Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesinde Endüstri Ürünler Tasarımı Bölümünden mezun öğrencilerin deneyimlerini konu eden “Tasarım Nereye?” panelinin bir kısmına katıldım.
Panelde duyduklarımdan daha önceki bir araştırmamla çakışan bir şeyler oldu.
“Sanayide burada öğrendiklerinizi kullanacak ortam oluşmamış.”
Küreselleşme ile ilgili araştırma yaparken dersimi seçen Makine Mühendisliğinde okuyan öğrencilerimden hareketle yaptığım araştırmada Üniversite sanayi işbirliğinin yeterli olmadığını, daha doğrusu olmadığını öğrenmiştim. İlişkiler bireysel düzeyde kalmış, bir sistematiğe oturtulmamış. Okul ile yaşam bilgileri birleştirilmemiş.
Üniversitedeki bilgilenme hatta proje üretme sürecinde çalışmanın ilişki ve iletişimin ne olduğunu araştırırken kopukluk olduğunu öğrenmiştim. Bu gün de bu panelde en çok dikkatimi çeken, endüstri tasarımcısı ile mühendislerin ortak çalışma sürecinde buluşamadıklarını, tasarımın mühendislerce köşeleştiriliverdiğini öğrendim, deneyimlerini bizlerle paylaşan sayın panelistten…
“Endüstriyel tasarımcıların tasarladıkları iş mühendise gittiğinde sıkıntı başlıyor. Yaptığınız iş köşelenmek isteniyor, uymak zorunda bırakılabiliyorsun.”
Bu durumda üniversitelerin tüm dallarda mühendislik okuyanlar için yaratıcılık ve tasarım üzerine ders almaları zorunlu hale getirilmeli. Ve tasarım, sanat eğitimi öğrencileriyle mühendislikte, mimarlıkta okuyan öğrenciler aynı derste, aynı alanda karşılaşmalılar, karşılaştırılmalılar.
Eğitimde en büyük eksiklik öğrenilen bilginin yaşamla doğrudan ilişkisi olmaması, ilişkilendirilme yapılmamsıdır. Bilgi çok kaliteli, çok iyi olsa bile ilişkilendirilmeyen yaşam bilgisiyle çakışma olmadığı sürece gerçek yeri doldurulamıyor dolayısıyla işe yaramıyor demektir.
Bilgilerin, bilgilendirmelerin 4 duvar arasında kalmasının yetersizliğini, aradaki eksikliği öğrenci ancak mezun olup işe başladığında fark ediyor. Bunların öğrenim esnasında - okul, üniversite sırasında halledilmesi gerekirken mezun olduktan sonra halledilmek zorunda kalınması ciddi zaman kaybına neden oluyor. Problem çözümleri uzun zamana yayılıyor böylece ne yazık ki.
Kesinlikle Tasarımcılarla Mühendislerin aynı dersi alması gerekir. Çünkü yaşamda bir araya geliyorlar. Bu okullarda, üniversitelerde başlatılmalı. Gecikmesi engellemelere neden oluyor.
“Öğrencinin her şeyi sadece öğretmenden beklememesi gerekiyor. Bir de kendisi var. Kendi katkısı olmalı, problem çözmeye, iletişim kurmaya.”
Bunun için eğitim yöntemleri değişmeli, değiştirilmeli… Her zaman söylediğim ve yazdığım gibi ister mühendislik okuyunuz, isterse sanat ya da başka alanlarda eğitim alınız eğer tercihinizi Mühendis olarak değil de mühendislik eğitimi veren biri olarak yaparsanız ki sanatçı içinde aynı şeyler geçerlidir alanınızın bilgisi yanına eğitim ve eğitim yöntemleri bilgisini koymak zorundasınız. Yoksa öğrenci hep öğretmenden bekleyen, öğretilmek isteyen biri olur. Aynı şekilde öğretmen, akademisyen de öğreten biri olarak kalır. Bu tıpkı yukarıda anlattığım eğitim yaşam kopukluğu gibi bir şeydir. Aynı anfide, atölyede, sınıftasınız ama kesin çizgiyle ayrılmış bir sınırda karşı karşıyasınız demektir. Halbuki eğitim birliktelik, paylaşım ortaklığı, beraberlik demektir. Yaşı ne olursa olsun herkesin deneyimi vardır. Ve bu çok önemlidir. Bunun için deneyimlerin, fikirlerin atölye, sınıf ortamında eşitçe paylaşımı gerekir. Eğitimci akademisyenin bilmesi gereken, bilgisini öğrenciyle nasıl paylaşacağıdır, bilgiyi giydirmesi değildir.
Yaşamda gereksinmelerimizi karşılayan işlevsel eşyaların, makinelerin vs.nin tasarımlanması, yaratıcılıkla taçlanması alım gücünü artırmaya neden olur.
Tasarım işlevselliği kuvvetlendirirken, beğeni, haz, istek, mutluluk vs. duygulanımlara, gereksinmelere yanıt niteliği taşır.
Bu süreç yaratıcı fikirleri sunan tasarımcılarla, yaratıcı mühendislik fikirlerini karşılaştırır. Disiplinlerarası anlayışın yaşam bulmasına olanak tanınır böylece. YTÜ de ARAS sistemi bu anlamda oldukça iyiydi. Dersimi tüm fakültelerden seçen öğrenciler oluyordu. Hepsinin kişisel farklılıkları yanında aldığı eğitimin belirleyiciliği nedeniyle çizgiye bakışı farklı oluyordu. Herkesin noktası değişik alanlara konuyordu. Bu da muazzam zenginliğe neden oluyordu. Daha önce düşünülmeyen bir çok fikir yaşam buluyordu.
Bir tasarımın alıcısının tüm duygulara hitap etmesi gerekir. Müşteri ilgi duyduğunu, gereksindiği eşyayı salt ihtiyacı olduğu için seçmez. Çünkü onunla bağ oluşturmasının nedeni önce görselliğinden başlar. Tabii bu görselliği doğru reklam etmek çok önemlidir. Ancak bu aşamaya gelene kadar yaşanan süreçte tasarımcı ile mühendisin sağlıklı buluşması gereklidir. İşte burada eğitim sistemine, eğitim anlayışına bir kere daha, bir kez daha bakmak gerekir.
Şimdiye değin tüm bunları eğitim ve yaşam adına problem yapıp çözüm yolları araştırırken, disiplinlerarası anlayışı bünyesinde taşıyan tüm fakültelerin seçebildiği örneğin Grafik Tasarım gibi dersler olurken, bunların yaşama geçirilmesinin sağlığı üzerinde mücadele verirken birden kurumlarda başka problemler oluşmaya başladı… Bir de bakıyorsunuz başta güvenlik görevlilerinin organize ettiği taciz içine düşüvermişsiniz.
Problemler içerik değiştiriyor, ülkenin geldiği durumun uzantısı olarak.
Problem çözme gündemi değişiyor. Güvenliğinizden sorumlu olanlar güvenliğinizi sarsıcı oluyor artık. Güvenliğimizden sorumlu birim taciz amaçlı takibin baş sorumlusu birim haline geliyor ne yazık ki. Üstelik dayandıkları yerden olsa gerek bu konuda kendilerine çok güven gelmiş görünüyor, daha rahat taciz edebilmek adına…
Ülkemizde çözümlenecek bir sürü tasarı ve teknik problemler varken en önemlisi eğitsel problemler çözümlenmemişken, bunlar üzerinde kafa yorup gelişmiş ülke konumuna geçecek çalışmalar yapmak yerine ahlaksal sorunsallarla karşılaşır olduk. Problem konuları etik alanlara kayıyor ne yazık ki.
Ülkemizin problemleri, problem anlamları değişiyor.
18 – 02 – 2010 / İSTANBUL
|