1970 de dünyaya açılmaya verilen bir kararla yaşama adım atan, ciğerlerine dolan havanın baskısını müziğe çeviren Fazıl SAY ile yaşamak bir sevda gibi derin ve incelikli. Üstelik verimli…
Bir genç yürek, piyano tuşlarından çıkarttığı sesleri yüksekliği, uzunluğu, duyarlılığı ile sınırları aşarak Avrupa’ya, Amerika’ya ulaşmış, yüzümüzün akı, paylaşımımızın sesi olmuştur…
Konserleri kıtalararası dolaşmaya başlamış ve “Türkiye Yollarında Bir Virtüöz” projesiyle Samsun, Edirne, Antakya, Adana, Ankara, İstanbul, Kayseri, Niğde, Erzurum, Diyarbakır, Bodrum, Aspendos’ u ziyaret etmiştir.
İpekyolu; Türkiye’den geçen ve dünyayı dolaşan bir beste olarak, dünya ezgisiyle yerelliği buluşturmayı birlikte beslenmeyle başarmıştır. Ve başka değerlerin değerlendirmesine de sebep olmuş, diğer besteleri gibi.
Festivallere katılması, ödüllerinin bulunması ve yayınlarda, müzik dergilerinde yer alması, bestelerinin, kitaplarının olması kalıcılığının göstergeleridir. Belli ki aynı kalite ile devam edecektir yaşamı…
MOZART, BACH, TCHAIKOVSKY, SCHUBERT ve daha birçok dünya değerlerinden ülkemiz değerleri Nazım HİKMET’e, Metin ALTIOK’a, Nasrettin Hocaya, Türk danslarına, Hamamizade İsmail Dede Efendi’ye, Aşık Veysel’e, Antik Anadolu’ya uzanan müzik serüvenini barışla süsleyen bir sanatçı, duyarlı bir insandır…
Karanlıklarda yaşamaya alışamayan ve bunu dillendiren bir karşı koyuştur Fazıl SAY. Çünkü bir kültür insanıdır…
Dünyaya açılmıştır. Ama geldiği yeri unutmadan… Ve günü yakalayan, incinen, duyarlılığını paylaşan sesli bir Fazıl SAY var yaşamımızda…
Yaşadıklarını değerlendiren ve susamayan Fazıl SAY bir değerdir, bir özelliktir, bir başkaldırıdır, bir örnektir… Çünkü etiği, sorumluluğu olan yaratan bir sanatçı yaşadıklarına duyarsız kalamaz.
Uzun yıllar Milli Eğitim okullarında çalıştım. Müzik, Resim dersleri en önemsiz dersler olarak algılanır. Atölyesi, müzik odası, işlikleri yoktur, olan da yeterli olmadığı gibi amaca uygun değildir. Liselerde kaldırılmıştır veya seçmeli hale konulmuştur. Ama seçmeli, kaldırmanın bir varyasyonudur adeta. Müzik ve Resim öğretmenlerinin sayısı çok azdır. Anılarımda resim derslerine başka branşın öğretmenlerinin girdiği çok canlı olarak duruyor.
Üniversitelerde pedagojik formasyon aranmaz. Kendi ülkesine verilen katkı aranmaz. Etiket almak üzere yabancı dergilerde yazı yazmak aranır sadece… Etiket üreten, etiket için yaşayan bir ülkeyiz adeta… İçselleştiremeden eğitimi, tepelere tırmanır hakaret ederiz değerlerimize, değerlilerimize, emekçilerimize, eğitime baş koymuşlarımıza… Ve koltuklarımız hakaret etmek kadar demokrasi göstergesinden uzaktır ve neredeyse padişahlıktır…
Bu ülkede eğitime – sanat eğitimine, eğitimciye yeteri kadar önem verilseydi hala gelişmekte olan ülke konumunda olur muyduk? Nedenini düşünelim önce…
Ben terk etmem adeta mahalleye, çiftliğe dönüştürülmüş eğitim alanlarını ve ülkemi… Burada bize düşen, düzeyli bir şekilde mücadele vermek ve çalışmaktır, düşünmektir, okuyup, araştırmaktır. Öğrencinin kişiliğini zedelemeden çalıştığımız alanlara dair incelikleri öğrenmektir, paylaşmaktır. Öğrenme ortağı olmaktır. O zaman görürsünüz ki karşınızdaki değil sizsinizdir yetersiz olan ve size iltifatla! bir yerlere gelenlerdir…
Bu ülkede son derece yeterli, değerli sanatçı, bilim insanı ve eğitimci vardır; dürüst olan, nitelikli olan, yetkin olan. Ama incinmiş, ama kaba olamamış duyarlı insanlardır, paylaşmasını bilenlerdir… Ve ülkede çok değerli eğitim alanları, okullar, üniversiteler vardır, terk edilmemesi gereken…
Hiçbir sanatçı salt kendi alanında yetkin olmakla sınırlı kalamaz. Onlar ülke, onlar dünya insanıdır. Dünyadaki tüm olaylardan kendini sorumlu tutarlar ve alanlarına taşırlar. Başarıları buradan gelir, nemelazımcılıklarından değil. Entelektüel bilgi ve beraberinde getirdikleri kaygı vardır benliklerinde… Sanatçı olmaları buna dayanır. Çağa böyle damga vurulur.
“2008 Kültürler Arası Diyalog” çalışmalarında “Elçi” unvanıyla görevlendirilen Fazıl SAY’a ve tüm güzel, değerli insanlarımıza teşekkürler… Onlara gereksinmemiz var, D vitaminine de…
25 – 12 – 2007 / İstanbul
|