum sabahına
Yüreğimin sıcaklığını da gününe...
 Sending a blue ‘bonjour’ to your morning,
And the warmth of my heart to your day…
 Tülay ÇELLEK


Ana Sayfa
Yazılar
Şiirler
Poems
Söyleşiler
Tül'den Yansımalar
Resimler
Art
Fotoğraflar
Photograph
Karikatür / Çizimler
Cartoon / Drawings
Tasarım
Design
Tipleme
Character
Barış
Peace
Gerze
Ders Notları
Lesson Notes
Özgeçmiş
Autobiography/cv
Belgeler
Duyurular
Değiniler
İletişim
Contact

Yayın Tarihi: 28.12.2010  

MANNHEİM ve SU… ESKİŞEHİR ve LÜLE TAŞI…


MANNHEİM ve SU… ESKİŞEHİR ve LÜLE TAŞI…


MANNHEİM ve SU… ESKİŞEHİR ve LÜLE TAŞI…



Mannheim su deposu başlı başına sanat şaheseri. Bekçilik yapan yontularıyla… Çünkü su yaşama bekçilik yapıyor, o nedenle çok önemli. Bizdeki Yerebatan sarnıcını düşünelim. Orası sergi alanı olduğunda görsel şölene dönüşüyor. Özellikle ışıklandırma üzerine yapılan tasarımlar gizemi, mitolojiyi, farklılığı pekiştiriyor.

Mannheim’deki su deposu yapı tarzı olarak Galata Kulemize benziyor. Kentin ortasında görkemli bir şekilde yerini almış. Ancak çok rahatsız edici bir durum var; her tarafı elektrik telleri ağıyla sarılmış. Korkunç bir görsel kirlilik var bu bağlamda. Ne fotoğraf çekebiliyorsunuz ne de gökyüzüne rahat rahat bakabiliyorsunuz. Aklıma İstanbul’a çok önceleri geldiğim yıllar düştü. Otobüsler elektrikle çalışıyordu, her taraf kablolarla doluydu. Aynı görüntü şu anda Almanya’ya hakim. Neyse ki aralarına serpiştirilen yeni yıl süslemeleri sakinleştiriyor. Su deposuna yontuların bulunduğu bir alandan gidiyorsunuz. Yontular suyu, denizi, balığı ve insanla ilişkisini anlatıyor su deposu yolunda…

Su deposu girişinin iki tarafındaki insan başlı hayvan figürleri tarafından karşılanmak çok düşündürücü… İnsan ve hayvan bir yontuda buluşturulmuş. Doğa ile insanın birlikteliği. İnsanın doğaya sevgisi… İnsanın doğaya hakim olma isteği… İnsanın kendi dışındakilere sarılması, değer vermesi… İnsanın bu birliktelerde güç gösterisi… Bu mitleri daha da çoğaltabilirisiniz. Bir yaşam anlamını, gerekçesini heykelle birleştirmek, sanatla buluşturmak uygarlığın bir yolu…

Mannheim’deki su deposu yontuları doğal görünümlü. Oyulan taşa ayrı bir renk atmamışlar. Eskişehir’de ise parkın girişine boyanmış iki aslan konmuş. Boyanmışlık hem tabiiliği yok etmiş, hem de bayağı bir görüntü sağlamış. Bir parka girerken anlamı koruma mı olduğu ya da ne olduğu belli olmayan aslanlar yerine bize ait başka bir şey konamaz mıydı? Kangal köpeklerimiz, atlarımız, kartallarımız, şahinlerimiz, kelaynaklarımız, güvercinlerimizi, horozlarımız ve ülkemizdeki kazılardan çıkan daha birçok yontu örneği var, esinlenecek… Umarım en azından rengi değiştirirler. Üstelik Eskişehir değince aklımıza ilk gelen Lüle taşıdır. Yaratıcılık seminerim bittiğinde meslektaşlarım Müzesine götürdüler, harikalar yaratılmış. Aslında park girişine yapılacak bir yontunun malzemesi lüle taşından olmalı. Eskişehir’e bu yakışır. Müzede gördüklerimden birinin ya da bir kaçının boyutu büyütülür ve o parkın girişine gururla konabilir…

Eskişehir parkına giderken yabancı masallarda gördüğümüz bir kule yapılmış. Aslında ülkemizdeki yapılardan alınarak eklemleme bir yapı oluşturulmuş ama bir araya getirilince kendi kimliğini yitirmiş. Çok öncelerden anımsadığım; her artistin güzel tarafı alınıp yeni bir portre yapılmış ortaya bir ucube çıkmış. Bu yapı bir ucube olmamış ama yine de kimliği tartışılır. Ve rengi de… Lüle taşı rengi çok güzel oysaki…

Parkta suni bir göl oluşturulmuş. Nasrettin Hoca göle yoğurt çalıyor. Fikir çok güzel ama Nasrettin hoca yontusu daha başarılı, daha Nasrettin hoca gibi olsaydı iyi olurdu… Üstelik çok değerli heykeltıraşlarımız var…

Bize ait çocuk oyuncakları yok mu? Bize ait çizgi roman kahramanlarımız yok mu? Gölün etrafına bunlar yerleştirilebilirdi, derken yine eğitim sistemimize değinmeden edemeyeceğim. Çok yetenekli, yaratıcı gençlerimiz var ama eğitim bunları yeteri kadar ortaya çıkartıp değerlendiremiyor ne yazık ki… Sunay Akın’ın kurduğu oyuncak müzesine bakmak gerek… Ayrıca özentilerimize tekrar bakmak lazım…

Bir de Vikinglerden esinlenerek yapılmış bir gemi modeli gölün kenarında duruyor. Bize ait sallar yok mu? Bizim tarzımız bir gemi yok mu? Üç tarafımız deniz… O zaman sorgulamak gerekiyor başkalarının bulgularını birbirine eklemenin ötesinde patentlik çalışmalar yapmak gerektiği konusunu…

Ama bunların yanında Eskişehir’de kültür, sanat olayları neredeyse İstanbul’u aratmıyor. Konserler, sinema, tiyatro, çocuk tiyatrosu, başta karikatür olmak üzere sergileri ve Anadolu Üniversitesinin malzemesi çok iyi.

Avrupa’da sanat tarihinde öğrendiğimiz Roma’nın ızgara planı geçerli. Kent kuruluşlarında ve sonradan genişlemesinde planlılık çok göze çarpıyor. Bir de kentler eski ve yeni diye ayrılmış. Böylece eski dokuya dokunmadan, doku yozlaştırılmadan, arabesk yapılmadan yeni yerleşim yeriyle sorun çözülmüş. Prof. Dr. Metin Sözen hoca yüksek lisans dersinde diyordu ki: “Beyazıt’tan Dolmabahçe’ye kadar yürüyün, karmakarışık bir bina sürüsüyle karşılaşacaksınız, benzerlik yok, buluşma yok, uyum yok… Dolayısıyla belirli bir kişilik yok yapılarda…”

Mannheim sokaklarında gezinirken rastladığım gri metalden yapılmış yontuda ağzında dal ile barış güvercini bulunuyor. Savaş görmüş Mannheim yaralarını iyi sarmış. Savaş görmesi dahi onu karmakarışık yapmamış, yeniden oluşurken, oluşturulurken…

Yerleşim alanları birbirine çok yakın. Köprü geçiyorsunuz kendinizi Mannheim’de buluyorsunuz. Kentin içinden akan nehirlerden çok etkileniyorum. İstanbul’u sevdiren de bu ola gerek, arasından akan deniz…

Bir dikkatimi çeken de gerek Hollanda’da gerek Frankhental’de, Mannheim ve Heidelberg’de nehirler insanları gezdirmekle, turizmle değerlendirilmiş. Rehberli turlar çok güzel. Ağva’da yapılıyor bu tür bir nehir gezisi. Kızılırmak, Yeşilırmak, Sakarya daha birçok nehirde bunlar yapılıyor mu? Amasya’nın ortasından geçen nehir böyle değerlendiriliyor mu? Çarşamba’dan, Bafra’dan geçen nehir bu şekilde değerlendiriliyor mu? Denizlerin, nehirlerin ülkesi Türkiye’de bunları yeteri kadar değerlendirebiliyor muyuz? Hayır değerlendirmiyoruz.

Müzeleriyle, galerileriyle, tarihsel dokusuyla alışveriş mağazalarıyla ilginç bir yer Mannheim. New Yorker alışveriş mağazası New Yorker dergisinden mi esinlendi acaba? Yeğenlerim büyük bir teknoloji mağazasına götürdüler. Saatlerce çıkmadan inceleme yapabiliyor, teknolojideki gelişmeleri görebiliyorsunuz.

Gerze’ de ve daha birçok kasabada, kentte müze yok. Sanat galerisi yok. Mannheim’de sanat galerilerinin yanında birden fazla müzesi var. Mannheim Üniversitesi muazzam büyüklükte. Avlusuna girdiğinizde iki yontu karşılıyor sizi. Bilim, matematik, sosyal bilimler ve hukuk üzerine kurulu.

Bir ülkeyi geleceğe taşıyan, geleceğini oluşturan sanat ve oluşturduğu kültür önemli. Londra’da gözümün önünden gitmeyen iki görüntü var, müzelerde şahit olduğum. Biri kucağında sadece 1 aylık çocuğu ile gelen anne. Diğeri elinde bastonu, ayaklarını sürükleyerek yürüyebilen yaşlı adam… Bir de bizim müzelerimize bakarsak merak edip gezen çok az ve yabancılar çoğunlukta.

Birkaç yıl önce Alliaoni’ye gitmiştim. Harabeler arasında oynayan çocuklar görmüştüm. Ve özellikte sormuştum. “Bu gördükleriniz nedir, merak ettiniz mi, biliyorsanız bana anlatır mısınız?” Verdikleri yanıt gayet kayıtsızca “bilmiyoruz” olmuştu. Meraksız çocuklar ne kadar öğreniyorlar dersiniz okula gittikleri halde… Biraz daha öteye gidelim o çocuklar orda aileleri ile oturuyorlar. Eğer aile merak edip oturduğu mekanı araştırsaydı çocuklara da o merak, o öğrenme hevesi geçmiş olurdu. Böylece orayı daha iyi korur, sahip çıkarlardı. Tıpkı bir afişte merak uyandıran bir tasarım sunulduysa ve merak edip bakmıyorsanız eğitim sisteminizde bir eksiklik var demektir.

Mannheim’de çocuklara cıvıl cıvıl eğlence yerleri kurulmuş meydana… Çocuk parklarımız var… Bunlar yerleşkenin her yerine dağıtılmalı. Alışveriş yerlerine, parklarına, müze girişlerine… Su yaşamdır, çocuk yaşamaktır…

Mannheim su deposuna yontularıyla sahip çıkıyorsa biz de su perimize sahip çıkmalıyız… Okullarımızda sanat tarihi derslerine tarih dersleri kadar değer verilmeli ki mezun olanlar bir yerlere geldiğinde bilgili olsunlar, soru işaretli değil. Ancak “bilgi sevdirir,” Leonardo Da Vinci’nin dediği gibi… Ve korunmasına neden olur…

www.kunsthalle-mannheim.de
http://www.uni-mannheim.de/1/startseite/index.html
www.rem-mannheim.de
www.schloss-mannheim.de

18 – 19 / 11 / 2010 Mannheim – ALMANYA
20 – 12 – 2010 / İSTANBUL

Tülay ÇELLEK








<< Geri Dön [Okunma: 1925 ]


[ Yukarı çık ]    



© Her hakkı saklıdır.