Frankenthal ve çevresi tarihi dokuyla sarılmış. Frankenthal yakınında önemi başta yapılışının eskiliğinden gelen devasa bir kilise var. Ve kilisede fotoğraf sergisi… Beni en çok bu sergi etkiledi. Aslında ilk camii yıkıntılarının duvarlarında raks eden kadın figürlerine rastlanmış. Tabii daha sonra hadis yorumcularının özel tavırlarından olsa gerek resim, yontu yasağı getirilmiş. Ama insan doğası enerjisini aksettireceği yerler mutlaka bulur. Taş oymalarındaki geometrik düzen olağanüstüdür.
Speyer Katedrali yaşam karelerini salonlarına taşımış. Fotoğraf sergisi Latin Amerika rüzgarı estiriyor kilisede… Kalabalığın içinde uyuyan çocuğunu kocaman bir kumaşla bağlayarak kucağında taşıyan kadının düşünceli yüzü çok etkileyici… Üzerine bir sürü öykü yazılabilir. Bir fotoğraftan kocaman bir film çıkar… Tabii girdiğinizde başını kaldırdığınız an duvarlardaki resimleri görüyorsunuz önce. Tanrı ve kralların tanrılaşma duruşlarının gösterişi bu binada sade bir şekilde birleşmiş sanki. (İmperial Cathedral of Speyer)
UNESCO dünya mirası listesinde olan, Romanesk tarzında, döneme damgasını vuran, geniş bir alana yayılan kilise göğe doğru da uzanıyor. Rengini veren yapıldığı kırmızı kumtaşından…
Yakınındaki park yerine arabanızı koyup yolun karşındaki kilise alanına geçtiğinizde çocukların oynadığı kocaman bir böcek oyuncakla karşılaşıyorsunuz… Ayrıca yolunda yontular var… İyice yaklaşınca yapının tam önündeki yontular topluluğunun etrafı çevrilmiş, bir yere hapsedilmişler adeta.
Speyer katedralinin kapısında kabartmalar var. Sanat kapıda başlıyor.
Yerleşkeler birbirine çok yakın. Hemen yakınında dünyanın en büyük kimya fabrikası var, bir kent büyüklüğünde adeta ve dünyaca meşhur. Yol boyunca onu izliyorsunuz. Ancak yoldan geçerken çok az koku duyuyorsunuz. Yerleşkelere bu kadar yakın diye rahatsızlık duydum. Özellikle dikkatli baktım, duman çıkıyor bacalarından ama kirlilik yok. Belli ki gereken önlem alınmış.
Yılbaşı hazırlıkları var. Bunun için özel açılmış pazarları tıklım tıklım kalabalık… Tarihi doku her yeri sarmış burada da. Bitpazarı var. Tabii ölçeği yerleşimin büyüklüğü kadar… Londra’da merak edip gitmiştim. Hatta giderken yaşlı bir hanım belliğimi işaret ederek, “çantana dikkat et, hırsızlar oluyor,” demişti. Oradan kitap aldığımı anımsıyorum.
Alışveriş dükkanları çeşitlilik arz ediyor. Mannheim’deki büyük mağazaların küçükleri burada var. 1 milyoncu dükkan olayı burada da var sanırım. Çünkü bir Hintlinin işlettiği dükkana gittik, yok yok.
Taç kapıları beni çok etkiler. Kapının özelliği çok önemli… Her tür yerleşkeye, eve kente girmenin önemini taşır. Güvencedir, Yeni bir yere açılıştır, giriştir. Anlamı da görüntüsü kadar değerlidir. Ayrıca önemli anlam yüklenen yontuları çok özeldir.
Bu tarihi dokunun içinde sağlıklı yaşam çok iyi organize edilmiş. Frankenthal’da doktora sabah saat 18 30 da gidip muayene olabiliyorsunuz. Türkiye’de gece 24 00 den sonra telefonla randevu almanız öneriliyor. Defalarca telefon ettiğiniz halde randevu alamıyorsunuz. Sistemi çağdaş yapacaksınız ama altyapısını oluşturduktan sonra. Kağıtlarda değişiklik yapacaksanız bu yönetmelik vs.nin yaşamda karşılığı olacak şekilde olanakların hazırlanması gerekir. Burada aile doktorunuz komşunuz. Doktora gitmek sıkıntısı yaşamıyorsunuz böylece.
Daha önce çalıştığım bir okulda şahit olmuştum. Türkiye’ye Bulgaristan’dan göç eden bir öğretmen arkadaşımız sevk alıp hastaneye gitmişti. Kısa sürede geri döndü hepimiz şaşırdık, bu kadar çabuk döndü diye. Kendisine de dedik. Kuyrukların bol olduğu hastaneden bu kadar çabuk dönülemez. Öğretmen Bey “oradan oraya gönderdiler durdular ve haklısınız o kadar kuyruk vardı ki daha fazla tahammül edemeyip sevk kağıdımı yırtıp geri döndüm. Halbuki Bulgaristan’da eğer siz doktora gitmezseniz aile doktorunuz sizi merak edip evinize gelerek muayene ediyor.” Demişti. Şeyda K. “Sabahın 06 30 nda doktora gittim,” deyince çok şaşırdım. Bizim doktorlarımız genelde 09 da ya da bazıları daha da geç başlıyor muayeneye. Ama anladım ki Almanya’da şu düşünülüyor; “insanlar işe gidiyorlar. O halde iş aksamamalı, sağlık sorunları nedeniyle. O zaman doktor sabahın 06 00 sında muayene başlamalı.” İşte ilerleme böyle olur. Üstelik aile doktorları hemen evlerinin karşısında ve çok memnunlar. Özellikle hastaya yaklaşımın zarifliğinden ne çok memnun kaldıklarını anlattılar sürekli. Bizde ise çoğu kez iletişime hiç girilmez, en küçük şeyde sert davranılır. Ama sisteme bakıldığında görürüsünüz ki doktor başına günde en fazla 15–20 hasta düşmesi gerekirken yüzün üstünde hastaya bakmak zorundalar. Bir de akademisyense araştırma yapıyor demektir böylece ne büyük sıkıntı yaşıyordur Türk doktorları. O zaman sistemde iyiletime gitmek gerekiyor.
Frankenthal’de çiçek ayrı bir önem taşıyor. Tıpkı Hollanda gibi… Ve mumun kültürlerinde yeri büyük… Buları ticarete dökmüşler. Önemli olan dönüştürmeler, dönüşümlerdir.
Kasabaların pazarlarında sadece satış vardır Türkiye’de. Frankenthal’in Pazaryerinde Kızılderili 3 kişilik bir müzik ordusundan şahane müzik dinletisine şahit oluyorsunuz. İnanılmaz çeşitlikte aletleri var. Birini bırakıp diğeri ile devam ediyorlar. Ve ciddi ciddi düzenekleri var, mikrofonlarına kadar. Aslında yerel kıyafetlerle çalarlarmış ama o gün giymemişler. Müzikle pazarda alışveriş… Güzel bir fikir… Bir gün Türkiye’de olur. Şimdilik metro yolu kullanılıyor.
Çocuklar bisikletle okula gidiyor. Bizde benzinli arabalara-otobüslere binilerek gidiliyor. Bisiklet kültürü yerleştirilmeli. Kullanılan yerde hava kirliliğini azalacağından önemli bir dönüşüm olur. Hollanda’yı başlı başına bisiklet trafiği kaplamış.
Ders saatinde film izlettiriliyor, ders yerine... Bir İngilizce kursunda “film üzerinden öğretim yapsanız,” demiştim ama sonuç çıkmamıştı. Ona göre hazırlıkları yokmuş. Dönem boyu tek film izlettiklerini duymuştum sonra ya da hiç izletilmiyor… Tabii kursların öğretme mi, para kazanma mı, üzerinden gittiklerine bakmak lazım.
Çocuk tiyatrosu var. Bizim kasabaları düşünüyorum. Tiyatro salonları var mı? İyi bir kütüphaneye sahipler mi? Müzeleri, galerileri var mı? Eğitim bunlarla desteklenmezse sınıf duvarları içinde kalır, eski bilgileri ezberletip dururuz. Darwin keşiflerini kara tahta karşısında mı yaptı? Yoksa doğayı inceleyerek mi?
Belediye binasının ön cephesi özel dekorlu, kendisine baktırıyor acaba müze mi, sanatla ilgili çok amaçlı bir bina mı, diye…
Buz pisti var. Etrafında yiyecek büfeleri, oturacak yerleri olan. Bizde bunlar büyük kentlerde. Kasabalarımızda var mı?
Almanya da tıpkı Hollanda gibi düz bir arazi üzerinde kurulmuş. Bir de Türkiye’ye bakalım ne kadar çeşitli bir yerleşim alanına sahip. Dağlar, bayırlar, ovalar, kanyonlar vs. Müthiş bir coğrafyaya sahibiz. Yeraltı ve yer üstü ile muazzam çeşitlilik var bizi zenginleştiren. Bir açık müze, değerini bilene.
Bombaların yerleşim yerlerdeki her türlü yaşama, sanata, bilime son vermesi, harap etmesi bitişe neden olmuyor. Bombanın küllerinden belki de insanı daha da azmettirerek çalışmasıyla yeniden her şey yapılanıyor. Sanayi yerleşke ölçeğine göre yeniden kuruluyor. Keşke o bombalar hiç olmasa.
Pazarda müzik dinletisi, Kilisede fotoğraf sergisi… Ne güzel bir yerleşim bölgesi…
http://www.frankenthal.de/
23–11–2010 / Frankenthal - Almanya
22- 12- 2010 / İstanbul
|