Yaşamı tasarlamak; sanatla
Yaşamı tasarlamak; bilimle,
Yaşamı tasarlamak; sevgiyle
Yaşamı tasarlamak; doğayla barışık,
Yaşamı tasarlamak; mekanlara yeni renkler, yeni biçimler getirerek, soluk aldırarak…
“Mekan” değince, ağacı fotoğraflayan çocuklarla birlikte yaşamı tasarlamak…
“Renklerin akşamı” diyenlere, “renklerin sabahlarının” olduğunu göstererek ortak bir tasarımda buluşmak...
Anlamın tasarımını yapmak birlikte… Ve tasarımın anlamını yaşamak…
İletişimin tasarımında – tasarımın iletişiminde her alanı mekan haline çevirip yaşam kokusu getirmek; paylaşarak…
Dönüştürmek… Tüm mesele burada.
Önüne konanı kabullenmemek…
İşte yaratıcılığın başladığı nokta, çizgi, leke, benek, renk…
Değişebilirlik, çok amaçlılık, merakı doğuran gizem, yabancılaşmadan oluşturulan birliktelik, uyum. Bunlar, mekan anlayışımın göstergeleri…
Koridorların şeffaflaştırılması; böylece geçiş alanlarının her mekanı görmeye açık olması. Açık tonlarla mekanın genişletilmesi… Güneşi içine alan bir mekan tasarımı… Zıtlar birliğinden yararlanılması, dengenin, dikkat çekilmenin bu bağlamda kurulması… Enerji fışkırması her yandan…
Yaşayan mekanda yaşayanlar, yaşananlardan öyküler üretme… Bireye göre değişen ayrıntılarla mekanın özellik kazanması… Kişiliğin göstergesi mekanlar oluşturulması… Yaşam tarzı… Malzeme ve sıcaklık; yuva değince, mekan değince ilk akla gelen ya da gelmesi gereken… Yakınlaştıran, kucağına çağıran… Ahenkle örgülenen…
Ev artık salt soğuktan, sıcaktan korunmak için mi? Donanımında oynayan kültürüyle birlikte… Gömülü dolaplar, döner dolaplar… Çok amaçlılık; bu nedenle fazla yer kaplamamak hep ilgimi çeker.
Yıllar önce bir İtalyan tasarımcının sunumuna gitmiştim. Buzdolabı çanta olmaktan çıkıp mutfağın duvarına asılıyor. Duvarda dolap olan yerde masaya çevriliyor ama altındaki boşluk yine bir dolaba dönüştürülmüş. Daha önceki evimin salonun dar olması nedeniyle hep hayal ettiğim, sonrada bir arkadaştan Almanya’da olduğunu öğrendiğim hem sehpa hem de yükselip açıldığında masa olan böylece farklı amaçlara hitap ederken yer kaplamayan eşyalar. Başka bir tasarımcının düz bir tabladan 4 ayak çıkartıp masa yapması, iki tablanın arasını açıp bank yapması hep aklımda kalanlar. Yine yıllar önce bir başka İtalyan tasarımcının konferansından bende kalan; bir yatak odası ve baş uçundan doğan güneş hissi veren ışık huzmesi. Üstelik de Türkiye’de yaşamış bir süre ve ilhamını da İstanbul’daki güneş doğuşlarından almış. Demek ki nerede yaşarsak yaşayalım görmek ve onu çevrilmeyebilmek önemli. Ve koku… Kullanılan malzemeden taşan çiçeklerle buluşan…
Yaşanılan mekan, kendini ifade etmenin bir yoludur. Bir dersimde yönetimi öğrenciye devretmiştim. Derste, gösterilen saydamlar üzerinde soru üretiliyor. Bir tablodaki eve benzer form nedeniyle yönetici öğrenci arkadaş, “Nasıl bir çatıda yaşamak istersiniz?” Diye sordu. İçimden ben olsaydım, “nasıl bir evde yaşamak isterdiniz?” diye sorardım dedim. İnanılmaz ilginçlikte çatı tasarımları çıktı. Üstelik oldukça ayrıntılara kadar tasarlanmış. Düşündüm ki benim yaştakiler ve yapıdakiler ev hayaller. Gençlik çatıda, yıldızlara bakarak uzanmak istiyor. Yaş da mekanlar ve tasarımı için oldukça belirleyici. Tıpkı farklı kültürlerde büyüyen insanların uslarında betimlediği ya da gerçekleştirdiği mekanların farklı tasarımlarda olması gibi…
Ev, çadır, pansiyon, otel, motel ne olursa olsun, insanın huzur duyması ve rahat etmesi önemli. Kullanılan renge kadar her şeyin payı var bu mutluluğu duymada. Gözünüzün yorulmaması, boğulma hissi duymamanız, sıkıntıya kapılmamanız, yorgunluk hissi taşıtmayacak alanlar tasarlayıp oraları giydirmek zor olduğu kadar, yaratıcılığa açıktır…
Eskiden esinlenerek yeni öyküler oluşturan formlar, renkler… Sadelik ve ayrıntı… Sanat ve yaratı… Buluşmak, inceliklerin tasarımında… Yaşamdan tat alma; yaratmak bu olsa gerek…
01 – 09 – 2005 / İSTANBUL
|