Birçok değerimizi yitirdik. Bu nedenle mutlaka cenazeye, hastaya, nikaha giderim…
En gereksinmemiz olduğu dönemde yurdumun aydın insanları bir bir yaprak misali dökülüyorlar çiçeğe dönüşmek için… Yeni İlhan Selçuk'un cenazesine gitmiştim ki değerli eleştirmen Füsun Akatlı terk etti bizi
Sahneye gidip Leyla Erbil’in alnından öpesim geldi… İşte sanatçı dediğin böyle olmalı, karşı duruşu öylesine cesurca sergiledi ki hayran kaldım.
“Öldüren kanser değildir, ülkenin geldiği bu durumlardır. Ortacağ zihniyetidir. Aydınların Sivas’ta diri diri yakılmasıdır. Eşi Metin Altıok’un yakılmasıdır. 1 Mayısta insanların haksızca öldürülmeleridir. Adaletsizliktir…” dedi. Örnekleri daha çoktu… Ben de buna inanıyorum. Ahlaksızlık, onursuzluk, haysiyetsizlik, adaletsizlik insanı öldürür, insanı kanser eder.
İnsanı ahlaksızlık öldürür gerçekten…
Ülkemiz için yazar ne çok önemli. Ülkemiz için felsefe derslerin azlığı düşünülürse felsefe ne çok önemli. Ülkemizde eleştiri çoğu kez hakarete etmek sanıldığından eleştiri ne çok önemli… İşte Füsun Akatlı ile bu değerleri kaybettik…
“Bir arkadaşım cenazelere sürekli gidiyorsun sürekli üzülüyorsun.” Demişti. Evet, sanatçılarımıza, aydınlarımıza, bilim insanlarımıza vefa burcu, minnet duygusu nedeniyle cenazelerine gidiyor ve bu güzel, iyi insanları kaybettiğimiz için çok üzülüyorum. Ama bir o kadar da cenazelerde duyduklarım ve gördüklerim yalnız ve yanlış olmadığımı gösterdiğinden moral oluyor. İşte İlhan Selçuk’un cenazesi boyunca bu iki zıt duyguyu sürekli yaşadım, iki uç arasında gidip geldim… O kalabalık ve konuşmalar gösterdi ki moralimizi bozmamalıyız. Mücadelemize devam etmeliyiz ahlaksızlığa, adaletsizliğe, onursuzluğa, haysiyetsizliğe karşı duruşumuzu dimdik devam etmeli…
İlhan Selçuk’un töreninde her konuşma beni derinden etkiledi. Ama Tarık Akan’ın yaptığı konuşma unutulmaz gerçekten. Tarık Akan dedi ki, “bir senaryo yazdım bir kısmını sizinle paylaşacağım. Bir ülkenin başbakanıyım. Çok lüks bir makam arabam var. Savcımı çağırıyorum. Ona arabamı hediye edip kulağına bir şeyler söylüyorum. Ertesi gün aydınlar, sanatçılar, bilim adamları tutuklanmaya, soruşturulmaya, yargısız infaz edilmeye başlıyor…” Ben sanatın gücüne inanlardanım… Umarım bu senaryo en kısa zamanda filmleşir ve insanlara ayna olur, soru işareti olur, hareket olur. Bu ülkede yaptığımız düzeyli, nitelikli eleştiriler ve çağdaş düşüncelerimiz nedeniyle yıllardır rahatsız edilmeden yaşarken şimdi hem eğitim alanlarında hem oturduğumuz yerlerde onursuzca, haysiyetsizce, ahlaksızca rahatsız edilmeye başladık. Zaten son ölümler nasıl oluyor acaba? Hastalıklarından mı yoksa Leyla Erbil ve birçok insanın doğru tespitlerinden mi?
Önce insan olmalı sonra sanatçı, sonra eğitimci, sonra bilim insanı… Önce insan olmalı… Tarık Akan’ı, Rutkay Aziz’i her cenazede ve her karşı duruşun olduğu, olması gereken yerde görürüm. İşte sanatçı dediğin böyle olur… Beni bağışlasınlar lütfen kendilerine kocaman bir aferin demeden geçemeyeceğim…
Leyla Erbil’in İş Bankası yayınlarından çıkan “Mektup Aşkları” kitabı ismiyle, kapağının tasarımıyla beni çok etkilemiştir. Biz "mektup aşkları" derken o tersten düşünmüş. “Yaratıcılık” seminerimin kitap tasarımı bölümünde haklı yerini almıştır…
Çoktan beri anılarımı yazmamıştım. Yazmak gerek...
09-07-2010 / İSTANBUL
|