Sanırım yedi yıl önceydi. Kanser olan bir arkadaşımla, akşamı yeni yıla girilecek bir günde buluşmuştuk.
Onunla on beş günde bir buluşur, bir yerlerde oturur, yemek yeriz, kalkarız başka yerde tatlımızı yer, keyfimiz yerindeyse ve vaktimiz varsa bir başka yerde de kahvemizi içerdik. Ondan iyimserliği öğrenmiştim. Ama bunu her zaman yaşama geçiremiyor, moralim çok bozulunca onu arar iyimserlik tazelerdim. İçimden de kendime kızar, niye onun yüklemesine gereksinme duyuyor, onu da yoruyorum diye. Bir gün söyleyiverdim. Yanıtı “keşke ben de hasta olmadan önce bu kadar iyimser olabilseydim” diye olmuştu hayıflanarak. 6 yıl yatılı okumuştum. Beyaz tene, koyu saçlara sahibim. Hiç yapmadım ama hep hayal etmiştim saçlarımı sarıya boyatsam nasıl olur diye o zamanlar. N. ile dolaşırken, eğer hastalığı nüksettiyse perukçulara uğrardık. Yıllar sonra onun sayesinde sarı peruk denemiştim. Yoksa asla oralara gideceğimi sanmıyorum. Berbattı görüntüm. Uçuk oluvermiştim. Belirsizlik hoş durmamıştı. İyi ki de boyatmamışım deyip durmuştum kendi kendime. O peruklu olduğu zaman benden başkasıyla buluşmazdı. Çünkü arada grubumuza başka arkadaşlarımızda katılırdı. Peruğu çok tabii olduğu halde onu bir türlü buna ikna edememiştim. Halbuki iltifat etmeyi severim, insanları mutlu etmeyi de. Onunla dertleşir, dostluktan konuşurduk. Kızını anlatırdı. Anahtarlık koleksiyonu yaptığı için kızına İngiltere’den anahtarlık getirmiştim. Sesi çok güzeldi. Duygulu, incelikleri olan bir arkadaşımdı. Onun yanında kendimi mutlu hissediyor, bende gittiğim konferansları ya da sinemayı özetliyordum. O da annem gibi süslenmemi isterdi. Çünkü çok nadir ve hafif kullanırdım makyajı.
Buluştuğumuz o yılbaşı günü, “bu gece ne yapacaksın” diye sormuştu. O zamanlar İA. Güzel Sanatlar Lisesinde Resim Bölümü Müdür yardımcısıydım. Her yıl bir müdür değiştiriyorduk. Bunalmıştım. O sıkıntıyla, “benim için değişen bir şey olmayacak, her gecekinden farklı geçmeyecek. O gece de her zamanki gibi uykuya sığınacağım. Ertesi gün de diğer günlerden faklı olmayan, sıradan bir güne uyanacağım” demiştim. Verdiği yanıt beynime kazınmıştı. “Bense Tülaycığım” demiş ve inanılmaz bir yaşam hasreti taşıyan gözlerle bana bakarak, “yarına çıkabilecek miyim, diyebileceğim bir geceye gireceğim ve belki bir daha uyanmamak üzere yatacağım.” Mahvolmuştum. Ben yaşamın tadını fark etmek şöyle dursun, bıkkınlıkla haykırmıştım yüzüne, böyle hayatta çekilir mi dercesine. O ise yaşamak olsunda her şeye karşın güzelliğe dönüştürülebilir, bu senin elinde. Ama yaşama şansı olabilene tüm bunlar dercesine…
Aradan geçen yıllar bizi ayırdı. Çünkü o hastalığına ve İstanbul hastanelerinin ağır koşullarına dayanamayarak, ailesinin yanına gitti. Ailesinde sağlıkçı olduğu için daha iyi bakılırım diye. Sessizce katlandım haberine ve yıllar alan hasretine.
Bu yılbaşına iki gün kala ölüm haberini aldım. Kahroldum. Neden yazın ölmedi, baharda ya da. Tam yeni yıla girerken neden yaptı bunu bana. Hayatımın en kötü yılbaşısını geçirdim. Ölüm haberine dayanmakta zorlandığım için uykuya sığındım. Ama bir ara ısrarla çalan telefon zili nedeniyle kalkmak zorunda kaldım. Arayan, kolay kolay beni aramayan ortak bir arkadaşımdı. Ve saat 12oo… Onlara hep kızardım. N. durmadan beni teselli ederdi. Bak onlar evli, çocukları var, çok yoğunlar. Sen daha müsaitsin kusurlarına bakma derdi. Ben de son derece kızmama karşın yine de N. den etkilenerek onları arar, böylece iletişimimizi koparmamış olurduk ki onlar bundan çok haz alırlar, her konuşmamızda da N.nin dediklerini haklı çıkarırlardı. Yeni yıla ağlayarak girdim. Batıl itikatlarım yoktur ama inançlarım çok kuvvetlidir. Fakat etrafımda söylenen bir şeyi de yinelemeden edemeyeceğim. Yeni yıla nasıl girersen yılın öyle geçermiş derler ya. İlk defa 3 Nisan doğum günümü de beni çok üzen bir haberle ağlayarak geçirdim.
N. yi çok özlüyorum. Annemi ve babamı da… Toprağa çiçek olmaya gittikleri için kahroluyorum. Yıllar önce bir filme gitmiştim. Beyoğlu’ndayım. Bir arkadaşa rastladım. “Nereye” diye sordu. Sinemaya” dedim. Ama şimdi adını anımsayamayacağım bir filmin adını söyleyerek. “Gel ‘Sur’ filmine gidelim” dedi. İyi ki de demiş. İlk sahnesini hiç unutamıyorum. Mavi bir duman, gecemsi, egzotik bir görüntü, geride sur gibi bir yapı, kapısından bize doğru geliyordu güzelim mavi. Ve tok, inanılmaz etkileyici bir ses şunu söylüyordu, “onu öldüğü için asla bağışlamayacağım”
|