İzlediğim filmlerin konuları görsel şölenle buluştuğunda anlamlı oluyor. Ve kalıcılaşıyor bende…
Yönetmeni kutluyorum öylesine şölen olmuş film kareleri sunmuş ki bize, bu nedenle ölümsüzleştirmiş filmin anlamını.
Ölen kızın fotoğrafını çekerken geçen sürede buğulu camların arkasında görünen çocukların sahnesi çok dikkatimi çekmişti. İçimden, “salt ölen kızın anı fotoğrafını çekmek yerine arkada kalan ve anlam olarak da aslında ölümle, çocuk ölümüyle bütünleşen görselliği de fotoğraf kağıdında ölümsüzleştirse ne iyi olurdu,” dedim, durdum. Bu nedenle fotoğrafı kendisindekileri açılımlaştırmada çok katkısı olan stüdyo sahibine sunarken gördüklerimden memnun kaldım. Evet ölümle, yaşam o duyarlı fotoğraf kağıdı kadrajında başarılı bir şekilde buluşturulmuştu.
Fakir bir ortam. Zaman zaman ekmek, yemek bulamayan, kira veremeyen çok çocuklu bir ailenin yaşamı çıkıyor karşımıza filmde. Ama iki şey var aile yaşamında; biri müzik, biri fotoğraf. Salt karın doyurmakla değil, beraberinde yaratılarını da yaşıyor bireyler. Bana an an “Anjelika’nın Külleri”ni anımsattı film. Orada da fakirlik kol gezerken anne çocuğuna ekmek parası değil, film parası veriyordu. Biliyordu ki önce karın doyurulursa hep başkalarının eline muhtaç kalırsın. Önce beyni, yüreği doyurursan yaratırsın, başarırsın, düşünürsün, sorgularsın, eleştirel bakarsın, başkalarına muhtaç olmadan dimdik durursun yaşamda.
Zaman zaman görsel şölene dönen film kareleri Japon yönetmenini anımsattı. Çekeceği sahnelerin önce suluboya resmini yapıp çeken Akira KURUSAVA’yı. Gerçekten de bir filmin yaşamda kalıcı olması bence yaşanan alanlardaki çekimlerin estetiksel yapısı, görselliğinin farklı, ilginç olmasından kaynaklanır.
Bir kelebek buğulu camda duruyor, uçuyor. Kendimize bakmamızı sağlıyor. Bir filmde kendi yaşamımızdan buluşmalar yaşamayı bekleriz. Ona eklemlenirken daha bir buluşmalar ve kalıcılıklar yaşarız filme ilişkin. Yoksa filmin içine pek de giremeyiz ya da sinemanın kapısından çıkar çıkmaz unuturuz.
Karıkoca kavgaları öyle bir yerde kesiliyor ki, tam gerilimin doruğunda. Ama öyle bir nedenden duruyor ki boğuşma, konuşmalarına gerek kalmadan nedenleri bir kez daha hissediyorsunuz her kavga sahnesinde.
Çocuklarına en azından birine özellikle ve derinlikle anlam veren bir yaşamı anlattıran bir duyarlılık var ailede başta fotoğraf makinesi ile yaşam bulan. Fotoğraf ve insan, insanlık buluşuyor.
Neden fotoğraf çekmek istenir?
“Keşfedilmek istenen dünyayı, anlamlı, görülmek isteyen dünyayı görüyorsun objektifinden…” Filmden bir yanıt, bence harika olan.
Ve reklam filmlerini arattırmayacak bir cümle, içeceği sunarken söylenen; “Aroma, içine kırları hapsetmiş.”
Fotoğrafın tanımı ne olabilir? Filmden bir kaç yanıt; “Hep burada olacağız” “Fotoğraf sevgilerin başlangıcıdır.” Ayrıca filmin adı; “Ölümsüz Anlar” Evet, fotoğraf ölümsüzleştirmektir anları; ya çektiğinizi ya da beyninizle, yüreğinizdekileri.
Bana anlatılanlardan, alımladıklarımdan bir kesit, açımlaması sayfalar sürecek olan.
Filmin zemininde kapitalizm ve sosyalizm çatışması işleniyor. Aslında toplumsal bağlamda ele alınırken bu durum, ailede de fotoğraf üzerinde veriliyor. Koca dışarıda sosyalist rolde yer alırken evde tam tersi role bürünüyor. Eylem, söylem farklılıkları evin duvarının dışında başka, içinde başka oluyor.
Tabii yine zaman zaman öne çıkan, zaman zaman zeminde kalan diğer insanlarla ilişkiler bir başka yöne de eleştirel bakmamızı sağlıyor, insana dair davranışlara.
Sonuç olarak görülesi bir film, her anlamda. Özellikle de şiirsel anlatısı nedeniyle.
Bir fotoğraf makinem oldu, hayatım değişti ve yaşamlarını değiştirdim birçok kişinin…
Filmin adı: Ölümsüz Anlar
Yönetmen:Jan TROELL
10-04-2009 / İSTANBUL
|