Unutulmadıkları için yüreklerde ölmez olanlardan biridir Hamit KINAYTÜRK, büyük bir özlemle... Kendisiyle ilgili anılarımı ve bilgileri gözden geçirirken kütüphanemdeki “Sanatın İçinden” kitabı geçti elime… İstanbul Anadolu Güzel Sanatlar Lisesinde Resim Bölümü Md. Yardımcısı iken okulumuza kitaplarını, dergilerini hediye etmişti. Ve benim ilk yazım Sanat Çevresi dergisinde çıkmıştı. Daha sonra sürekli yazılarımı yayınlar olmuştu vefatına kadar… Alçakgönüllülüğü, dürüstlüğü, içtenliği ve güvenilir oluşu asla aklımdan çıkmayacak yaşadığım sürece… Çünkü riyakarların, güvenilmezlerin içinde beyaz, temiz yürekli bir insandı… Ve sözü ona bırakıyorum. Gördüm ki yazdıkları güncelliğini yitirmemiş…
“Konumuz aslında sanatçılar ve unvanlar meselesidir. Son yıllarda ülkemizde, özellikle bazı sanat eğitimi kurumlarında ve daha çok plastik sanat öğretimi yapan sanatçıların bir unvan ya da titr açmazına girmiş olmalarından bayağı kuşku duyuyoruz. Bir ressam ya da heykeltıraşın sanatının doruğuna erişti diye – ki o da şüphelidir – illaki profesör mü olması gerekiyor? Sorarım size bu yargıya hangi insanoğlu varabilir. Bir ressamın herhangi bir yapıtı, kimine göre on para etmez, kimine göre de kıymetine paha biçilmez. Hele günümüz felsefesine göre bir besteyi, bir operayı, bir romanı, bir filmi veya bir artisti ele alınız. Hepsi ayrı ayrı kimine göre de ‘yıldızlı On’dur. Durum böyle olunca bir sanatçının profesörlük titri de haklı olarak eleştiriye uğrayacak ve o sanatçı bazılarına göre ordinaryüslüğe yükselirken bazılarına göre de çıraklıktan ötelere terfi edemeyecektir.
İşte bu kadar açık ve seçik bir duruma rağmen, bu gün ne yazık ki bazı sanat eğitimi kurumlarında ki sanatçılarımızı bir titr nöbeti iyice ablukaya almış gibidir. Profesörlük titri sanki onlar için bir çelik zırhtır. Ve ancak kendileri o işin profesörüdürler yani unlarını elemiş, iplere sermişlerdir… Ve bu duruma çoğu zaman kendileri de ister istemez inanır durular.
Gözleri bir an için Batıya çevrilmesi sanırız sorunu kökünden çözümlemeye yetecektir. Düşününüz lütfen, bir Picasso, bir Salvador Dali ve bir Henry Moore’un bu güne kadar, ressam ya da heykeltıraşlıkları yanında ayrıca bir de profesörlüklerini duydunuz mu? Bir Mozart, bir Beethoven, bir Shakespeare, bir Tolstoy, bir Marlon Brando ve bir Alfred Hittcook’un profesör titri kullandıklarını hiç işittiniz mi? Onlarca, yüzlerce, binlerce gelmiş geçmiş büyük dehalar, ancak sanatları ile üne kavuşmuşlar ve dünya literatüründe o şerefli sıfatları ile yer almışlardır. Fakat bize gelince iş her nedense bir anda değişiyor ve hemen, sara nöbetine tutulmuş gibi antipatik durumlar ortaya çıkıyor.
Sanatçıya bir unvan verilecekse onu toplumdan beklemek daha akılcı bir yoldur. Yılların ünlü futbolcusu Lefter ile yine yılların ünlü Babiali berberi Fahri’ye “Ordinaryüs”lük payelerini kimin verdiğini burada izaha gerek yok sanırım. Şu anda ad ve soyadlarının başında “prof.” titri bulunan sayın ve saygıdeğer sanatçılarımız! Gelin şu unvan psikozundan kendinizi kurtarın, siz o unvan olsa da olmasa da zaten sanatınızı kanıtlamış durumdasınız. Bırakınız o titrleri başkaları kullansın… Ve sizin hayatınızın sonuna kadar kullanacağınız tek şey fırçalarınız ve parmaklarınız olsun, tıpkı Leonardo, Rembrandt, Picasso gibi…
Onlar hiçbir zaman profesör olamadılar, sizler de hiç değilse bu dehaları kabirlerinde rahat bırakın. Çünkü Prof. luk titrini her kullanışınızda onların kemikleri çatır çatır çatırdıyor…”
Sanatın İçinden, “Sanatçılar ve Unvanları” Sayfa 43 – 44 ( Ocak – 1982 )
Buralardan gittin ama anlattıkların hala anlamını koruyor Hamit Bey Hocam… “Toprağına yıldızlar yağsın” diyorum, Can kitaplarından öğrenmiştim bu sözü ve çok beğenmiştim. Layıksın yıldızlara… Özlüyorum, dürüstlüğünü…
Tülay ÇELLEK
Yıldız Teknik Üniversitesi
http://www.tulaycellek.com
tcellek@yildiz.edu.tr
ttcellek@gmail.com
|