Tülay Çellek
  Mavi bir günaydın yolluyorum sabahına
Yüreğimin sıcaklığını da gününe...
 Sending a blue ‘bonjour’ to your morning,
And the warmth of my heart to your day…
 Tülay ÇELLEK


Ana Sayfa
Yazılar
Şiirler
Poems
Söyleşiler
Tül'den Yansımalar
Resimler
Art
Fotoğraflar
Photograph
Karikatür / Çizimler
Cartoon / Drawings
Tasarım
Design
Tipleme
Character
Barış
Peace
Gerze
Ders Notları
Lesson Notes
Özgeçmiş
Autobiography/cv
Belgeler
Duyurular
Değiniler
İletişim
Contact

Yayın Tarihi: 7.9.2007  

HAPİSHANEDE ÖZGÜRLÜĞÜ YAŞAMAK VE RADYODA PAYLAŞMAK…


HAPİSHANEDE ÖZGÜRLÜĞÜ YAŞAMAK VE RADYODA PAYLAŞMAK…


HAPİSHANEDE ÖZGÜRLÜĞÜ YAŞAMAK VE RADYODA PAYLAŞMAK…


Hayatımda ilk defa başımın yerini kocaman bir kaya almıştı. Vücudum o ağır kayayı kaldırmakta zorlandı tüm gün… Bu arada ağrımayan dişim ağrır oldu, vücudumun her yeri adeta farklı bir şekle dönüşmüş beni rahatsız ediyordu durmadan. Seminer bitince ilk işim doktora gitmek olsun, diye karar verdim. Aslında sıkıntımı biliyordum. Her seminer öncesi vücudumda bir değişiklik oluyordu heyecandan. Ama bu seferkinin boyutu inanılmazdı… Çünkü hayatımda ilk defa hapishaneye gidip seminer verecektim. Ve hapishaneden çok korkuyordum…

Kültür Bilincini Geliştirme Vakfında Sevgili Hocam Prof. Dr. Lütfiye EROĞLU Hanım vesilesi ile Sayın Yaşar MORPINAR ile karşılamış o günden beri ikimiz de birbirimizi etkinliklerimizden haber eder olmuştuk.

Ondan aldığım bir e-posta beni etkiledi. Çoktan beri “hapishaneler eğitim yuvaları olmalı, ben de katkı vermeliyim,” diyordum içten içe. Ama bunu kimseye söylemiyordum, hapishaneden korktuğum için. Halbuki sokaktaki çocuklar ve varoş çocukları için her yere yazmıştım, seminerlerimi de çok severek yapıyordum.

O iletiden cesaret aldım. Yaşar Bey Paşakapısı Kadın Hapishanesinde bir etkinlik gerçekleştireceğini yazıyordu. Ona yanıt verdim, isterlerse ben de “yaratıcılık” konusunda seminer verebilirim, diye. Bu arada İçimden de geçiriyordum, “sanırım böyle bir şeye olanak tanımazlar” diye. Tabii bu düşünce korkumun bir uzantısıydı. Ama çok şaşırdım. Hapishanenin Uzman Psikologu olan Yücel Bey çok kısa sürede olacağını bildirdi. Söz verdiğimde asla dönmem. İşte o zamandan beri epey sancılandığımı itiraf etmeliyim.

Hapishanenin yerini İstanbul’un kenarında bir yerlerde sanıyordum, nedense. Meğer İstanbul’un ortasındaymış neredeyse…

Oraya giderken, gördüğüm filmler gözümün önüne geliyordu. Çok etkilendiğim sahneleri, özellikle o kocaman demir kapıların yüksek bir şekilde ses çıkartarak, gıcırdayarak açılmasıydı. Parmaklıklar itiyordu beni…

Şoföre inmek istediğim yeri söyledim. Geldiğimizi bildirdiğinde hapishaneyi sordum, “işte burası” diye gösterdi. Kırmızıca bir bina… Girişi arkada. Kapıdaki görevliye seminer vermeye geldiğimi söyledim. Arkamdan gelen bir polisi işaret etti. Ona, “Yıldız Teknik Üniversitesinden geliyorum” değince o kadar güler yüzle ve saygıyla karşıladı ki. Hemen “hoca hanımı alalım,” dedi. Ve beni herkesin kayıt olduğu yere değil doğrudan binanın giriş kapısına getirdiler. Tabii burada kurallar vardı ve doğal olarak herkese yapmalıydılar. Önce çantamı başka yere koydurdular. Asla çıkartmadığım saatimi demir diye çıkarttırdılar, tokamı da… Kapıdan geçirdiler. Kendimden çok emin geçmiştim, tüm metal eşyalar alındı, diye. Ama o da ne? Metal sesi çıkıyor. Yeniden geçirdiler, yine üzerimde metal olduğuna dair bir ses çıktı. Bir kere daha geçirdiler. Bu arada benim vücut kor halini aldı, neredeyse bayılacağım, kendime güvenim sarsılacak ve hatta ağlamaya başlayacağım, o kadar kötü oldum ki… Hani insanların güvenini sarsmak kadar korkunç bir şey olamaz. Orada bir “güven” söz konusuydu ve yok olmak üzereydi bu sözcüğün anlamı. En sonunda baktılar ki çok kötüyüm ayakkabınızdan kaynaklanıyor, gösteriyor, dediler. Ayakkabılarıma baktım, ister istemez neredeyse çıkartsam mı, diye düşünmeye başlamıştım ki “tamam geçebilirsiniz,” dediler. Halbuki baştan bana ayakkabılarınız yapıyor deselerdi bu kadar üzülmeyecektim hatta sevinecektim bile.

Çantamın, cep telefonumun kapıda kalacağını, içinden sadece seminer için gerekli malzemeleri almamı, söylediler. Telefonumu kapattırdılar. Yanıma notlarımı ve kağıt kalemimi aldım. Heyecandan kitabımı almayı unutmuşum. Her zaman seminerlerime çok erken gider, CD yi bilgisayara aktarır ilk sahneyi görür, öyle nefes alırım. O arada vakit çok olduğu için kitap okurum demiştim ama bu ilk deneyim olduğu için bir şeyleri yaşamam gerekti.

Önce girdiğimiz yere ceketimi bıraktım. Sonra seminer vereceğim salona çıktım genç bir görevli ile…

Yeterli bir salon. Duvarda tablolar asılı. Sabit barkavizyonları var. Herhangi bir teknik sorun olmadan ilk sahneyi görebildim.

Tekrar “öğretmen odası” yazan yere döndük. Bir kahve içtim, su ikramlarıyla birlikte. Seminer saat 14 00 de başlayacaktı. 15 dakika önce gelmelerini söylemişler, “o zaman ben de oraya gideyim,” dedim. Geç kalmaktan nefret ederim. Gittiğimde birkaç hanım gelmişti. “merhaba güzeller” dedim, çok hoşlarına gitti, hemen gülümsediler. Bu onlarla karşılaşmanın ilk morali oldu. Herkesin gelmesini beklerken müzik çalındı. Bazı müzikleri beğenmeyip değiştirdiler. Bir hanımın elinde kağıt, kalem vardı hemen dikkatimi çekti.

Seminer başladığında her zamanki gibi heyecanlıydım. Notlarımdan yardım alarak kısa olan girişimi yapıp sözü onlara bıraktım. Tahminimin çok üzerinde yanıtlar almaya başladım. Bu arada onların kütüphane – kitap grubu olduğunu öğrenmiştim. Cümlelerinden belli oluyordu ve daha sonra okudukları kitapları söylediler, çok iyi…

Bu seminerde üç şey dikkatimi çekti. Daha önce birçok yerde çeşitli gruplara, değişik yaşlarda olanlara vermiştim seminerimi; öğrencilere, eğitimcilere ve farklı gruplara…

Özellikle 2 fotoğraf üzerinden öykü kurduruyorum. Fotoğraflarda insan yok ama çok ilginç öykü kurulacak bir mekan ve nesneler var. “Buraya bir yaşam koyar mısınız, bir öykü kurar mısınız,” diye soruyorum. Her yerde başka hayatlara, 3. kişilere göre öykü kuruyorlar. Burada hepsi de kendilerine dair öykü kurdular, o mekanlara kendilerini koydular çocuklarıyla, aileleriyle mutlu bir şekilde. “Hayal güçlerinizi ortaya koyun, başka yaşamlara da, başkalarına dair de öykü kurunuz” dedim ama hayal güçlerini sadece kendileri için çalıştırdılar.

Diğer farkettiğim; seminerin bir yeri, yaşamlarında onları en çok etkileyen bir anın fotoğrafını çekmeleri üzerine kurulu. Hepsi de bu anı farklılıklar adına değil, iyi ve kötü üzerinden gerçekleştirdiler. Yine hafifçe bir uyarı yaptım “farklı” diye ama hayatlarında gri değil sadece siyah ve beyaz var sanki iyi ve kötüde takıldılar.

Bir dikkatimi çeken de, seminerin bir yerinde afiş tasarlattırıyorum. Müzikle ilgili hayali grup kurduruyorum önce. Beyin fırtınasıyla gruba bir isim buluyoruz hemen. Ardından diyorum ki, “1 ay sonra burada konser vereceksiniz, herkesin gelmesini istiyorsunuz bu nedenle konserinizin afişini tasarlayacağız birlikte.” İlk defa bir katılımcı “bu konser burada mı olacak, dışarıda bir yerde mi, ona göre afiş tasarlayalım” dedi. Bu beni o anda uyardı doğrusu. Diğer seminerlerimde de bulunduğumuz mekanı söylüyordum ve kimse bu soruyu sormamıştı. Hemen aklıma gelen ilk ismi söyledim “Lütfi Kırdar Spor Salonunda olacak” diye. Daha sonra vereceğim seminerde, “Atatürk Kültür Merkezinde” diyeceğim.

Ara verildi. İçecek ve yiyecek ikram edildi hem şaşırdılar hem sevindiler. Daha önceden Yücel Beye böyle bir şey rica etmiştim. Sağolsunlar hazırlamışlar.

Seminer bitince yanıma gelip tokalaşarak teşekkür ettiler. Birbirimizin yanaklarından öptük. Bunun için sıraya girdiler…

Oradan zenginleşerek ayrıldım. Katkısı olan herkese teşekkür ediyorum… Tabii seminere dair anlatılacak daha çok şey var.

Moralleri çok önemli. Biri diyor ki; “yeni gelenlerin moralleri daha iyi, gördüğünüz gibi ama bizim gibi 4 yıl sonra onlarda da moral kalmayacak.” Onlarla hiçbir seminerimde anlatmadığım ve anlatmayacağım bir şeyi paylaştım, kendime dair. Yaratıcılığı öğrencilerim için araştırırken kendi yaşantıma da uygulayarak hüzün içinde nasıl boğulmaktan kurtulduğumu örnekledim.

“Buradasınız başka seçeneğiniz yok burada kalacaksınız şu an değil mi?” Sorusuna “evet” diye yanıt verdiler. O zaman burada hüzünle yaşamaktansa, hayatı kendinize zindan etmektense, burayı kendi lehinize, mutluluğunuza çevirmeye bakmalısınız. Başınızı başka taraflara da çevirdiğinizde bunu başarırsınız,” dedim. Bu biraz daha uzun bir konuşmaydı.

Aslında şanslılar… Yönetim bu tür etkinliklere açık. Benden önce Sayın Yaşar MORPINAR gelerek interaktif katılımlı ritm konseri gerçekleştirdi. Daha önce Sunay AKIN ve birçok kişi gelmiş. Psikolog Bey benden, “Tınaz TİTİZ Bey gelebilir mi, M. E. Ceylan Bey, Ara GÜLER Bey gelebilir mi,” diye katkı istedi. Ben de Fakülteye gelir gelmez hemen hepsiyle hatta aklıma gelen diğer dostlarımla iletişim kurdum. Sağolsun Tınaz Bey çok sıcak baktı. Şimdi karşılıklı yazışıp bir etkinlik gerçekleştirecekler. Benim seminer grup, grup yinelenecek zaman içinde. Sanırım birçoğunun dışarıda gerçekleştiremeyeceği bu tür olanaklar ayaklarına gidiyor. Onlara, “hayal gücünüzü çalıştırıp yazabilir, birçok şey yapabilirsiniz” diyerek ünlü yazar ve sanatçılardan bahsettim. Zaten okuyorlar. Biri önerdiğim kitabın yazarını sordu, seminer bitimi.

Bir dikkatimi çeken de, seminere birçoğu süslenip gelmişti. Bu çok hoşuma gitti.

Seminer neşeyle bitti ve ben de moralle döndüm. Sıra doktora gitmeye gelmişti ama arıyorum arıyorum doktora söyleyecek bir sıkıntı bulamıyorum hepsi uçmuştu sanki. Çalışmaya devam…

Sayın Filiz YENTÜRK, organize etmede harika biri. Yakaladığı her sözcük onun için bir organize nedeni. Kendisini bu tavrından ve başarılarından dolayı kutluyorum. TRT böyle harika bir elamanla yaşamını kaliteli bir şekilde sürdürecektir eminim. Ve Sayın Saadet BAYKAL, işini çok ciddiye alan, insana değer veren, çok sevimli bir spiker. Yanında güven duygusuyla ve mutlulukla yaşıyor ve konuşuyorsunuz. Bir daha söyleşi olsa yine onunla yapmayı tercih ederim. Kendisine bize yönelttiği güzel sorular nedeniyle teşekkür ediyorum.

Radyo evine dostum Prof. Dr. Yıldız TÜMERDEM Hanım vesilesiyle gidip Filiz Hanımla tanışmıştım. Bu gün yine her zamanki gibi karşıladığında, “sizi tanıyan biri geldi,” dedi. Sayın Prof. Dr. Serdar ÇİNTAN ile karşılaşmak çok hoş oldu. Kendileri, İÜ Diş Hekimliği Fakültesi Dekan Yardımcısı. Orada da seminer vermiştim üstelik çok yoğun bir günlerindeydiler ve çok sıcak karşılamışlardı. Bu gün diş sızılarından, ağrılarından, çürüklerinden bahsettiler radyoda ve dişleri nasıl fırçalayacağımızın bilgisini verdiler ayrıntılı bir şekilde… Teşekkür ediyoruz.

Bize sıra geldiğinde Yaşar Bey, Yücel Beyle birlikte girdik odaya. Söyleşi esnasında Yaşar Bey getirdiği müzik aletlerini spiker Saadet Hanım da dahil olmak üzere elimize veriverdi. Kendisiyle birlikte küçük bir konser gerçekleştirdik. Tabii kendisinin de dediği gibi aletler çok ilginç, görülmeli. Ama olsun, radyo dinleyenlere hayal gücünü çalıştırır, herkes kendi biçimini yaratır… Bence daha iyi…

Dün yararlı olmanın verdiği mutlulukla bitti, bu gün paylaşmanın verdiği sevinçle bitiyor. Uykuyu hak ettim, meyveyi de…

Güzellikler diliyorum ve yaşadığımız her yerde özgür düşünen bir beyin…

Ve tekrar bu güzelliklere, iyiliklere katkısı geçen herkese yürekten teşekkürler… Seminerime katkı veren katılımcılara da ayrıca teşekkürler…


07 – 09 – 2007 / İSTANBUL


Tülay ÇELLEK

Yıldız Teknik Üniversitesi
Sanat ve Tasarım Fakültesi
Sanat Bölümü Öğretim Görevlisi

Sanat Yazarları ve Eleştirmenleri Derneği
Sanat Yönetmeni ( SAYED )

http://www.tulaycellek.com

tcellek@yildiz.edu.tr


Tülay ÇELLEK








<< Geri Dön [Okunma: 3285 ]


[ Yukarı çık ]    



© Her hakkı saklıdır.