Tülay Çellek
  Mavi bir günaydın yolluyorum sabahına
Yüreğimin sıcaklığını da gününe...
 Sending a blue ‘bonjour’ to your morning,
And the warmth of my heart to your day…
 Tülay ÇELLEK


Ana Sayfa
Yazılar
Şiirler
Poems
Söyleşiler
Tül'den Yansımalar
Resimler
Art
Fotoğraflar
Photograph
Karikatür / Çizimler
Cartoon / Drawings
Tasarım
Design
Tipleme
Character
Barış
Peace
Gerze
Ders Notları
Lesson Notes
Özgeçmiş
Autobiography/cv
Belgeler
Duyurular
Değiniler
İletişim
Contact

Yayın Tarihi: 9.9.2010  

DİDİM’DE BARIŞI YAŞAMAK…


DİDİM’DE BARIŞI YAŞAMAK…


DİDİM’DE BARIŞI YAŞAMAK…



1. gün; Kokteylde, konserlerde durmadan duygulu anlar yaşadım. Ama çok duygulandığım bir an oldu ki unutmam mümkün değil. Sandalyede otururken yaşlı bir hanım yanıma yaklaştı. Yer vermeye kalktım kabul etmedi hemen yanıma oturdu. Rahat edemeyip birkaç kez önerdim ama hep teşekkür ederek reddetti, rahat olduğunu söyledi şık bir gülümsemeyle… Sağol derken ki içtenliği duygulandırdı. Sağol çok güzel anlam taşıyan bir sözcük, severim.

Belirli bir süre sonra önümden bastonuyla yaşlı bir hanım geçiyordu. Belli ki arka taraftaki boşluğa geçip oturacak. Hemen kalkıp yer verdim. Gülümseyerek memnuniyetle oturdu. Konserler bitip kalkınca ilk işi beni kucaklamak oldu, Rumca konuşarak. Belli ki Türkçe bilmiyor. Ama ağzından çıkan her sözcükten, teşekkür, minnet, sağolun anlamı akıyordu ballı ballı. Gerçekten çok duygulandım. Tıpkı onun gibi ben de onu içtenlikle kucakladım. Bu anı da hiç ama hiç unutmayacağım. Rumca öğrenmeyi düşlüyorum.

Etkinlik boyunca sürekli duygulandım. En duygulandığım anlardan biri de, Dow sendromlu çocuğun resmini sergiledim diye çok duygulanıp ağlayan anneannenin beni kucaklaması oldu.

Bunları yaşarken birdenbire haberlerin içinde ne çok boğulduğumu fark ettim… Bu kadar güzel şeyler yaşamanın ne çok önemli olduğunun ayırımına vardım bir kez daha.

Konser esnasında bir çocuk müzik eşliğinde bardağa kumları doldurarak oynadı. Çünkü barışın müziği onun için oyun demek.

İyi ki iki kez düşünüyorum. Genellikle hemen tepki veriyorum. Sonra üzerinde düşünüp bir orta yol buluyorum.

Yapabildiğimin en iyisini yapmalıyım. Öneri getireni utandırmamalıyım. İzleyiciye saygı duymalıyım, zamanını harcamamalıyım vb. nedenlerle bir prensipler zinciri içinde dolaşıp dururum hep...

Sabah kaldığım otele gelip, etkinlik vaktine kadar denize girebilirsiniz, diyen Burçin Hanıma hemen itiraz ettim yukarıda saydığım nedenlerden dolayı. 3. gün girmeyi planladığımı söyledim. Çünkü o gün etkinliğim yoktu. En azından psikolojik olarak rahat olduğum için denize girebilirdim.

Burçin Hanım gittikten sonra öneriyi değerlendirmeye başladım. Denize girecek ve duş alacak vakit vardı. Hemen hazırlandım. Otel denize sıfır, odanızda deniz kıyafetinizi girip çıkabiliyorsunuz. Deniz tam benlik… Çok üşüyen bana ılık deniz iyi geliyor. En sevdiğim şey de, deniz kenarında yürümek, ıslak ıslak ayaklarla… Ona da olanak var. Hemen hayallerimi yanıma alıp yürümeye başladım. Beyin en iyi vücut dikeyken çalışırmış. Yürüyüş vücuttaki her şeyi boşaltıyor, rahatlıyorsunuz… Yürürken çok mutlu oldum ve teşekkürlerimi sıralamaya başladım belediyeye içimden… Yalakalık yaparak bir yerlerde bulunmadığıma bir kez daha memnun kaldım. Zaten Didim’e doğru yola çıkarken çalışkanlığıma teşekkür etmiştim.

Didim belediyesini böyle bir etkinliği aksatmadan yaşama geçirmesini kutluyorum. Beni bu değerli projeye katıkları için ayrıca teşekkürler.

Yürüyüş dönüşü tekrar denize girdim ve sevdiğim bir şeyi daha yaptım, Kıyıda suyun içinde oturdum. Dalgalar gelir giderken hayaller kurdum. Sonra gazete almaya gittim… Her şey çok güzel başladı… Ve her sabah denize girdim. Öğleden sonra etkinliklere katıldım… İnsan hem eğlenmesini, tatil yapmasını bilmeli, hem çalışmasını.

*

2. Gün; ödül töreni uzayınca panele gecikmeli olarak katıldık. Konuşmacılar Kemal Anadol Bey ve Orhan Bursalı Bey İkisi de çok güzel konuştular. Zaman zaman sözleri alkışlarla kesildi.

Panelde tek rahatsız olduğum husus cep telefonların çalmasıydı. Orhan Beye “İstanbul’dan sizi dinlemeye geldim.” Diye espri yaptım. Aynı espriyi Coşkun Beye de yaptım. İkisinin de hoşuna gitti aspri, gülümsediler. Gerçekten de o saatte denize girebilirdim ama girmeyip değerli aydınlarımızı dinlemeyi tercih ettim.

İlk gün konser sonrası yemek yemeğe gittik. Aynı mezeleri, aynı yemekleri yedik Yunanlı dostlarla. Keman çaldılar. Halay çekildi.

*

3. Gün; önce Barış parkına gittim. Parkın adını çok sevdim. Burada Ömer Faruk Eminağaoğlu Beydi konuşmacı olan. Tıklım tıklım doluydu. Bir konuyu ilgisi, bilgisi, araştırması, o konuda diploması, niteliği olandan dinleyeceksiniz. O zaman doğru ve derinlemesine bilgileniyorsunuz. Hukuku hukukçulara, sağlığı sağlıkçılara, ekonomi ekonomicilere, sanatı sanatçılara bırakmak gerekir, sanatın içine tükürmeden önce…

Çok kalabalıktı ve ilgi yoğundu. “HUKUK DEVLETİNDE NEREYE DOĞRU?” Başlıklı söyleşi, “Hukuk herkes içindir,” denerek başladı.

“Hukukun üstünlüğü için hukuk adına siyasilerde herkes gibi kapsam içinde olmalı. İtalya ve Almanya örneğine bakmak lazım... Biri Hitler’i, diğeri Mussolini’yi çıkardı, hukuktaki açık vb. nedenle…

Anayasa mahkemesi, Hukuk devleti söz konusu olduğunda her devir için gereklidir. Herkesi, her şeyi güvence altına alır eşit, olarak. Bu nedenle üniversiteler de dahil farklı kurumlar yan yana gelerek hazırlamalı anayasayı. Tek partinin hazırladığı, dayattığı bir yasa anayasa olmaktan çıkar. Gerçek anlamı ve amacı iktidardaki partinin şahsi amaçlarını içerir ki bu temel hak ve hukuk yönünden sakıncalıdır.

İktidar gücüne sahip olanlar yargı tarafından hiç denetlenmeden onları da güçlerine dahil etmek istiyorlar.

Kullanılan açılım, hukukun üstünlüğü kavramları yapılanları anlatan değildir.

Hukuk devleti, hukukun üstünlüğü ile mi, devam edecek yoksa kıyafet değiştirip, üniforma çıkartılıp sivil kıyafetle mi? İçeriği aynı mı kalacak? Biçim değişiyor ama özü aynı.

Anaysa değişimindeki yöntem dünyanın hiçbir yerinde uygulanmıyor. Sadece Türkiye’de son dönemde bu yöntem sürekli yineleniyor.”

Özetle yazdığım bu söyleşide şahsi çıkar taşıyan, çağdışı görüntülü 3 madde genel, çağdaş görüntülü 15 tane maddeyle kamufle edilip çıkartılmak isteniyor. Tıpkı kağıt para fotoğraflarında yapıldığı gibi. Bu örnekleri çoğaltabiliriz. Çok kurnazlık içeren yöntemler.

“Bir mahkemede hukukçuların dışında başkaları olamaz. Ehliyetli, yetkin, hukukçu olacak sadece hukukçu olması yetmiyor. Ayrıca ihtisaslı olmanız gerekiyor.

İktidar partisi dışında tüm partiler kapatabiliyor, ama bir tek iktidar partisi ne yaparsa yapsın kapatılamıyor. (Bu ne biçim demokrasi?)

Eşit olmayan bir tanıtım süreci de yaşanıyor ayrıca. İktidar olanaklarıyla tanıtım aslında ülkedeki ekonomik dağılımın eşitsizliğinin de göstergesi oluyor.

Özgür, eşit yurttaş olarak herkes hakkını eşitçe arayabilir mi, bu koşullarda ve getirilecek yeni ortamlarda…

Adalet bakanı mı, adalet bakanlığı mı? Başbakan mı, başbakanlık mı? Tek adam mı?

Yargıç dipçik olarak kullanılma durumuna getiriliyor. Cumhurbaşkanına dokunulmazlık yerine sorumsuzluk…” Burayı tam not almamışım.

“Haksızlıklara dur diyenler soruşturmaya alınıyor. Fişlemeler anayasaya giriyor. Anaysa değişikliği Irak demokrasisi gibi olsun diye Türkiye’de yapılıyor bunlar.

Teknoloji hizmete sokulmalı. Teknoloji çıkar için kullanılmamalı, dürüstlük adına kullanılmalı.

‘Hukuk benim, her şey benim’ durumu var sanki şu an.” Bu söz bana Fransız kralının “devlet demek ben demektir,” sözünü anımsatıyor. Burada da çoğunlukla bunu yaşar olduk. Sadece bazen büyükler de yapar hani bazı çocuklar işlerine gelince çocuk, işlerine gelince büyük olurlar, onun gibi bazen ‘devlet demek ben demektir’ deniyor, çıkara göre de ‘ben devlet değilim, burada devlet araya girdi,’ denebiliyor. Bizler de aptalız, anlamıyoruz.

“Yargı halka güvence değil, koltuk sahibi olana dokunulmazlara güvenceye dönüştürülüyor.

YARSAV’IN ve İstanbul Barosunun sitelerine girip bakmak, okumak gerekir. YARSAV halkı hukuksal bağlamda haklarını anlatma görevini yerine getirmeye çalışır her zaman.

AB hukukun üstünlüğünü mü savunuyor, yoksa istediklerini yaptırdığı bir yönetimi mi?” Burada da Yunan demokrasisini anımsadım. Hani başlangıçta sadece erkekler arası demokrasi vardı. İçinde çocukların, kadınların bulunmadığı… Evet, bazıları demokrasiyi sadece kendisine ait sanıyor. Hakları sonsuzca diye düşünüyor. Halbuki sizin haklarınızın, özgürlüklerinizin bittiği yerde başkasının hakkı, özgürlüğü başlar. Demokrasi budur. Empati gerekli, eğitim gibi…

“Bir gösterilip diğerleri adına ne perdeleniyor?

Resmi gazetede yeni önerilen anaysa yayınlanmamış, hukuka aykırı.
Türkiye Cumhuriyetini sonsuza kadar yaşatacağız.”

Söyleşi bitikten sonra 2 yazarı dinlemek için yola düştük, gecikmeli olarak. Söyleşi alanının bahçesinde Yunan halk dansçılarının dramatize edilmiş halk oyunları karşıladı bizi. Ne yazık ki başını kaçırmışım. Anladığım kadarıyla gelin düğüne hazırlanmış. Başı örtü ile kapatılmış. Tıpkı bizde, köylerimizde olduğu gibi ya da kentlerde duvağın örtü yerine kapatılması gibi.

Halk oyunuyla bir düğün betimleniyor. Gelinin hazırlığından sonra sıra damada geldi. Düğüne hazırlık tıraş edilmesiyle başlandı. Sonra altınlar takıldı. Aynı altın dizisi geline de takılmış. Bellerine sardıkları Karadeniz köylerinde de kullanılıyor.

Halk oyunlarında hem kendilerinden hem bizden örnekler sundular. Ege oyun havası, Konyalım gibi… Kaşıklar eşlik etti oyunlarına… Gençler harika gerçekten. Oyun bitimi konuşan Sayın Başkan bu gençlerin dedelerinin topraklardan göç edenler olduğunu söyledi. Kavala’dan, Selanik’ten buraya gelinirken buradakiler de oralara gitmişler. Memleketlerinde Didim derneği varmış. Ama bakınız barış buluşturuyor. Sayın Başkan, “Sanatsız kalan bir ulusun hayat damarlarından biri kopmuştur.” Dedi. Atatürk’ün bu sözünü çok severim.

Politikos Silogus Yoranda Halk Dansları ekibine teşekkürler...

Sonra salona geçtik. İlk konuşan yazar M. H. Yavuz konuşmasına başlamadan önce çocuklara ya yaramazlık yapmazsınız ya da dışarı şimdi çıkarsınız, dedi. Barışı mitolojiden çıkışla anlattı. Mitoloji üzerinden çocuklara dayalı öldürmeleri, savaşı ve barışı anlattı.

2. konuşan yazar Işıl Özgentürk eğitim sistemiyle barışı ilişkilendirdi. Soru sormayı engelleyerek savaş yaşatıyoruz çocuklara, dedi. “Bizim toplumumuzda soru soran sevilmez. Bir toplum iki nedenden dolayı ilerler.
1- Sorgulamak
2- Soru sormak
Soru soramama hali, içinde bulunduğu durumu sorgulamama hali kabullenen kişiler yetiştirir.

Dünyayı 400 şirket yönetiyor.. Onlar soru soran istemezler. Tüm dünyada tek tip insan isterler. Silah şirketlerinin soru sormadan öldüren yığınlara ihtiyaçları vardır. Anne, baba ve eğitime çok iş düşmektedir. Soru soran çocuk yetiştirmemiz görevimiz olmalı.

Üniversitede genç balerin, ressam olacak ama anne baba aydın bile olsa bunu istemez, engeller para kazansın diye avukat olmasını isterler çocuklarının. Mutlu insan olmak başkadır. Çocuk proje değildir. Bağımsız bireydir.

Farklılıklar okulda değer görmeli. Farklı olmanın kötü bir şey olmadığı kabul edilmelidir. Ama okullar farklılıkları fark etmezler. Halbuki farklılık zenginliktir. Bunu çocuğa öğretmek gerekir.

Gelir dağılımda dünyada 105. sıradayız. Uganda’dan aşağıdayız. Büyük çoğunluğun mutsuz olduğu bir toplum söz konusu… Çocukları mutlu olan bir ülke olmalıyız…”

“ÇOCUKLAR İÇİN BARIŞ, BARIŞ İÇİN ÇOCUK” 2 Eylül 2010 / DİDİM

Konuşmalar bitince sergilenen resimleri çektim tek tek. Yine Dow sendromlu çocuğun anneannesi geldi yine çok duygulu bir şekilde sarıldı. Emekli İngilizce öğretmeniymiş. Eşi resim öğretmeni... Diğer torunlarından ödül alanlar oldu.

İlk gün sergi panolarının yanında 3 kişi yaklaştı. Erkek olan ressam, yıllar önce TÜYAP’ta sergilen resmi üzerine yazmışım, kendisini tanımadığım halde. Bu nedenle çok duygulanmış, teşekkür etti.

Bu gün konserlere katılmadım. Otele döndüm 3. kez denize girdim. Kaldığım TUNTAŞ otele teşekkürler. Etkinlik nedeniyle iki kez zor durumda kaldım. Kurallarını hoşgörüyle sarmalayarak sorunu çözdüler.

Gün boyu küçük bir erkek çocuk öğretmenim diye diye peşimden dolaştı. Hatta birinin dikkatini çekti. Çocuk resim yarışmasına katılmıştı. Her gördüğü yerde gelip hatırımı sordu, mutlu mesut bir şekilde. Bu beni çok duygulandırdı. Çocukları mutlu etmek çok güzel… Moralim bozulduğunda hemen çocukları düşünür düzelirim. Çocuklar da beni mutlu ediyor.

İstanbul; resim yapan ve kitaplarla arası iyi olan bir doktor arkadaşla sergi gezdik, kitap aldık ve yorulduk diye bir pastanede otururken Didim belediyesinden aradılar. Başkan vekili cam sakızı çoban armağanı getirdiğim küçük hediyelere teşekkür edip seneye yine davet etti Barış şenliklerine. Tabii memnuniyetle kabul ettim. Deneyim sahibi olmuştum. Seneye ona göre hazırlanırım.

08 Eylül 2010 / İSTANBUL

Tülay ÇELLEK








<< Geri Dön [Okunma: 5841 ]


[ Yukarı çık ]    



© Her hakkı saklıdır.